Kızılbaş Aleviliğin Yazılı Kaynaklarındaki Tahrifat: Şeyh Safi'nin Makalat'ı
Uluslararası Hacı Bektaş Bilgi Şöleni'ne tebliğ olarak sunulan bu makalede Şeyh Safî'nin Makâlat'ı (Buyruk) üzerinde yapılan tahrifatı veya Kızılbaş metinlerinde Şiî İnkültürasyonun hikayesini bulacaksınız.
TARİHSEL SÜREÇTE ALEVİLİĞİN YAZILI KAYNAKLARINDA YAPILAN METİN TAHRİFATI (Safvetu’s-Safâ’nın Türkçe Çevirileri Örneklemi Üzerinden)
Prof.Dr. Sönmez KUTLU
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Hiçbir dinî-toplumsal veya dinî-politik yapı ortaya çıktığı ilk şekliyle devam etmemekte, yayıldığı bölgenin kültürel ve dini yapısına göre ve taraftar bulduğu toplumsal yapıya uygun olarak güçlenmekte, değişmekte veya ilk halinden tamamen farklı bir yapıya bürünebilmektedir. Bu değişimleri, kırılmaları ve farklılaşmaları takip edebilmenin yolu ilgili dini yapının ürettiği dini metinleri, üretildikleri dönemler ve bu dönemlere hakim olan tarihsel arka planı göz önünde bulundurarak, bilimsel yöntemler kullanarak tahkik etmek ve bu metinleri çözümlemek gerekmektedir. Özellikle İslam Mezhepleri Tarihçiliği açısından, fikirlerin menşeini ve geçmiş kültür, inanç ve felsefî sistemlerle ilişkisini tespit edebilmek için bu metinlerin ortaya çıkarılması büyük önem arz etmektedir.
Herhangi bir felsefi ekolü, mezhebi, tarikatı veya dini bir oluşumu doğru anlayabilmenin ve tanımlayabilmenin yolu, onların tutum, davranış ve fikirlerini bizzat kendi liderleri veya mensuplarının yazdığı birinci el kaynaklara dayalı olarak, olduğu gibi ortaya koymaktan geçer. Son zamanlarda Alevilik-Bektaşiliğin tarihsel arka planının aydınlatılabilmesi, sözlü kültürünün temellerini oluşturan yazılı kültürün tespit edilebilmesi ve içindeki mezhebi unsurların ortaya konulabilmesi için, Şeyh Safî’nin öncülüğünde oluşmaya başlayan, daha sonraki dönemlerde geliştirilen Anadolu’nun her köşesinde Kızılbaş Alevi ocaklarında elden ele dolanan, bugün Anadolu’da Kızılbaş-Alevî ocaklarında dedelerin elinde, tekke ve dergah arşivlerinde, yurtiçi ve yurt dışı kütüphanenin tozlu rafları arasında Yusuf Ziya Yörükân’ın deyimiyle “evrak-ı perişân” halde bulunan onlarca Türkçe yazma eser yayımlanmayı beklemektedir. Bu yazılı kaynaklar arasında, özellikle yerli araştırmacıların en az ilgilendikleri literatür, “Safevî Kültür Havzası”na ait Tasavvûfî edebiyat olmuştur. “Bektaşi Kültür Havzası”, edebî ürünlerinin yayımlanması açısından, diğeri kadar şansız değildir. Gerek Türkiye’de gerekse yurt dışında bir çok Bektaşîlik metni yayımlanmış ve yayımlanmaya devam etmektedir. Kızılbaş Aleviliğine ait metinler, Bektaşiliğie ait metinlerle kıyaslandığında, daha sistemli ve daha yaygın anonim metinler olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Şeyh Safî ve Safevî Tekkesi çevresinde oluşan ve Şeyh Safî ile Şeyh Sadreddin arasında diyaloglar şeklinde şekillenen bu metinlerin nerelerde bulunduğu ve ne tür metinler olduğu, henüz kapsamlı araştırmaların konusu olmamıştır. Bu sebeple çok dağınık bir şekilde bulunan ve pek çoğu yurt dışına çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Kızılbaş Aleviliği ve Bektaşiliğin yazılı kaynaklarını ortaya koyacak kapsamlı araştırmalara ve bunların tahkikli ilmî neşirlerine büyük ihtiyaç vardır.
Sosyolojik kuramlardan “Yazılı Kültür” ve “Sözlü Kültür” paradigmasını Aleviliğe uygulamaya çalışan araştırmacılar, Aleviliğin yazılı kaynakları hakkında bilgi sahibi olmadıkları için, bu dini-toplumsal yapıyı, genelde sözlü kültüre dayalı olarak analiz etme yoluna gitmişlerdir. Böyle bir yaklaşım, bu tasavvufî oluşumun sınırlarını zorlamış ve onu mitolojik çerçeveye hapsetmiştir. Sözlü kültür olarak aktarıla gelen her türlü söylence ve menkıbeyi Aleviliğe hasrederek sözlü kültür adına söylenecek her şeyi söylemişlerdir. Sözlü kültür, daha çok köklü eğitim almamış, konar-göçer hayat yaşayan topluluklar tarafından benimsenen Yesevilik, Nakşilik, Kadirilik, Safevilik ve Bektaşilik gibi bütün sufî oluşumların din anlayışlarının oluşmasında etkisi büyük olmakla beraber, onların dini algılama biçimi belirleyen tek unsur değildir. Sözlü kültürü belirleyen ve onun kalıcılığını sağlayan önemli bir yazılı kültür vardır. Sözlü kültür, yazılı kültürün taşıyıcıları tarafından sürekli aşılanmakta ve beslenmektedir. Alevilikteki yazılı ve sözlü kültürün, Batıda üretilen bir kuramla analiz edilmesinin pek çok faydası olmakla birlikte, bütünüyle izah edilmesi güçtür. Çünkü Kızılbaşlık ve Bektaşilik, Şeyh Safî ve Hacı Bektaş Veli’nin öncülüğünde oluşturulmuş yazılı kaynaklar yoluyla kurumsallaşmıştır. Yazılı olarak Dedelerin elinde bulunan Kızılbaş Buyrukları ve yazılı olarak Bektaşi Dedelerinin elinde bulunan Makâlât ve Erkannameler olmaksızın sözlü kültüre dayalı bir Kızılbaşlık ve Bektaşiliğin varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir. Ayrıca sözlü kültür, sadece Aleviliğe has olmayıp Sünni halk müslümanlığında da yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Sadece Sözlü kültürden hareketle, Aleviliği, din, kültür, mezhep, meşrep, felsefi görüş ve hayat tarzı olarak tanımlamak, Aleviliği kendi çerçevesinin dışına taşımakta, sınırlarını zorlamakta ve onu her geçen gün etkisini azaltarak, yerini tarihin derinliklerine gömülmeye mahkum eden bir külte ya da mitolojiye dönüştürmeye mahkum etmektedir. Ayrıca bu tür yaklaşımlar, bu olguyu tabiatına ve tarihine uygun bir şekilde ortaya koymakta yetersiz kaldığı artık anlaşılmaya başlanmıştır. Çünkü “sözlü kültür” paradigmasını esas alanlar, yazılı kaynakları okuyamadıkları ve anlayamadıkları için, Aleviliği, sözlü kültüre kaynaklık eden yazılı kaynaklar üzerinden anlamada son derece yetersizdirler. Bugün Aleviliği bu kurguların ve yaklaşımların suistimalinden kurtaracak önemli bir fırsat doğmuştur. Bu da yazılı kaynakları üzerinden Aleviliğin yeniden incelenmesi fırsatıdır. Bu eserler, gelenekli ve sahih Alevilikle ilgili bilgi boşluğunu doğru bilgiyle doldurabilme konusunda ve Aleviliği yeniden keşfetme konusunda zengin bir malzemeyi ihtiva etmekte olup neşredilmeyi ve incelenmeyi beklemektedir.
Kızılbaş Aleviliğine veya Bektaşiliğe ait metinlerin gün yüzüne çıkarılması, mutlaka bilimsel tahkik yöntemiyle yapılmalıdır. Çünkü tarihsel süreçte bu metinler üzerinde oynandığını, eserlerin çevirisi veya istinsahı sırasında fikirlere müdahele edilerek eserin sahibinin fikirlerinin, dini kimliğinin ve düşünce sisteminin çeviriyi yapanın mezhep ve meşrebine uydurulmaya çalışıldığını görmekteyiz. Bu yüzden yazılı kaynaklarla ilgili yapılacak neşirler, tek bir nüshadan defalarca yayımlanan eserlerin tekrar neşri veya bir başka nüshadan hareketle yeniden neşredilmesi demek değildir. Ama maalesef bugün Aleviliğin yazılı kaynaklarını yayınlama iddiasıyla yürütülen projeler veya bireysel çalışmalarda, bu husus tek bir nüsha üzerinden Arap harflerinden Latin harflerine aktarılarak yayımlanması olarak da algılanmakta, ilmî tenkit ölçülerine uygun olarak bir eserin birden fazla yazmasının tespit edilerek tahkikli neşirlerinin yapılması yoluna gidilmemektedir. Tek bir yazmadan hareketle bir eseri yayınlamanın önemli sakıncaları vardır. Özellikle Şeyh Safî’ye nispet edilen eserler de daha da dikkatli olmak gerekmektedir. Çünkü Safevî tekkesine ait Kızılbaş metinleri, XV. Asırdan itibaren Şiî unsurların sokulmasıyla Şiileştirilmeye çalışılmıştır. Örneğin Şeyh Safî’ye ait Makâlât ve Menâkıb adıyla bilinen eserler, çoğaltılırken müstensihler tarafından önemli tahrifatlara uğramıştır. İlk metni ortaya çıkarmadan, sonraki dönemlerde yazılmış bir yazma esas alındığında, Şiileştirilmiş bir metni Kızılbaş Aleviliğinin metni olarak göstermiş oluruz. Bu da Kızılbaş Aleviliğin Şiilik olarak gösterilmesiyle sonuçlanabilir. Bu sebeple yayınlanacak eserlerin Aleviliğin kendine özgü yazmalarının olmasına dikkat edilmelidir. Çünkü Safevî devleti, Anadolu’daki Kızılbaş Alevileri Şiileştirmek için, buna yönelik özel eserler hazırlatmış veya daha önce yazılan eserlere Şii fikirleri aşılamaya çalışmıştır. Bu tahrifatın, Safvetu’s-Safâ’nın Türkçe çevirileri ve tarihsel süreçte bunların çoğaltılması sırasında hangi boyutlara vardığını örnekleriyle analiz etmek istiyorum. Bunun analizine geçmeden önce, tamamı yazma olan bu çeviriler hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. Yalnız Safvetu’s-Safâ’nın Anadolu’da yapılan ilk çevirisinin tahkikinin son aşamaya gelmiş olması sebebiyle, nüshalarla ilgili geniş bilgiler orada çıkacağı için, nüshalarla ilgili hususlara burada girmeyeceğim.
Erdebil tekkesi, kurucusu ve sonraki tarihi ile Safevîler hakkında son derece önemli bilgiler içeren Safvetu’s-Safa, İran’da ve Anadolu’da değişik zamanlarda farklı kişiler tarafından tam olarak veya kısmen Türkçe’ye çevrilmiştir. Tezkire-i Şeyh Safî, Menâkıb-ı Şeyh Safî, Makâlât-ı Şeyh Safî, Terceme-i Menâkıb-ı Şeyh Safî veya başka adlar verilen bu eserlerin başında, genelde, çevirinin Farsça Tezkire-i Şeyh Safi diye bilinen eserden yapıldığı belirtilmektedir. Tezkire’den kastedilen İbn Bezzâz’ın hazırladığı Safvetu’s-Safâ olduğu açıktır. Nişâtî’ye ait Şeyh Safî Tezkiresi adlı çeviri, Safvetu’s-Safâ’nın muhtasar bir çevirisidir. Anadolu’da yapılanlar ise, genelde, Farsça Menâkıb’ın, yani Safvetu’s-Safâ’nın Dördüncü Bölüm’ünün tam veya eksik çevirilerinden oluşur. Sadece Meşhed nüshasında Şeyh Safî Tezkiresi’nin Dördüncü Bölüm’ü kaydı bulunmakla birlikte Farsça’sından çevrildiğine dair bir bilgi verilmemektedir. Diğer taraftan, Nişâtî çevirisi dışındakilerde, muhtemelen siyasi sebeplerden dolayı, çevirenin adı kaydedilmemektedir. Safvetu’s-Safâ’nın Türkçe’ye kısmî veya özet çevirileri, bu eserin farklı zamanlarda ve farklı bölgelerde birbirinden bağımsız, üç ayrı mütercim tarafından,Türkçe’ye çevrildiği iddiasını ortaya atmamızı mümkün kılmaktadır. Sonraki nüshalar, muhtemelen bunlardan hareketle müstensihler tarafından ya aynen veya bazı küçük farklılıklarla çoğaltılmış nüshalardır. Bu üç çeviri tarihi sırayla şöyledir:
1. Kâşifu’l-Kulûb (Menâkıb-ı Şeyh Safî)
Safvetu’s-Safâ’nın IV. Bölümü’nün Anadolu’da yapılan bu çevirisine, mütercimi tarafından eserin başında Kitâb-ı Menâkıb-ı Şeyh Safiyüddîn -Kuddise Sırrahu el-Azîz- ve Muhtasar adı verilmektedir. Yazmanın sonunda ise, bu eserin asıl adı Kâşifu’l-Kulûb olarak kaydedilmektedir. Ancak mütercim adı gizlenmiştir. Bu çeviri, Nişâtî çevirisi ve Meşhed-Rızavî kütüphanesinde kayıtlı olandan daha önce yapılmış bağımsız bir çeviridir. Yazmanın sonunda Şeyh Cüneyd’e ithaf edilmiş olmasıyla ilgili bilgilere bakılırsa, mütercimin Cüneyd döneminde yaşayan birisi olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, bu çevirinin, bilinen ilk ve en eski Türkçe çeviri olması muhtemeldir. Safvetu’s-Safâ üzerinde daha az oynandığı bir dönemde çevrilmiş olması dolayısıyla diğerlerinden daha önemlidir. Katip Çelebi, Safiyüddîn’in Menakıb’ı hakkında bilgi veren Mükeşşifu’l-Kulûb adıyla bir eser kaydetmektedir. (Katip Çelebi, 1971: 1/1812) Ancak eserin yazarı, dili, ve yazılış dönemi konusunda bir kayıt bulunmamaktadır. Keşfu’z-Zunûn’da, muhtemelen eserin isminin yazılışında bir hata yapılmıştır. Ayrıca Osmanlı toprakları dışında yapılan diğer iki çeviriden ve İzmir (465) ve Kemankeş (247) nüshalarında farklı olarak, bu çeviri Şiî unsurlar taşımamaktadır ve asıl metne sadık kalması sebebiyle daha güvenilir görünmektedir. Ayasofya’daki 896/1491 tarihli 3009 numarada kayıtlı Safvetu’s-Safâ’nın metniyle büyük ölçüde uyumludur.
2. Nişâtî: Şeyh Safî Tezkiresi
Bu çeviri, Safvetu’s-Safâ’nın tamamının Türkçe’ye ilk muhtasar çevirisidir. Şirazlı M. Kâtib Nişâtî tarafından, Doğu Türkçe’sine 949/(1542) yılında çevrilmiştir. (Rieu, 1888: 281; Cebecioğlu, İstanbul: XIX, 378-379) Türkçe’ye tam çevirisi, iki müellif nüshasından hareketle, Möhsün Nağısoylu ve arkadaşları tarafından 2006 yılında Azerbaycan Bakı’da neşredilmiştir. Maalesef bu neşir, müellife ait iki ayrı nüshasından hareketle hazırlanmakla birlikte, bu iki nüsha ve daha sonrakiler arasındaki farklılıklar dipnotlarda gösterilmemiştir. Tahkikli bir neşir olmamasına rağmen, konuyla ilgili son derece önemli bir katkı sağlamış bulunmaktadır. Özellikle Möhsün Nağısoylu, eserin başına “ Ana Dilimizin Değerli Yazılı Abidesi”[1] adıyla yazdığı mukaddimede, Safvetu’s-Safâ’nın Azeri lehçesinde yapılan bu çeviri ile ilgili bazı karanlık noktaları aydınlatmıştır. Hüseyin Kâtip Nişâtî,’ XVI. Asır klasik Azerbaycan edebiyatının parlak şahsiyetlerinden birisidir. Ancak onun, kendine ait şiirleri olmakla birlikte, daha çok Şühedaname[2] ve Şeyh Safî Tezkiresi çevirileriyle tanınmaktadır. Onun çevirilerinin, büyüklüğü, edebiliği ve seçilen konular itibariyle, XVI. Asırda Farsça’dan Azerice’ye yapılan çeviriler arasında önemli bir yeri vardır.[3] Asıl önemi, Safvetu’s-Safâ gibi bir eserin çevirisi olmaktan kaynaklanmaktadır. Şeyh Safi Tezkiresi adını, Şeyh Attar’ın Tezkire’sinden hareketle Nişâtî’nin kendisi vermiş ve bunu eserin baş tarafında zikretmiştir. (Nişâtî, 2006: 31-33)
Nişâtî’nin asıl adı, Muhammed b. Hüseyin Katib Nişâtî’dir. Nişâtî’nin tercümesinde verdiği tarihi kayıtlara ve baş tarafta Tahmasb’la ilgili medhiyesine bakılacak olursa, bu çeviriyi Şah Tahmasb I (1524-1576) döneminde onun emriyle, “Fars dilini anlamayan Türk talipleri ve sufilerinin faydalanması için, hatta bütün Türkistanlıların faydalanması için” (Nişâtî, 2006: 31-33) yaptığı anlaşılmaktadır. O, önce 945/1539 yılında tamamlanan Şühedaname adlı eseri çevirmiş, dört yıl sonra ise Şeyh Safi Tezkiresi’ni çevirmiştir. Katib ünvanı, döneminin meşhur hatt ustalarından olması sebebiyle verilmiş olmalıdır. Nişâtî, Safvetu’s-Safâ’yı, önce istinsah etmiş ve daha sonra Türkçe’ye çevirmiştir. Onun istinsah ettiği bir nüsha Süleymaniye Hekimoğlu 775 numarada kayıtlıdır.
3. Şeyh Safî Tezkiresi
Bu çevirinin de kimin tarafından yapıldığı belli değildir. Hatta eserin başında Farsça’dan çevrildiği hakkında bilgi verilmemektedir. Mukaddime kısmında eserin Şeyh Safî’ye ait Tezkire’nin IV. Bölüm’ü olduğu ve onun da 6 alt bölümden oluştuğu kaydedilmiştir. Ancak Ebyât-ı Meşayıh adını taşıyan IV. Bölüm eksiktir. Eserin Zevâcir ve Nesâyıh adlı V. Bölümü Safvetu’s-Safa’daki ilgili bölümün kısa bir çeviridir. Ayrıca eserin Kelime-i Mensure adlı VI. Bölümü, Safvetu’s-Safâ’nın IV.Bölümü’nün altıncı bölümüyle uyuşmamaktadır. Muhammed Sadık Nâibî, bu eseri İran’ın Meşhed kentindeki Asitân-ı Kuds-i Rızavî kütüphanesindeki nüshayı kullanarak Kara Mecmua II adıyla İran’da 2004 yılında yayınlamıştır. Tezkire-i Şeyh Safî, aynı yazma nüshadan hareketle, Filiz Kılıç ve Ayşe Yıldız tarafından Latin harfleriyle 2005 yılında (Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2005/36, 9-104) neşredilmiştir.[4]
Safvetu’s-Safâ’nın kısmen veya tam Türkçe çevirilerinin günümüze ulaşmış pek çok yazması ve bunlar üzerine yapılmış çağdaş incelemeler bulunmaktadır. Burada 15. asrın ortalarından itibaren bu eser etrafında oluşan ve günümüze kadar ulaşan Türkçe yazmaların, yazılış tarihleri ve bulundukları yerleri, tarihi sırayla rumuzlarıyla birlikte vermek istiyoruz. Her bir yazmadan sonra parantez içerisinde gösterilen büyük harfle yapılan kısaltmalar, yazma veya matbu eser için kullanılacak rümuza işaret etmektedir. Listede yer alan yazma ve basılı eserler, doğrudan Safvetu’s-Safâ’yla ilgili olanlardır. Şeyh Safî Menakıbı, Şeyh Safî Makâlatı veya Terceme-i Şeyh Safî adıyla umuma açık kütüphanelerde ve şahıslara ait özel kütüphanelerde kayıtlı bazı yazmalar, Safvetu’s-Safâ’nın çevirileri olmadığı için bu listeye dahil edilmemiştir. Bu nüshalardaki metin tahrifatını farklı nüshalardan karşılaştırabilmek için, Safvetu’s-Safâ’nın Farsça yazmalarından, sadece Ayasofya, Hekimoğlu Ali Paşa ve Muallim Nacı kitaplığında yer alan Farsça nüshalar kullanılacaktır.
SAFVETU’S-SAFÂ’NIN TÜRKÇE ÇEVİRİLERİ1) 861/1457’den önce: Kitâb-ı Menâkıb-ı Şeyh Safiyüddîn Kuddise Sırruhu el-Azîz/ Muhtasar/ Kâşifu’l-Kulûb
Konya Bölge Yazma Eserler 3344 (G)
2) 861/1457: İngiltere Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları Or: 7576/1 (TY)3) 868/1463-64: Tercüme-i Menâkıb-ı Şeyh Safiyüddin-i Erdebîlî, Manisa İl Genel Kitaplığı 1383/1 (M)
4)949/1543: Nişâtî, Şeyh Safî Tezkiresi, Bakı-Nurlan 2006.
5) 966/1558-59: Terceme-i Menâkıb-ı Şeyh Safîyüddîn (Hazâ el-Kitâb el-Makâlât el-Meşhûr bi’l-Menâkıb Hazret-i Kutbu’l-Evliyâ Hâdî’l- Asfıyâ’ Şeyhu’l-Muhakkıkîn ve Mürşidu’l-Kâmilîn Pişvây-ı Ehlü’l-Yakîn ve Habîbu Rabbi’l-‘Alemîn Sultan Şeyh Safiyuddîn – Kaddesellahu sırrahu el-‘azîz, Hacı Selim Ağa Kemankeş 247 (KE)6) 968/1560: Kitâb-ı Menâkıb-ı Sultan-ı Evliyâ Sultan Şeyh Safî -Kaddesellahu Sırrahu, Süleymaniye İzmir 465 (İ) 7) 930-984/1524-1576: Tezkire-i Şeyh Safî, Kitâbhâne-i Âsitân-ı Kuds-i Rızavî 95 (R)8) 1038/1629: Terceme-i Menâkıb-ı Şeyh Safiyüddîn, Hacı Selim Ağa Kemankeş 412 (K)9) 1041/1632: Hâzâ Kitâb-ı Menâkıb-ı Evliyâ / Menâkıb-i Hazret-i Şeyh Safî Rahimehullah, Kastamonu MEB Kitaplığı 1458 (KA)10) 1083/1673: Te’vilât-ı Şerif , Süleymaniye Hacı Mahmud 2642 (H)
11) 1254/1839: Menâkıb-ı Şeyh Safiyüddîn/Risaletü Şeyh Safiyüddîn, Süleymaniye Hacı Mahmut 6491 (HM)
FARSÇA SAFVETU’S-SAFÂ YAZMALARI
12) 759/1358: Mirza Abbaslı’nın “Safevilerin Kökenine Dair” makalesinde müellif nüshasından alıntılar. (Belleten, C. XL, sayı: 158, Nisan 1976, 287-329.)
13) 12896/1491: Safvetu’s-Safâ (Farsça), İstanbul Ayasofya 3099 (A)
14)1037/1628: Safvetu’s-Safâ (Farsça) İstanbul Belediyesi Muallim Cevdet Kitaplığı 1 (MC)
ÇEVİRİ METİNLERDEDEKİ REĞİŞİKLİK VE TAHRİFATA ÖRNEKLER
Safvetu’s-Safâ ve Türkçe çevirileri tarihi sırayla incelendiğinde Safevilerle birlikte metinler üzerinde ciddi oynamalar olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Özellikle Safeviler’in yazdırdığı ve Şiî müstensihlerin oluşturduğu metinlerde bu açıkça görülmektedir. Safvetu’s-Safâ’nın müellif nüshası sadece Mirza Abbaslı tarafından kullanılmıştır. IV. Bölüm’den sadece Ayişe ve Fatıma hakkındaki tutumla ilgili bir alıntı söz konusudur. Müellif nüshasından alıntı olması dolayısıyla sadece bu kısmı kullanabildik. Safvetu’s-Safâ’nın Farsça nüshalarından Ayasofya 3099 numaralı yazmanın Mirza Abbaslı’nın alıntı yaptığı müellif nüshasıyla uyum içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Diğer kullandığımız Farsça nüshalarda uygun düşen yerler, Şia’nın fikirleriyle değiştirilmiştir. Türkçe çevirilerine gelince Safvetu’s-Safâ’nın Safevîler döneminde yeniden düzenlenmiş nüshalarından hareketle yapılan Nişâtî çevirisi ve Meşhed-Rızavî nüshası ile onlardan istinsah edilenler, Şiî unsurları taşıma bakımından, bazı istisnalarla hemen hemen aynıdır. Bu açıdan Nişâtî’nin Şeyh Safî Tezkiresi, Meşhed-Rızavî çevirisi, İzmir 465, Kemankeş 247 Şiîleştirilmiş metinlerdir. Sadece bir Revafız’ın rüyası, Nişâtî hariç diğerlerinde yer almamaktadır. Safvetu’s-Safâ’nın asıl metninden çevrilen mütercim nüshası ile ondan çoğaltılan yazmalarda, yukarıda zikredilen türden metne müdaheleler yapılmamıştır. Bu müdahaleler, Şia’nın imamet konusuna ters düşen hususlarda yapıldığı anlaşılmaktadır. Örneğin Şia, Ali’nin Peygamber tarafından tayin edilen ilk imam olduğunu, ondan önce halifeliği ele geçiren Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın imametlerinin gayr-i meşru olduğunu iddia eder. Böyle inanmaları dolayısıyla metinde “Hulefâ-i Râşid’in” yerine Emîre’l-Müminin Ali” konulmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber’in eşi hakkındaki olumsuz tutumları, Ayişe adının geçtiği yerlerde bu ismin atılmasına veya ilgili kısmın tamamen çıkarılmasına sebep olmuştur. Diğer taraftan Şia, eimme-i Masumîne / Ehl-i Beyt imamlarına uymayı, onların hadislerini kabul etmeyi, onların rivayet zincirinde bulunmadığı rivayetleri kabul etmemeyi bir ilke olarak benimsemiştir. Bu sebeple metinde “icma-ı ehl-i İslam veya Resûle mutabaat” şeklindeki ifadeler, “eimme-i masumin’e mutabaat” olarak değiştirilmiştir. Aslında bütün bu değişiklikler Şeyh Safî ve müridlerinin mezhebinin değiştirilmesi amacına yönelikti. Nihai anlamda ise, bu teşebbüsler Safevilerin Şiileşmesiyle birlikte Erdebil Tekkesine bağlı Anadolu’daki Türk boylarının Şiileştirmesi yönelik idi.
Şeyh Safî döneminde veya onun ölümünden kısa süre sonra yazılan diğer eserler, metinler üzerindeki tahrifatı doğrulamaktadır. Örneğin Şeyh Safî’nin doğduğu ve eğitimin tamamlayarak tekrar döndüğü Erdebil’in mezhebi durumu hakkında en değerli bilgiye Hamdullah Müstevfî el-Kazvînî’nin 741/1340 yılında, Şeyh Safî’nin ölümünden altı yıl sonra bitirdiği Nüzhetü’l-Kulub adlı kitabında rastlamaktayız. Onun verdiği bilgeye göre, o dönemde Erdebil halkının çoğunluğu Şafiî idi ve Şeyh Safî’nin müridleriydi (el-Kazvinî, (1915: 81). Mazzaoui’nin de ifade ettiği gibi, Hamdullah Müstevfî’nin verdiği bilgilerden iki önemli sonuç çıkmaktadır: Birincisi, Şeyh Safî ve tarikatı Moğollar tarafından büyük sagı görüyordu. İkincisi, Erdebillilerin çoğunluğu fıkıhta Şafiî mezhebine mensuptu ve Şeyh Safî’nin müridleriydi. Daha sonraki kaynaklar Şeyh Safî’nin mezhebi hakkında birbiriyle çelişkili bilgiler verse de, Şeyh Safî’nin ve oğlu Sadreddî’nin Şafiî olduğu Safvetu’s-Safâ’da onlar hakkında verilen bilgilerce de doğrulanmaktadır. İlk Safvetu’s-Safâ yazmalarında VIII. bölümde, mezhebi ile ilgili sorulan bir soruya şu cevabı vermiştir:
“Biz Sahâbe’nin mezhebindeyiz; dördünü de severiz; dördüne de dua ederiz; sözlerinde; “Ruhsat yolunu değil, azimet yolunu tutarız.” Daha sonra kendisine uyanların da bu yolu tuttukları, hatta oğlu Sadreddin’in, annesine eliyle dokunduğu vakit, Şafiiyye’ye uyup abdest aldığı yazılıdır.” (İbn Bezzâz et-Tevekkülî, Ayasofya No: 3099: v. 200a; Krş.: İbn Bezzâz et-Tevekkülî, Ayasofya No: 2123: v. 463b-464a) Bu bilgiler, sonraki yazmalarda Şeyh Safî’nin Şiîleştirilmesi yönünde tahrifata uğramıştır. Örneğin pek çok konuda Şiî unsurların sokuşturulduğu Safvetu’s-Safâ’nın Muallim Cevdet nüshasında Şeyh Safî’nin Şiî bir şahsiyet olarak sunulduğunu[5] görmekteyiz: “Şeyhe mezhebini sordular; dedi ki: Allah’ın salât-ü selâm’ı Ona olsun, Peygamber; “Sen bana, Musa’ya Harûn ne menzildeyse, o menzildesin buyurdu; O’nun ve selâm onlara, Ma’sum evlâdının mezhebindeyiz; onlara şiddet, musibet zamanlarında yardımcılarına dostuz; düşmanlarına, zulmedenlerine düşmanız; mezheplerden hangisi daha çetin ve ihtiyâta daha yakınsa onu seçeriz.”[6] (İbn Bezzâz et-Tevekkülî, Muallim Cevdet Kitaplığı, No: 1: v. 654; Gölpınarlı, 1997: 173)
Sadece mezhebî taraftarlığın sebep olduğu değişiklikleri, Safvetu’s-Safâ’nın kısmen veya muhtasar çevirilerinden, özellikle IV. Bölümü’nün Türkçe’ye çevirilerinden hareketle bir tablo üzerinde kronolojik olarak vermek istiyorum.
Tarih | Vr./s | Metin | Vr./s | Metin | Vr./s | Metin | ||
AB 759/1358 (1976) | 298(129b) | Rüyasında Hz. Aişe ve Fatıma’yı gören ve onlar hakkında soru soran Revafız mezhebinden birisine Şeyh Safi’nin eleştirisi: “Bunlar kıyamet gününün hatunları ve ümmetin şefaatçileridir.”. (Abbas Mirzalı’nın metni Türkçe özeti) | ||||||
G 861/1457’den önce | 33b | Padişah didügümüzden murâd Hz. Risâlet’dür (sav) Ve vezirden murâd Hulefây-ı Râşidîndür- Rızvanullahi aleyhim- Peygamber ve meşâyıhdur. | 39a | Mümin dahi buncılayın Peygamber’e (sav) ve Peygamber’ün ashâbına ve icmâ-i ehl-i İslâm’a mütâba’ât idüb karar ider ve muhalefet itmez. | 40a | Kıble birdür ve Tanrı birdür ve Resûl birdür ve Hak Ta’âlâ’ya mütâba’at yolu birdür. | 42a | Ve bir dânişmen dahi ki sırrıle Refâziler mezhebin dutardı. Ayitdi: “ Ey Şeyh! Âyişe-yi Sıddıka-yı Fâtıma-yı Zehrân-ı bu gice düşde gördüm. Başlarında kara örtüleri vardı. Şeyh Kaddesallahu sırrahu buyurdu ki: “ Anlar kıyâmet güninün hatunları ve ümmetün şefi’leridür. Lâkin anları ol vechile görmek halel-i i’tikâddandur.” |
TY 861/1464 M 868/1464’den önce | 44a 53a | Padişah didügümüzden murâd Hz. Risâletdür. Ve vezirden murâd Hulefây-ı Râşidîndür- Rızvanullahi aleyhim- ve meşâyıhdur. | 51a 62a | Mümin dahi buncılayın Peygamber’e (sav) ve Peygamber’ün ashâbına ve icmâ-i ehl-i İslâm’a mütâba’ât idüb karar ider ve muhalefet itmez. | 52b 63b | Kıble birdür ve Tanrı birdür ve Resûl birdür ve Hak Ta’âlâ’ya mütâba’at yolu birdür. | 55a 67b | Ve bir dânişmend dahi ki sırrıle Refâziler mezhebin dutardı. Ayitdi: “ Ey Şeyh! Âyişe-yi Sıddıka-yı Fâtıma-yı Zehrân-ı bu gice düşde gördüm. Başlarında kara örtüleri vardı. Şeyh Kaddesallahu sırrahu buyurdu ki: “ Anlar kıyâmet güninün hatunları ve ümmetün şefi’leridür. Lâkin anları ol vechile görmek halel-i i’tikâddandur.” |
A 896/1491 | 103b | Ân Pâdişâh-ı Peygamberest Salavatullahi ‘aleyhi- ve Vezîr Hulefâ-i Râşidîn –-Raziyallahu anhum- ve Meşâyıh-ı Dîn | 106a | Hemçünîn mü’min ber mütâba’at-i Peygamber-Salavâtullahi ‘âleyhi- ve sahabe ve icmâ-i ehl-i İslâm karar gîred ve muhâlefet câiz ne şümürd. | 106b | Kıble yeki, Hudâ-yı Ta’âlâ yeki ve Resûl yeki ve râh-ı secde bi-mütâba’at yeki | 107a | Ve ân dânişmend-i diger, mezheb-i Revâfız ezu pûşîde der ser daşt koft: “ Şeyh ‘Âyişe-yi Sıddîka ve Fâtıma-yı Zehrâ ra- Razıyallahu ‘anhuma- der hob dîdem. (şiir) ki îşân râ mukni’ siyâh bûdî ber ser” Şeyh –Kuddise sırrahu- fermûd: “Îşân hâtunân-ı kıyâmet ve şefîân-ı ümmetend. Lîkin halel der i’tikâd bînende est.” |
N 949/1543 | 394 | Pes ol dedügüm Padşâh Paygamberdür (s.) ve veziri ve vasîsi Emirilmüminin ve imamulmuttakin Ali İbn Talib (as)dür. | 403 | Mü’min dahi hem böyle Peygamber’ün mütâbi’etine (s.) ve İslâm ehl-i ilen karar dutar ve Peygamber’ün muhâlifetini hergiz eylemez. | 405 | Kıble bir ve Peygamber bir ve mürşid ile yol ve tarîk bir bilmek gerek | 409 | İkincî danişmend yaman mezheblü idi ve mezhebin gizlerdi dedi: “Yâ Şeyh, Hazret Fatimeyi – Zehrayı (a.s.) vakıede gördüm kim, başını bir göy mi’cer ilen örtmüş idi.” Hazret Şeyh (k.s.) buyurdı: “ Ol kıyametün hatunı ve ümmetün şefaatçisidür, Amma bu dışı görenün etikadında haleli var.” |
KE 966/1558-59 | 18a | Padişah didügimizden murâd Hazret-i Risâletdür, vezirden murâd Hazret-i eimme-i ma’sûmîndür, meşâyıh-ı ‘ızâmdur. | 72b | Mü’min dahi Peygamber (as) evladına mütâba’at idüp ikrâr ider ve muhâlefet itmez. | 73a | Kıble bir, Hak Ta’âlâ’ya mütâba’at birdür. | 78b | Bu kısım yer almamaktadır. |
İ 968/1560 | 47b | Padişah didügimizden murâd Hazret-i Risâletdür, vezirden murâd Hazret-i eimme-i ma’sûmîn ve meşâyıh-ı ‘ızâmdur. | 56b | Mü’min dahi Peygamber (as) ve evlâdına (as) mütâba’at idüb karâr ider ve muhâlefet itmez. | 57a | Kıble birdür ve Hakk Ta’âlâ’ya mutâba’ât birdür. | 61b | Bu kısım yer almamaktadır |
R 930-984/1524-1576 | 63b | Pâdişâh didigümizden murâd Hazret-i Risâletdür -Aleyhisselâm-. Vezir didügü murâdımızdan eimme-i ma’sûmindür. | 74a-74b | Mü’min dahi Peygamber (sav) evladına mütâba’at idüp ikrâr ider ve muhâlefet itmez. | 76a-76b | Kıble birdür ve Tanrı birdür ve Resûl birdür ve Resûle mütâba’at itmek birdür ve mezheb-i eimme-i hüdâ | 80b | Bu kısım yer almamaktadır. |
MC 1037/1628 | 164b | Pes ân Pâdişâh-ı Peygamberest Salavatullahi ‘aleyhi ve Selâmuhu- ve Vezîr-i Emîrü’l-Müminîn Ali Aleyhisselam ve eimme-i ma’sûmîn Rızvanullahi ‘aleyhim ecmaîn ve Meşâyıh-ı Dîn | 169a | Ve hem çünîn mü’min ber mütâba’at Peygamber –Salâvâtullahi ‘aleyhi- ve sahâbe ve icmâ-ı ehl-i İslâm karar gired ve muhâlefet câiz şümürd. | 169b | Kıble yeki, ve hudâ yeki, ve râh-ı secde bi-mütaba’at yeki | 171b | Hz. Fatıma ile ilgili bir rüya olarak geçiyor. Hz. Ayişe yok. Rüyayı görenin mezhebi Harûri (?) olarak veriliyor. |
K 1038/1629 | 51b-52a | Hasıl padişahdan murâd Habîb-i Ekremdür. Vezîrden murâd Hulefâ-i Râşid’ündür- Rızvânullahi ‘aleyhim ecma’îndürler ve meşâyihdur | 59b | Mü’min dahi Peygamber –Sallallahu ‘aleyhi ve sellem’i ve ashâbını ve icmâ-ı ehl-i İslam’ı bulub mütâba’at itmeyince karâr itmez ve muhâlefet itmez. | 61a | Kıble bir ve Tanrı birdür ve Resûl birdür ve Hakk Ta’âla’ya mutâba’ât yolu birdür. | 64a-64b | Ve bir dânişmend dahi sırrıle Revâfız mezhebinde idi. Ayitdi: “ Ey Şeyh! Âyişe Hazretin ve Fatıma-yı Zehrâyı bu gice düşde gördüm, başlarunda kara örtülü idi. Şeyh buyurdı ki: “Anlar kıyâmet güninün hâtunı ve ümmetün şefi’leridürler. Lâkin anları o vecihle görmek halel-i itikaddandur.” |
KA 1041/1632 | 53a | Padişah didügümüzden murâd Hz. Risâletdür. Ve vezirden murâd Hulefây-ı Râşidîndür- ve meşâyıhdur- Rızvânullahi Ta’âlâ ‘aleyhim ecma’în- | 61a | Mü’min dahi buncılayındur, Peygamber’e (sav) ve ashâbına ve icmâ-i ehl-i İslâm’a mütâba’ât idüb asla muhâlefet itmez. Anun evâmirine itâ’at ider. | 62a | Zirâ kıble birdür ve Tanrı birdür ve Resûl birdür ve Hak Ta’âlâ’ya mütâba’at yolu birdür. | 65a-65b | Ve bir dânişmend dahi ki setren Refâziler mezhebin dutardı, su’âl idüb ayitdi: “ Ey Şeyh! Âyişe b. Ebû Bekr ve Fatıma-yı Zehrâyı bu gice vakı’amda gördüm, başlarunda kara örtüleri var idi” didi. Şeyh –Kaddesallahu sırrahu-cevâb buyurdılar ki: “Anlar kıyâmet gününde ulu hâtunlardur ve ümmet-i Muhammedün şefi’leridür. Lâkin anları eyle görmek halel-i itikaddandur.” |
H 1083/1673 | 62 | Hasıl padişahdan murâd Habîb-i Ekremdür. Vezîrden murâd Hulefâ-i Râşid’ündür- Rızvânullahi ‘aleyhim- ecma’îndürler ve meşâyihdur. | 72b | Mü’min dahi buncılayın Peygamber’e (sav) ve Peygamber’ün ashâbına ve icmâ’-ı ehl-i İslâm’a mütâb’at idüb karar ider ve muhâlefet itmez. | 74b | Kıble birdür ve Tanrı birdür ve Resûl birdür ve Hakk Ta’lâ’ya mutâba’ât yolu birdür. | 78b | Ve bir dânişmend dahi ki sırrıle Refâziler mezhebüni dutardı. Ayitdi: “ Ey Şeyh! Âyişe-yi Sıddîka-yı Fatıma-yı Zehrânı bu gice düşde gördüm, başlarında kara örtüleri var idi. Şeyh –Kaddesallahu sırrahu- buyurdı ki: “Anlar kıyâmet güninün hâtunları ve ümmetün şefi’leridür. Lâkin anları o vecihle görmek halel-i itikaddandur.” |
HM 1254/1859 | 49b | Padişah didügimizden murâd Hazret-i Risâletdür, vezirden murâd Hulefâ-i Râşidîn’dür ve meşâyıhdür. | 56a | Mü’min dahi buncılayın tâ Sultândur, Peygamber’e ve Peygamber’ün ashâbına ve icmâ-ı ehl-i İslâm’a mütâba’at idüb karar ider ve muhâlefet itmez. | 57b | Kıble birdür, Tanrı birdür, Resûl birdür, Hakk Ta’âlâ’ya mutâba’ât yolu birdür. | 60b | Ve bir dânişmend dahi setrile Râfiziler mezhebin tutardı.Ayitdi: “ Yâ Şeyh! Âyişe-yi Sıddîka’yı ve Fatıma-yı Zehrâyı bu gice düşümde gördüm, başlarunda kara örtüleri var idi. Şeyh –Kaddesallahu sırrahu-buyurdı ki: “Anlar kıyâmet güninün hâtunlarıdur ve ümmetün şefi’leridür. Lâkin ol vechile görmek halel-i itikaddandur.” |
SS 1994 | 487 | “Pes ân Pâdişâh Peygamberest- Salavatullahi ‘aleyhi- ve vezir, Hulefâ-i Râşidîn- Raziyallahu ‘anhum- ve meşâyıh-i Dîn | 496 | Hemçünîn mü’min ber mütâba’at-ı Peygamber-salâvâtullahi ‘aleyhi ve sahâbe ve icmâ-ı ehl-i İslâm karar gired ve muhâlefet caiz şümürd. | 498 | Kıble yeki ve Hudây-ı Ta’âla yeki ve Resûl yeki, ve râh be-Hudâ be-mutâb’ât yeki | 502 | Ve ân dânişmend-i diger, mezheb-i Revâfız ez pûşîde der ser daşt koft: “ Şeyh ‘Âyişe-yi Sıddîka ve Fâtıma-yı Zehrâ ra- Razıyallahu ‘anhuma- der hob dîdem. (şiir) ki îşân râ mukni’ siyâh ber ser bûdî ” Şeyh fermûd: “Îşân hâtunân-ı kıyâmet ve şefîân-ı ümmetend. Lîkin halel der i’tikâd bînende est.” |
Yukarıda tarihi sırayla nüshalardan yapılan alıntılar, Şeyh Safî’nin Şiî olmadığını, Safevilerle birlikte onun mezhebi ve görüşleri ile ilgili Safvetu’s-Safâ’nın metninde tahrifata gidildiği ve Şiîleştirilmeye çalışıldığı açıkça görülmektedir. Eser üzerinde en büyük değişiklikler, Şah I. Tahmasb (984/1576)’ın emriyle, Ebû’l-Feth Hüseynî (1569) tarafından yapılmıştır. Ancak onun dışında eseri Türkçe’ye çevirenler ve müstensihlerin de metinler üzerinde önemli tasarruflarda bulunduğu ve değişiklikler yaptığı açıktır. Safvetu’s-Safâ’nın Farsça’sından ve Türkçe çevirilerinden anlaşıldığına göre, sadece mezhebi ile ilgili bilgiler değil aynı zamanda Şeyh Safî’nin soyu, şeceri ve nesebi ile ilgili bilgiler de yeniden düzenlenmiştir. Bu tür tahrifatla, Mirza Abbaslı’nın makalesinde isbat ettiği gibi, Şeyh Safî’nin soy şeceresi 12 İmam’dan birisi olan Musa Kazım’a dayandırılmış; Türk olduğu yönündeki bilgiler çıkarılmış ve Şiî bir kimse olarak gösterilmeye çalışılmıştır. İlgili metinlerde soy şecerelerindeki değişiklikleri ele almayı başka bir tebliğe bırakıyorum. Ancak sonuç olarak bir hususun altını çizmek istiyorum. Safevi devletinin kuruması ve Şiileşmesi, Kızılbaşlık açısından tarihsel bir dönüm noktası olmuştur. Kızılbaşlığın tarihini incelerken Safevî öncesi ve Safevî sonrası olmak üzere iki ayrı dönem göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Özellikle bu iki dönemin belirgin özelliklerini, onların dini, tasavvufî ve siyasî görüşlerini ele almak üzere her iki dönemde yazılan metinlerin karşılaştırılmasıyla ortaya konulması son derece önemlidir. Bu konunun aydınlatılabilmesine ışık tutacak olanlar ise, gerek Safvetu’s-Safâ’dan gerekse ondan bağımsız oluşturulmuş Menâkıb, Makâlât, Buyruk veya benzeri adlarla bilinen metinlerdir. Bu sebeple öncelikle bu adla bilinen metinlerin, tek bir yazmadan hareketle değil, asıl metinleri ve bunlardan dönüştürülenlerin tamamını elde ederek, üzerinde ciddi tahkik çalışmaların yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde Safevî iktidarının emriyle oluşturulan Şiî metinleri Kızılbaşlığın metinleri olarak göstermiş oluruz.
KAYNAKÇA ABBASLI, Mirza. (1976). “Safevilerin Kökenine Dair”, Belleten, C. XL, sayı: 158, 287-329.CEBECİOĞLU, Ethem. (1999). “İbn Bezzâz”, TDVİA., İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları. XIX, 378-379.ETHÉ, Herman. (1903-). Catalogue of Persian Manuscripts in the Library of the India Office. by H. E., Oxford. GÖLPINARLI, Abdülbâkıy. (1997). Târih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şîîlik. İstanbul: Ders Yayınları.İBN BEZZÂZ ET-TEVEKKÜLÎ. Safvetu’s-Safâ. Ayasofya No: 3099.KATİP ÇELEBİ, Mustafa b. Abdullah (1067/1657). (1971): Keşfü'z Zünûn. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı.EL-KAZVÎNÎ, Hamdullah Müstevfî. (1951). Nüzhetü’l-Kulûb. ed. G. Le Strange. Leyden- London: E. J. Brill, Imprimerie Orientale.KUTLU, Sönmez (2006). Alevilik-Bektaşilik Yazıları. Ankara: Ankara Okulu.MAZZAOUİ, Michel. (1972). The Origins of the Safewids. Weisbaden: Franz Steiner Verlag GMBH.NAĞISOYLU, Möhsün. (2003). Orta Asrlerde Azerbaycanda Tercüme Abidesi “Şühedaname”, Bakı-Nurlan: Azerbaycan Milli İlilmler Akademisi, Fuzuli Adına Elyazmalar Enstitisü .NİŞÂTÎ. (2006). Şeyh Safi Tezkiresi, Nşr.: Möhsün Nağısoylu vd. Bakı-Nurlan: Azerbaycan Milli İlilmler Akademisi, Fuzuli Adına Elyazmalar Enstitisü .RİEU, P. Charles. (1888). Catalogue of the Turkish Manuscripts in the British Museum, London. SADIKOV, E. (1973). Şeyh Safi Tezkiresi’nin Dili (leksika). Nam.diss. Bakı: Azerbaycan Milli İlilmler Akademisi.ŞEYH SAFÎYÜDDÎN EL-ERDEBİLÎ. (2004). Kara Mecmua II Şeyh Safi Tezkiresi. Nşr.: Muhammed Sadık Nâibî. Tahran/Kiş.ŞEYH SAFÎYÜDDÎN EL-ERDEBİLÎ. (2005). “Şeyh Safi Tezkiresi”. Nşr.: Filiz Kılıç-Ayşe Yıldız. Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 36 (Kış), 9-104.ZIRKE, Heidi. (1987). Ein agiographisches zeugnis zur Persischen geschichte aus der mitte des 14. jahrhunderts : das achte kapitel des Safwat as-safa in kritischer bearbeitung, Berlin: Islamkundliche Untersuchungen, Band: 120.
[1] Bkz.: Şeyh Safî. (2006). Şeyh Safi Tezkiresi, neş.: Möhsün Nağısoylu vd., Baku-Nurlan: Azerbaycan Milli İlilmler Akademisi, Fuzuli Adına Elyazmalar Enstitisü. 3-23.
[2] Bu eser Möhsün Nağısoylu tarafından yayınlanmıştır. Bkz.: Nağısoylu, Möhsün. (2003). Orta Asrlerde Azerbaycanda Tercüme Abidesi “Şühedaname”, Bakı-Nurlan: Azerbaycan Milli İlilmler Akademisi, Fuzuli Adına Elyazmalar Enstitisü .
[3] Eserin diliyle ilgili bir tez çalışması yapılmıştır. Bkz.: Sadıkov, E. (1973). Şeyh Safi Tezkiresi’nin Dili (leksika). Nam.diss. Bakı: Azerbaycan Milli İlilmler Akademisi.
[4] Ancak CD’deki varakların karışması, ilgili çalışmaya da yansımış olup metni baştan sona takip etmek mümkün değildir. Diğer yandan tek bir yazmanın kullanılması, metnin tahkiki yoluna gidilmemesi, Nâibi neşrine başvurulmaması ve bu eserin Safvetu’s-Safâ’nın bir bölümü olduğunun anlaşılamaması, metindeki Şii unsurların asıl metindenmiş gibi algılanmasına ve okuma ile ilgili sorunlara sebep olmuştur.
[5] Abdulbâkıy Gölpınarlı, Şeyh Safî’nin mezhebi konusunda takiyye yapmış olabileceğinini ileri sürmüştür. Ancak ikinci ihtimal olarak Şeyh Safî’nin soyundan gelenler Şîa mezhebine mensup boyların desteğini alabilmek için atalarını Seyyid ve Şîî gösterdikleri üzerinde durur. Bkz.: Gölpınarlı, 1997: 173.) Safvetu’s-Safâ’nın, Safevîler öncesi Anadolu’da yapılan çevirileri incelendiğinde, Şeyh Safî ile ilgili verilen bilgilerden onu Şiî olmadığı açıkça görülmektedir. Eğer Gölpınarlı, bu metinleri incelemiş olsaydı ikincisini ihtimal olarak değil asıl sebep olarak gösterirdi.
[6] Safevî hükümdarı Şah Tahmasb döneminde Safvetu’s-Safâ’yı Türkçe’ye çeviren Nişâtî de, onun mezhebiyle ilgili bilgileri, tahrif ederek vermiştir: “ Hazret Şeyhden (k.s) sual klıdılar kim, ne mezhebün var? Buyurdu kim, dervişlerün mezhebi Hekkün mezhebidür ve ferzend gerek atasınun mezhebinde ola. Çün dedelerimizün mezhebi kim, siratül-müstakimdür ve mö’min evliyalar ol yola varupdurlar ve bir kılca Mustafa ile Murtaza aleyhimasselam vettehiyyat velikramun buyurdugından çıhmayubdurlar, biz dahi anlarun ardıncavarub doğru yoldan dönmezüz, inşallah, bir yola varuruz kim, mehşerün güninde nebi ile vesi ve Ehl-i Beytleri yanında hecalet çekmeyeceğüz.” (Nişâtî, 2006: 706) Safvetu’s-Safâ’nın Farsça yazmalarnıda bu kısmın tarihi sırayla nasıl yer aldığını Zikre, bu eserin VIII. bölümünün tahkikiyle ilgili yaptığı çalışmada bir tablo olarak vermiştir. (Bkz.: 1987: 46)