DİN ÖĞRETİMİNDE MEZHEPLER ÜSTÜ YAKLAŞIM
Temel insan hakları arasında sayılan
din ve vicdan özgürlüğü, ailelere,
kendi çocuklarına dinini ve
inancını öğretme hakkı tanımaktadır. Çağdaş
dünyada, laik ve laik olmayan ülkelerde, bu hakkın
kullanımı için çeşitli modeller geliştirilmektedir. Bunun sonucunda din dersi/din eğitimi/din
öğretimi, devletin resmi okullarında veya kiliseye ait özel okullarda
verilmektedir. Genelde batılı ülkelerde, ya doğrudan din dersleri adıyla bir
dinin ve doktrinin eğitimi şeklinde veya bundan kısmen bağımsız Ahlak/
Değerler dersi şeklinde ya da her ikisi birlikte verilmektedir. Ancak
bu hakkın nasıl kullanılacağı konusunda,
doğulu ve batılı eğitim ve din eğitimi uzmanları ile teologların önünde cevaplamaları gereken pek çok soru
bulunmaktadır: Aileler bu hakkı, nasıl kullanacaktır? Devletin resmi
okullarında mı verilmeli yoksa mensubu bulunduğu Mezhep ya da Cemaatin açtığı
özel okullarda mı verilmelidir? Özel okullarda veya devlet okullarında
verilecekse devletin bu dersleri kontrol etme hakkı var mıdır? Varsa ne kadar
ve hangi ölçüde kontrol edecektir? Bu derslerden devlet mi yoksa Cemaatler mi
sorumlu olacaktır? Bu dersi devlet verdiği takdirde, aileler verilen derslerin
içeriğini beğenmezse, çocuğunun bu dersi
özel okullarda veya okul dışında bir mekanda almasına izin ve imkan
tanınacak mıdır? Devletin bu eğitime hiç karışmaması veya kontrol etmemesi
mümkün müdür? Kontrol ettiği takdirde bu dine bir müdahele sayılır mı? Toplumun
istikrarı açısından ve milli kimliğin oluşturulması bakımından bu derslerin
önemi nedir? Bu ders, din dersi mi yoksa
din bilgisi formatı içerisinde mi
verilecektir? Bu ders, din eğitimi mi
yoksa din öğretimi mi olacaktır ? Dersin
programı hazırlanırken Mezhep merkezli/ Din merkezli veya Mezhepler üstü ya da dinler arası bir yaklaşım mı benimsenecektir? Devlet
okullarında laik bir eğitim sisteminde, doktrin/mezhep merkezli din dersi
mümkün müdür? Eğer mümkünse belli mezhebe mensup öğrenciler, farklı sınıflarda
bu dersi almaları gerekmez mi? Ayrı sınıflarda verildiği takdirde, toplum için
din birleştirici olmaktan çıkıp, ayrıştırıcı ya da parçalayıcı bir unsur haline
gelmez mi?
Her birisi ayrı bir tebliğ konusu
olan bu soruları çoğaltmamız mümkündür. Bizi ilgilendiren, dersin adı her ne
olursa olsun, dersin programdaki yeri ister ihtiyari ister seçmeli olsun,
Türkiye’de din eğitim ve öğretiminin okullarda verilmesi söz konusu
olduğunda, bu dersin kimin sorumluluğu
altında verileceği veya hangi okullarda verileceği konusunda ilk bakışta şu seçeneklerle
karşı karşıyayız: a) Din Eğitim ve Öğretimi Mezheplerin veya Cemaatlerin özel
okullarında verilebilir. Bu durumda din eğitiminin içeriğinden dini mezhep ve cemaatler sorumludur. Her
mezhep ve dini oluşum, kendi özel okullarında veya diğer kurumlarında, kendi
metinleri üzerinden kendi mensuplarına
kendi din anlayışlarını öğretir. Devlet bu pogramların pedogojik yönden
iyi hazırlanıp hazırlanmadığı, verilen içeriğin devletin eğitim felsefesine ve
amaçlarına uygunluğu, toplumsal barışa katkısı açısından denetler. Bu durumda doktriner veya mezhep
merkezli din eğitiminden söz edilebilir.
Örneğin Sünni-İslam Din Dersi, Şii-İslam Din Dersi, Hanefi-İslam Din Dersi,
Şafii-İslam Din Dersi, Alevi-İslam Din Dersi ve Mevlevi-İslam Din Dersi.
Türkiye’de mezheplere ve dini cemaatlere ait özel okullar olmadığı ve
kendilerine ait özel kurumlar olmadığı sürece, bu seçeneğin bugün için uygulama
alanı yoktur. b) Din Eğitim ve Öğretimi, resmi okullarda verilir. Din kültürü
ve ahlaki değerler, hiç bir mezhep ve doktrine bağlı kalmaksızın mezhepler üstü
veya birleştirici bir yaklaşımla devlet okullarında öğretilir. Bunun adı
mezhepler üstü veya Birleştirici din öğretimidir. İslam’da dini temsil makamı
olmadığından ve din eğitiminin mezhep ve cemaatlere bırakıldığı takdirde
ideolojik eğitime dönüşmesi ihtimali karşısında, dini grup ve cemaatlere eşit uzaklıkta
durması gereken laik devlet, din konusunda vatandaşları doğru bilgilendirmeyi
bir kamu hizmeti olarak üslenir ve resmi okullarda bu ihtiyacı karşılamaya
çalışır. Bu durumda, en önemli sorun
mezhepler ve farklı anlayışların ne şekilde öğretime konu edilebileceğidir.
Laik devlet, mezheplerle ilgili
bilgilendirmeyi kendi okullarında yapar;
her hangi bir mezhebin itikadi ve ibadetlerinin öğretilmesini ise, çocukların
ailelerine bırakabilir. c) Her dini topluluk, kendi mezhep ve din anlayışını
resmi eğitim sistemi müfredatı içerisinde kendisi verir. Bu da birinci seçenek
gibi mezhebî veya mezhep merkezli din eğitimidir. Bu durumda, laik sistemde farklı mezhep ve anlayışların eğitimi olup
olamayacağı gündeme gelir. Aslında bütün sorun genel din dersi mi yoksa
Cemaatin din dersi mi konusunda düğümlenmektedir. Bana göre, din dersleri, özel
okullarda veya devlet okullarında, her
hangi bir mezhep veya anlayışın eğitimi olarak verilse dahi, farklı anlayışlara
mensup öğrencilerin birbirlerini daha iyi anlamaları ve ortak bir zeminde
buluşabilmeleri için İslam dininin, kültürünün ve ahlaki değerlerinin
öğretildiği herkesin katılabileceği
genel bir din dersinin orta öğretim programlarında yer alması kaçınılmazdır.
Müslüman toplumlarda, özellikle
ülkemizde, genelde eğitimle, özelde din
öğretimiyle amaçlanan toplumsal, bireysel ve ahlaki hedeflerin gerçekleştirebilmesinde ve toplumsal barışın
sağlanmasında önemli katkılarının bulunacağına inandığım belli bir anlayışın
öğretildiği mezhep merkezli bir eğitim yerine bütün anlayışları kucaklayacak
mezhepler üstü/ birleştirici yaklaşımı tartışmaya açmak istiyorum. Ancak
yaklaşımın ne olduğuna geçmeden önce, tartışmanın daha sağlıklı bir
zeminde yapılabilmesi için İslam düşüncesinde ortaya çıkan farklı din
anlayışları ve yorumlarının toplumsal ve teolojik boyutuyla ilgili bazı
hususlara dikkat çekmek istiyorum.
a)
İslam
düşüncesinde dinin anlaşılması ve yaşanması konusunda ortaya çıkan
farklılıkları, genel olarak siyasi-itikadî, fıkhî-ameli ve ahlakî yorumlar
şeklinde üçe ayırabiliriz. İnanç ve siyaset konularında geliştirilen ve belli
bir topluluk tarafından sürdürülen sistematik yorumlara siyasi ve itikadi mezhepler; ibadet ve
muamelatla ilgili hususlarda çözümler üretenlere fıkhî mezhepler; Ahlaki yönü
ağır basan ve ferdi terbiyeyi esas alanlara da
Sufi oluşumlar denmektedir. Bunlar İslam’ın özgün bir yorumu olabilir, ama
İslam’dan bağımsız bir inanç biçimi olarak görülemez.
b)
Farklı
tarihi, siyasi, toplumsal ve dini süreçler, farklı din anlayışlarının ortaya
çıkmasına ve kurumsallaşmasına sebep olmuştur.
Haricilik, Şia, Mürcie, Mu'tezile, Hadis Taraftarları, Maturidilik,
Eş'arilik, Nusayrilik,Yezidilik ve benzeri itikadi/kelâmi fırkalar; Hanefî,
Malikî, Hanbelî, Şafiî ve Caferî gibi amelî/fikhî mezhepler ve daha geç dönemde
ortaya çıkan Yesevilik, Nakşilik, Kadirilik, Rufailik, Alevilik-Bektaşilik ve
diğer mistik oluşumlar bu kurumsallaşmanın tezahürleridir.
c)
İslam'ın
anlaşılma biçimleri olarak kabul edilen mezheplerin ortaya çıkması, tarihsel,
politik-dini ve beşeri bir olgudur. İnsanlar farklı bakış açılarına göre,
farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Neticede her grup kendi anlayışının doğru
olduğunu iddia etmeye, onu ayet ve daha sonraları hadislerle temellendirmeye
çalışmıştır. Aslında her ekolün, ürettiği görüş ve çözümler, belli dönemin dini ihtiyaçlarını karşılamak üzere ortaya
konulmuştur. Dolayısıyla hiç bir mezhep, görüşlerinin bütün insanlık için
kıyamete kadar geçerliliği ve İslam'ı bütün yönleriyle temsil ettiği iddiasında
bulunamayacağı gibi kendisini İslam’la da aynileştireme iddiasında da bulunamaz.
Mezhep veya dini yorum geleneklerinden her hangi biri, bütün görüşleriyle
ne doğrudur, ne de yanlıştır. Her bir
mezhebin ve mensubunun doğru ve yanlışları olabilir. Beşeri ürünü olan bu
yapıların kutsallaştırılmaları doğru değildir.
d)
Ruhban
ve Kilise Hrıstiyanlık için son derece
önemlidir. Çünkü Hrıstiyanlık, kilise üzerinden temsil edilmektedir. Tanrı ile
insan arasına aracı insan/insanlar veya kurumlar konulmuştur. Bu yüzden
Katolik, Protestan ve Ortadoks olunmadan Hrıstiyanlığı yaşamak mümkün değildir.
Halbuki İslam’da Sünni, Şii ve Alevi
olmadan da İslam’ı yaşamak mümkündür. Allah’la insan arasında hiçbir aracı insanı
ve kurumu benimsemez. İslam’a girmenin Hrıstiyanlıkta olduğu gibi özel töreni
ve kaydı yoktur. İslam, özgür iradeyi esas alır ve bu tür törenlere ihtiyaç
duymaz. İslam’ı yaşamak için, her hangi bir mezhebe bağlanmak da şart değildir.
İslam’ın mezhepler ve diğer dini
anlayışlardan bağımsız bir gerçekliği
vardır. Çünkü İslam, mezhepler öncesinde var olan tarihsel bir olgudur. Bu
gerçekliği Kur’an ve Hz. Muhammed’in hayatındaki uygulamalar aracılığıyla
tespit etmek mümkündür. İslam’ın ahlakî prensipleri, inanç esasları ve ibadet biçimleri bu iki kaynak tarafından,
genel hatlarıyla belirlenmiştir. Bunlar
mezhepler öncesinde varlığı
bilinen, İslam’ın mezhepler üstü temel
değerleridir.
e)
Tarihte
ortaya çıkan mezhep ve tarikatlardan
Türkiye’de varlığını sürdürenler
incelendiğinde, Siyasi ve itikadi
mezheplerden Şiilik, Sünnilik –Maturidilik ve Eş’arilik-, Yezidilik ve
Nusayrilik; Fıkhî-amelî mezheplerden Hanefilik, Şafiilik ve Caferilik; sufi
oluşumlardan ise, Yesevilik, Kadirilik, Alevilik-Bektaşilik, Nakşilik, Rifailik
ve diğerleri bulunmaktadır. Bunların dışında, günümüzde ortaya çıkan,
Süleymancılık, Nurculuk gibi Cemaat adı
verilen diğer bazı gruplar bulunmaktadır.
Ülkemizde bugün için batıda
olduğu gibi, çok dinli ve çok kültürlü çoğulcu bir toplumsal yapı söz konusu
değildir. O halde din, öğretime konu edilirken birinci derecede kendi toplumsal
ihtiyaçlarımızı ve tarih boyunca ortaya
çıkan İslam yorumlarının İslamla ilişkilerini göz önünde bulundurmak ve buna
göre bir model geliştirmek durumundayız. Cumhuriyet döneminde, bu ders, ister
ihtiyari ister zorunlu olsun, başlangıçta, Kur’an merkezli ve sağlam kaynaklara dayalı İslam din dersi
şeklinde verilmesi amaçlanmıştır. Bu sebeple 1924 yılında ilkokullara konulan
derse Kur’an-ı Kerim ve Din Dersleri
denmiştir.[1]
1926’dan sonra ise, gerek ilkokullarda, gerekse ortaokul ve liselerde Din Dersi olarak program dışı yer almıştır.
Ancak 1982 Anayasasıyla , yeni ihtiyaçlar ve şartlar gereği, Din
Kültürü ve Ahlak Bilgisi adı verilerek muhteva genişletilmiştir. Türkiye
tecrübesinde, inanç esasına dayalı olmayan bir ulus devlet hedeflendiğinden
İslam öğretilirken, bütün mezheplerin
ortak paydalarını oluşturan temel doktrini öğretilmeye ve mezhebi eğitimden
kaçınılmaya çalışılmıştır. Türk eğitim sisteminde Laiklik, Tevhid-i Tedrisat
anlayışı gereği, Din dersleri adıyla program dışı veya içinde, seçmeli veya
zorunlu olarak dinin okullarda öğretilmesi ve okullarda öğretilen bu farklı
dini yorumlara ( mezhep ve tarikat) eşit
mesafede durulması, yani İslam’ın ibadet, ahlak ve ibadet boyutlarının
mezhepler üstü yaklaşımla öğretilmesi şeklinde yansımıştır. Din eğitimi,
1980’li yıllarda aynı amaçlarla dinin
öğretimi olarak zorunlu hale getirilmiştir.[2]
Avrupa ülkelerinde, din eğitim ve
öğretiminde tek bir yaklaşımdan
bahsetmek mümkün değildir, herkes kendi modelini kendi geliştirmiştir. Devlet
okullarında mecburi din dersi olanlar olduğu gibi, hiç din dersine yer vermeyen
ama özel kilise okullarında verilmesine müsaade eden ülkeler de vardır. Fransa
bir kenara bırakılırsa, Avrupa Birliği ülkelerinde, laiklik din eğitim ve
öğretimini resmi okullardan dışlamak anlamına gelmiyor. Hatta resmi okullarda
verilen din dersine ve bu dersi verenler öğretmenlere mali destek sağlıyor. Bir
ülkede birden fazla yaklaşım söz konusudur. Ruhbanlık sistemine sahip olan
Hrıstiyanlık ve ona bağlı mezhepler, kilise üzerinden temsil edilmektedir.
Avrupa Birliğindeki pek çok devlet, onlara özel okul açma ve bu okullarda kendi
dinleri merkezinde doktriner bir din eğitimi verebilme hakkı tanımıştır.[3] Ancak batılı ülkelere yapılan göçler, tek dinli ve tek
kültürlü toplum yapısını değiştirmiş,
çok kültürlü ve çok dinli bir yapının meydana gelmesine sebep olmuştur.
Böyle bir toplumsal yapının ihtiyaçlarını karşılamak için, diğer din ve kültürleri
nasıl öğretecekleri tartışılmaya başlanmıştır. Bunun sonucunda tek bir dinin eğitimini veren dinler merkezli, diğer dinleri de göz önünde
bulunduran dinlerarası, hiçbir dine bağlı olmaksızın dinler
üstü/birleştirici/ekümenik veya belli bir dinin belli bir mezhebi doğrultusunda doktrin merkezli yaklaşımlar
geliştirilmiştir. Bununla birlikte Avrupa ülkelerinde, Sünnilik, Şiilik ve
Alevilik gibi İslam yorumlarının
verilmesi için mevcut seçenekler, Hristiyan mezheplerinin verilişi için mevcut
seçeneklerden farklıdır.[4] Hatta Türkiye söz konusu olduğunda bu seçenekler Avrupa
ülkelerinden çok daha farklı ve bize özgü seçenekler olabilecektir. Bugün için,
Türkiye’de bu dersin zorunlu veya seçmeli olması tartışmalarını yapmak yerine,
bu derslerin nasıl ve hangi yaklaşımla verileceği konusu tartışılmalı ve
toplumsal ihtiyaçlarımıza en uygun yaklaşımın benimsenerek, bu doğrultuda ders
programlarının yeniden oluşturulması
çalışmalarına katkıda bulunmak daha yararlı olacaktır.
Din öğretiminde mezhepler üstü
yaklaşımın ne demek olduğunu anlayabilmemiz için, önce mezhep merkezli (
Cofessional/ denominationl/doktrinal) yaklaşımın tanımlanmasında fayda
görüyorum. Örneğin Katolik eğitim, konunun uzmanlarınca şöyle tanımlanmaktadır:
“ Katolik din eğitimi, yalnızca Katolik
öğretmenler tarafından, yalnızca Katolik öğrencilere ve Katolikliğe özel inanç
esaslarına dayalı öğretici materyallerle
öğretildiği anlamına gelir.”[5]
Bundan hareketle mezhebî eğitime, İslam dini ve onun etrafında oluşan yorumları
esas alarak yeni bir tanım getirebiliriz:
“Mezhep merkezli din eğitimi, bir mezhebin yalnızca o mezhebe mensup öğretmenler tarafından,
yalnızca o mezhebe mensup öğrencilere ve o mezhebe özel inanç esaslarına dayalı kendi öğretici metinleriyle
öğretilmesi demektir.”
Cumhuriyet döneminde Türkiye’de
böyle bir modelden uzak durulmaya çalışılmış ve genel politika olarak mezhepler üstü din öğretimi
modeli benimsenmiştir.[6] Her
ne kadar Din Kültürü Ahlak Bilgisi dersleri, toplumsal yapı gereği Sünni
öğretmenler tarafından öğretildiği söylenebilirse de, bu derse girmek ve onu
öğretmek için Sünni olmak şart değildir. Bugün için İlahiyat Fakültesi mezunu
olan ve pedogojik formasyon alan herkes bu dersi verebilir. Bu özellikleri
taşıyan, ama Sünni olmayan birisi de bu dersi verebilir. Nitekim bunun
örnekleri vardır. Bu dersler içerik itibariyle de mezhep merkezli değildir. Her
ne kadar namaz ve orucun bazı uygulama ve pratikleri Hanefi mezhebine göre
verilmekte ise de, bu o dersi Sünni bir ders yapmakta yeterli görülemez. Namaz
ve oruç, asıl itibariyle bütün mezheplerce kabul edilen mezhepler üstü bir
ibadettir. Sünniliğe ait bir uygulama değildir. Sadece bazı uygulama ve
pratiklerinde Hanefilik esas alınmıştır. Ayrıca bu dersler, her hangi bir
mezhebin metinlerine dayalı olarak işlenmemektedir. Hatta bu yüzden bazı Sünni
çevreler, bu dersi mezhepsizleştirme öğretisine dönüştürüldüğü şeklinde eleştirmektedirler.[7] İslamla ilgili bilgiler bütün mezheplerce
benimsenen Kur’an’ın öğretisi çerçevesinde verilmesi hedeflenmektedir. Son olarak
bu ders, sadece Sünnilerin bulunduğu sınıflarda
verilmemektedir. Bu yüzden Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri,
Türkiye’de mezhep merkezli bir yaklaşımla öğretime konu edilmemektedir. Bununla
birlikte eski programlar incelendiğinde, Kur’an’ı Kerim ve Din Bilgisi veya Din
Dersi adlarıyla ilkokul, ortaokul ve Liselerde 1924’ten itibaren konulan
derslerin müfredatlarında adı konulmamış olsa da, İnanç, ibadet ve ahlak
boyutlarıyla İslam’ın mezhepler üstü eğitiminin hedeflendiği açıkça
görülmektedir. Bununla birlikte Yörükân’ın teşebbüsü bir kenara bırakılırsa,
Mezhepler üstü bir yaklaşımı tam olarak yansıtan müfredat çalışmaları yenidir.
Yörükân adını koymaksızın ve bir din eğitimi kavramı olarak
kavramlaştırmaksızın, buna İlm-i Hâl
adını vermiştir. Bu eser, “ Âyetlerle Akîde Esasları”, “Âyetlerle Amel ve
Ahlâk” ve “Ayetlerle İbadet Esasları” olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır.[8]
İçerik incelendiğinde İlm-i Hâl ile
Kur’an’a dayalı İslam Din Dersi kastedildiği anlaşılacaktır. Aslında
bugün bundan Mezhepler üstü veya Kur’an merkezli bir yaklaşım olarak
bahsetmekteyiz.
Bütün bunlardan sonra İslam’ın
mezhepler üstü öğretimini şöyle tanımlamayabiliriz: “Mezhepler üstü din
öğretimi, İslam’ın inanç, ibadet ve ahlaki değerlerinin, her hangi bir mezhebin
din anlayışı ve yorumuna bağlı
kalmaksızın betimleyici bir tarzda öğretilmesidir.”
İslam’ın mezheb merkezli öğretiminin doğuracağı olumsuzlukları bertaraf
edebilmek için sosyal bir bilim olarak ve dinbilimsel araştırmalara dayalı
olarak verilmesi son derece önemlidir. Böyle olduğu takdirde normatif ve
ideolojik olmaktan uzaklaştırılabilir ve sırf din hakkında öğrenme süreçlerine
dönüştürülebilir. Aksi takdirde ideolojik bir eğitime dönüşür. Bu da insanların din kimliğini, mezhep
üzerinden tanımlamaya götüreceğinden toplumsal gerginliklere yol açar. Kavramın
tanımlanmasından sonra, tebliğin başında sorulan sorulara şunlar eklenebilir.
Orta öğretimde resmi veya özel okullarda Mezhepler üstü bir eğitim verildiği takdirde, bunun
müfredatının hazırlanmasında devletin ve ailelerin rolü ne olacaktır? Mezhepler
üstü din öğretimi yaklaşımdan maksat mezhepsizlik midir? Bu derslerin
müfredatında yer alacak konular, nasıl ve kimler tarafından belirlenecektir?
Mezhepler ve diğer dinler hakkında bilgi verilecek midir? Verilecek ise, hangi
aşamada ne kadar verilecektir? Verilen bilgiler, neye göre ve hangi metinlere
dayalı olarak verilecektir? Bu dersleri kimler okutacaktır? Bu derslerin
müfredatına uygun kitaplar nasıl ve kimler tarafından yazılacaktır?
İslam’ın öğretilmesinde mezhepler
üstü yaklaşımın, hem teolojik hem de din bilimsel olmasının öne çıkarılmasında
fayda vardır. Din Kültürü ve Ahlak bilgisi dersinin
dini, Türkiye’de inanılan dindir, yani
İslam’dır. Belli bir dinin öğretim konusu yapılması sebebiyle, teolojik yönün ağır basması kaçınılmaz
olacaktır. Yalnız bu derste İslam, sırf
Hanefî veya Şafiî ya da Bektaşî İlmihali çerçevesinde –Hrıstiyanlıktaki
Credo’dan farklı- ve kültür unsuru
olarak değil teorik ve pratik bütün
yönleriyle gündeme gelecektir. Ancak İslam’ın bütün insanları tevhid anlayışı
altında birleştirmeyi öngören teolojik doktrini, din öğretiminde mutlaka dikkate
alınmalıdır. Böyle olması, dinin,
bilimsel araştırmaya dayalı veriler esas alınarak öğretilmesine engel değildir. Çünkü, gerek
İslam gerekse diğer dinler ve onların yorumları hakkında verilen bilgiler, objektifliği ve evrensel olmayı esas alan din
bilimlerinin[9] verilerine dayalı dinbilimsel yaklaşımla,
disiplinler arası işbirliğiyle ve bir sosyal bilimlerin yöntemiyle ortaya konulmuş, araştırmaya dayalı bilgiler
olacaktır[10]; mezhepler, tarikatlar
veya örf-adetler yoluyla yaşatılan batıl ve hurafe cinsinden bilgiler
olmayacaktır. Bu yolla, dinin sırf bir gelenek olarak sunulmasının önüne
geçilecek ve günümüz insanının anlam arayışında, sorunlarını çözmede daha etkin
bir rol üslenecektir. Mezhepler üstü yaklaşımda, müfredat hazırlanırken asıl
etkin rol oynayan, din bilimciler olacaktır. Eğer mezhebî veya doktrin
merkezli bir din eğitimi yapılacaksa, o
zaman ilgili anlayışın mensupları ve önderleri bu dersin müfredatının
hazırlanmasında yer alması ve onlara danışılması kaçınılmazdır. Bir sosyal
bilim olarak öğretilmesi hedeflendiğinde
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin müfredatı hazırlanırken mezhep veya
tarikatların önderlerine veya örgütlerine sorulacak olursa, tek bir yorumun
baskısı veya etkisi altında kalınabilir. Bu da dersin, her hangi bir mezhebin
ideolojik baskı aracına dönüşebilir. Diğer taraftan her hangi bir mezhep veya dini cemaatin farklı alt grupları veya
ayrı düşünen örgütlerinin bulunması
kendilerine has bir din dersi müfredatının hazırlanmasının önünde önemli bir
engel oluşturmaktadır. Bunların tamamına
danışarak din dersi müfredatı hazırlamak son derece zor bir iştir. Bunun tipik
örneği bugün Alevi-Bektaşilikte yaşanmaktadır. Aleviliği İslam dışı anlayış,
kendine özgü bir din, Alisiz Alevilik, İslam’ın bir yorumu ve benzeri şekilde
gören ve buna göre öğretmek isteyen farklı gruplar vardır.[11] Örneğin Almanya’da olduğu gibi, belli bir mezhep veya cemaat, kendi özel okullarında
kendi dini yorumunu verecekse, o zaman dersin müfredatının, ilgili mezhep veya
dini oluşumun önde gelenleri veya temsilcileriyle din bilimcilerin ve konunun
uzmanlarının katkıları ve yönlendiriciliği
doğrultusunda hazırlanması uygun
olacaktır.
Mezhepler üstü yaklaşımda, mezhepleri
teolojik sistemleriyle; mensuplarını
mezhebî kimlikleriyle ayrıntılı olarak öğretime konu edinmek
hedeflenmemektedir. Bunun yerine dinî oluşumların dini ve ahlaki değerlere
katkıları verilir. Bu konudaki
özgün yorumları, kendi yazılı kaynaklarından seçilecek özgün
metinlerle desteklenebilir. Bu amaçla her bir mezhep ve dini oluşumun
tartışmasız metinleri, uygun yerlerde okuma parçası olarak konulur. Örneğin
Alevilik-Bektaşilik, öğretime konu edilirken,
onun dört kapı kırk makamı Hacı Bektaş Veli’nin kendi eserlerinde
açıklandığı şekliyle Ortaöğretimin ileriki aşamasında hiçbir yoruma tabi
tutulmadan okuma parçası olarak aynen verilebilir. Ama bu bilgiler, bu
ekollerin tarihi gelişimi hakkında bilgi verildikten sonra öğretildiği takdirde
daha iyi anlaşılabilecektir. Mezhepler üstü yaklaşımda, İslam’ın farklı anlayış
biçimleri olan mezhepleri ve dini oluşumları ortadan kaldırmak, dönüştürmek
veya değiştirmek söz konusu olamaz.[12]
Böylece farklı dini yorumların ve din
ile dini yorumlar arasındaki ilişkiyi doğru anlamaya, yeni açılımlar
yapabilmeye, “Alevilik-Sünnilik
meselesinin sorun olmaktan çıkarılmasına ve farklılıkların bir zenginlik olarak
algılanmasına”[13] imkan sağlanmış olur.
Çünkü geleneksel dini oluşumlar, mensuplarının
dini problemlerini çözmede ve ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktadır.
Yeni açılımlar yapılabilmesi için bu geleneksel yapılarla din arasındaki
ilişkiye eleştirel yaklaşmaya ve yapıcı sorgulamaya önem vermek faydalı
olacaktır. Böylece geleneksel dini
yapıları kutsallaştırmanın ve mezhebi taassuba düşmenin önüne geçilebilecek,
toplumdaki farklı yorumlara, bu yorumları benimseyenlere karşı saygı ve hoşgörü
artacaktır.
Mezhepler üstü yaklaşımda, farklı İslam yorumlarını birleştiren Allah, Hz. Muhammed, Ahiret inancı, Kur’an,
Hz. Ali, Ehl-i Beyt gibi temel ve ortak değerlerin farklı yorum sahiplerinin
kabul ettiği kaynaklar ve motiflerle desteklenmesi bir yaklaşım olarak
benimsenmek durumundadır. Örneğin ülkemiz açısından düşünüldüğünde Sünni, Şii, Alevi-Bektaşi ve diğer dini
toplulukların din anlayışlarında Ebû
Hanife, Ebû Mansur el-Maturidi, Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre ve Hacı
Bektaş Veli önemli bir yere sahiptir. İnanç, ibadet ve ahlak konuları, mezhep
ve belli bir dini anlayışın kalıplarına sığmayan bu insanların görüş ve düşünceleriyle desteklenerek
incelenebilir. Bu insanların mezhepler üstü kimliği göz önünde bulundurularak,
onların görüşlerine atıflar, onlarla ilgili Alevi veya Sünni nitelemesinde
bulunmaksızın yapılması önemlidir.[14]
Ancak İslam’ın mezhepler üstü öğretiminde, bu insanlardan birisinin görüşlerin
diğerine rüçhaniyeti söz konusu değildir. Çünkü İslam onlardan ibaret değildir,
onlar yokken de İslam vardı.
Mezhepler üstü yaklaşım, Beyza Bilgin’in dediği gibi, “bütün gençliği eşit
derece din bilgisi ve din kültürüne sahip kılmayı hedefleyen bir Din Kültürü
öğretimi”[15] anlamına gelmektedir.
Buradan öğrencinin diğer dinler ve kendi dinine ait farklı yorumlarla ilgili
bilgilerden mahrum edilmesi, mezhepler ve diğer dinlerin görmezlikten gelinmesi
sonucu çıkarılmamalıdır. Çünkü ileriki aşamalarda İslam yorumları arasında ve
diğer dinlerle İslam arasında “açık
öğrenme süreçlerine izin”[16]
verilmektedir. Başka bir ifadeyle İslamla ilgili yorumlar, İslam inancı
verildikten sonra, son sınıflarda,
bilimsel araştırmaların sonuçlarına dayalı olarak ve aslına uygun olarak
verilebilir ve inançlar arasında karşılaştırmalar yapılabilir. Diğer dinler ve
mezheplere yer verilmesi ve bazı karşılaştırmalara imkan tanınması
başarılırsa, bu ders ileriki aşamalarda
“mezhepler üstü dinler arası açılımlı din dersi”[17]
haline getirilebilir. Bunu başarabilmek için,
Fenomenolojik yaklaşımdan faydalanılabilir. Örneğin dinlerde ibadetler,
çevre bilince, kutsal mekanlar, günler ve bayramlar bu şekilde işlenebilir. Böylece din dersi, soğuk ve kuru
bir eğitim olmaktan çıkarılabilir ve öğrencilerin gönül dünyasına nüfuz
edebilen bir derse dönüşür. Mezhepler üstü yaklaşımda, din öğretiminin Ortaöğretimde
mezhebî veya dinî eğitime dönüştürülmemesine son derece özen gösterilmelidir.
Aksi takdirde din, kendisi hakkında yapılan tarihi yorumlara indirgenmiş, kendi
benliğinden, metinlerinden, tarihinden, geleneğinden ve dünya görüşünden
uzaklaştırılmış olur.
Mezhepler üstü yaklaşımda dinin
yorumları ve anlaşılma biçimleri olan mezhepler, tamamen subjektif din
anlayışları olarak kabul edilmektedir. Bu subjektif din yorumları okuldaki
öğretimle öğretilemez, bunların büyük bir kısmı kendi Cemaatinin içinde veya
aile eğitimi gerektirir. Halbuki din dersinde, bu doktrinlere bağlı bir iman ve dindarlık öğretimi mümkün değildir.[18] Bu
yaklaşım, kişilerin imanını oluşturmak yerine, onların doğru seçim yapmasına ve
kendi inancını kendinin oluşturmasına imkan sağlanır. İslam’da imanın oluşturulmasında
taklide, öğrenmeye ve öğretmeye yer yoktur. Gerçek bilgiye dayalı imanın
oluşması, kişinin kendi akıl yürütmesi ve delillendirmeleri sonucu kalben
tasdiki ile mümkündür. Diğer yandan psikolojik yönü ağır basan dindarlık da
subjektiftir, ölçülemez, kişilere ve
şartlara göre değişir. Bunu sınıf ortamında öğretimle aktarmak veya oluşturmak da mümkün görünmemektedir. Öğretilebilecek olan
Subjektif dindarlıklar değil, nesnel dindir.
Mezhepler üstü bir din dersi, din hakkında doğru bilgi vermeyi, eleştirel
düşünce becerisi kazandırmayı, toplumdaki farklı din ve anlayışlara hoşgörüyle
yaklaşan, doğru bilgi, doğru davranış ve sağlam ahlaki değerlerle donanmış iyi
bir insan yetiştirmeyi hedeflediğinden[19], çocuğa
doğrudan dindarlık telkin etmediği için,
din ve vicdan özgürlüğüne aykırı olmadığı ortadadır. Eğitim ve öğretim
sırasında hiçbir öğrenci, dini bir davranışta bulunmaya zorlanamaz. Sadece
bireylerin ve toplumların dini açıdan istismar edilmesini önleyecek sağlam ve
doğru dini bilgi öğretilmesi amaçlanır. Bunu başarabilmek için din öğretiminin
temelinde, “insana saygı, düşünceye saygı, ahlaki olana saygı, hürriyete saygı
ve kültürel mirasa saygı”[20]
bulunmalıdır. Hüseyin Atay’ın Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin zorunlu
olması ve böyle bir uygulamanın vicdan
özgürlüğüne aykırı olmayacağı konusundaki temellendirmesi, son derece önemlidir:
“ Bilmek ile inanmanın ve yapmanın ayırt edilmesi gerekir. Dini bilmek ayrı bir
şey, o bildiklerine inanmak ve gereğini inananarak yapmak ayrı bir şeydir.
Çünkü inanmayarak yapmak dince kabul edilmez. Din Bilgisi, dinin ne olduğunu ve
ne olmadığını anlatıp öğretecektir.”[21]
Din öğretimi, okulda bir öğretim
faaliyeti olabilir, ancak bir sufi
oluşumun veya mezhebin eğitimi olması pek çok sorunu beraberinde getirir.
Alevilik, Bektaşilik, Kadirilik gibi sufi oluşumlar ve nazariyeleri, tabiatları
gereği, laik sistemde, sadece İslam’la
ilişkileri, nazari temelleri ve kültürel
boyutlarıyla öğretimin konusu olabilir, fakat tecrübeye dayalı bir eğitimi yapılamaz. Başka bir ifadeyle okul
ortamında, bir yaşantı olarak öğretilebilir değildir. Çünkü bu oluşumlar dini statü itibariyle,
şeyh-mürid, dede-talib ilişkisi ile hiyerarşik bir yapılanmaya; uzun
tecrübeleri gerektiren hal ve makamlar ( dört kapı kırk makam veya diğer
anlayışlar) üzerine kurulu tasavvufî bir nazariyeye dayanmaktadır. Örneğin
Alevilik-Bektaşilikte, tarikat ayinlerine, çocuklar alınmaz.[22]
Belli bir yaşa geldikten sonra belli törenlerle ve uygulamalardan sonra
girebilir. Dolayısıyla Alevilik-Bektaşilik veya diğer sufi oluşumların eğitim
süreçleri, çocuklardan çok yetişkinleri ilgili olduğundan örgün eğitimde
verilmesi mümkün değildir; çünkü böyle bir eğitim, bu oluşumların kendi
rehberleri denetim ve yönlendirmesinde, kendi dergah, tekke ve zaviyelerinde
yetişkinlerin eğitimine yönelik Cemaat içinde eğitim olup okula taşınamazlar. Tarihte
olduğu gibi, planlı, programlı ve amaçlı bir şekilde yapılan okul içi eğitimden
çok okul dışı yaygın eğitim türüne sokulabilir. Bu boyutuyla, pedogojik
amaçlarla okulda öğretilmesi gereken bir kültür unsuru olmaktan çıkar ve ailelerin insiyatifine bırakılan bir husus
haline gelir. Bunun adı, Alevî, Bektaşî, Nakşî veya Kadirî eğitim olacağında
laik eğitim sistemi içinde yer almaları ve bunun devlet eliyle verilmesi mümkün
görünmemektedir. Sonuç olarak, bu yaklaşımda sufi ve tasavvufi oluşumlar, sadece
din anlayışları, tarihsel gelişimleri ve kültürel kaynakları, bilimsel verilere dayalı olarak öğretime konu
edilebilir.
Mezhepler üstü din öğretimi yaklaşımında, din, birinci el kaynaklarından
hareketle öğretim konusu yapılmaktadır. İslam söz konusu olunca, onun temel
kaynağı vahiy ve akıldır. Hz. Muhammed ise, Kur’an’ı tebliğ etmek ve bazı kapalı noktalarını açıklamakla görevlidir.
Bu açıdan, Hz. Peygamber’in örnek davranışları ve sözleri ondaki bazı kapalı
noktaların anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Gerek Hz. Peygamber ve gerekse
onun vefatından sonra Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanmasında yetkili olan akıldır.
Bu bakımdan İslam’ın ilkeleri, inanç esasları, ibadet ve ahlak anlayışı, aklın
bilgi üretme süreçleri kullanılarak
Kur’ân’dan çıkarılacaktır. Çünkü Kur’an ve akıl, Müslümanların ortak
paydasını oluşturmaktadır. Mezheplerin mutlak doğruluk iddialarının, yorumların
dinleştirilmesinin veya dinle özdeşleştirilmesinin önüne, ancak bu yolla
geçilebilir. Cumhuriyeti kuran iradenin de, mezhebî taasuptan ya da mezhepçilikten kurtulabilmek[23] için
İslam’ı Kur’an üzerinden anlamaya ve öğretim konusu yapmaya önem verdiğini
görmekteyiz. Bu konuda, Atatürk’ün Çankaya Gazi
Kız Nümune Mektebine 1925 yılında
yaptığı bir ziyarette, okula bir Kuran Meali hediye etmiş ve onun kapağının iç tarafına şu notu düşmüştür: “Çankaya Gazi Kız Nümune Mektebine dikkatle
okunmak ve … için hediye ediyorum.”[24] Bu
yazıyla Kur’an üzerinden dinin öğrenilmesine dikkat çekilmektedir.
Bu konuda en önemli adımın, din
ve mezhepler konusunda görüşlerine Atatürk’ün sık sık müracaat ettiği Yusuf
Ziya Yörükân tarafından 1950’li yılların başında İlm-i Hal adını verdiği çalışmasıyla
atıldığını görmekteyiz. Yörükân bu eserinde, sırf Kur’an’a dayalı olarak,
İslam’ın temel doktrinini ortaya koymaya çalışmıştır. O, bu kitapta, delil
olduklarını kabul etmesine rağmen, mezhepler arasında tartışmaların bulunması
dolayısıyla hiçbir hadise yer vermemiştir. Bu eser, o önemde Milli Eğitim
Bakanlığı tarafından birkaç defa yayınlanmış ve daha sonra orta öğretimde ve
Öğretmen okullarında kaynak kitap olarak okutulmuştur. Aslında Laik eğitim
sisteminde Kur’an merkezli din öğretiminin en önemli
tek ve ilk örneğidir. Yörükân, Kur’an merkezli mezhepler üstü bir din
öğretimiyle neyi kastettiği ve bunu nasıl temellendirdiğini şöyle
açıklamaktadır:
“İşte hakikat
böyle iken yetkisiz ellerde Müslümanlık, gün geçtikce güçleştirilmiş,
darlaştırılmış, içine lüzumsuz akîdeler karıştırılmış ve içinden çıkılması güç
hale sokulmuştur. Bu hâl, karşısında
hakikat nedir? Hakikati beyan eden kitabın âyetlerine dayanarak bunların
açıklanması gerekli değil midir?
Bir de
insan, bilmek, kendi varlığının sebep ve gayesini aramak, hakikate ulaşmak ve
Allah ile ittisal peyda etmek ister, inanmak ve vicdanını tatmin etmek
ihtiyacındadır, tevhid akîdesine ulaşmıştır. Ben müslümanım diyor,ama bu dinin
mahiyeti nedir? Hangi esaslara inanıyorum? Ne gibi amellere mükellefim?
Bunları, hiç su katılmadık bir menbadan saf hâliyle öğrenmek ister; insan için
bunu ana kaynaktan, Kitabullah’tan bizzat çıkarmak ve anlamak kadar iyi bir
mazhariyet olur mu? … İşte bizi bu İlm-i Hâl’i hazırlamaya sevkeden başlıca
âmiller bunlardır.
Bu
eseri, milli bünyeyi gönül birliğine, iman ve amel beraberliğine yedecek bir
hamle gibi almak mümkündür; ama âtî için mülâhazalarda bulunmak, bunu mezhepler üstü bir tebliğ, yeni
bir dava ve bir teşebbüs mahiyetinde mütalâa etmek veya Peygamber devrine
dönmek gibi bir düşünce ileri sürmek asla bahis konusu değildir.
Amaç,
Müslümanlığı her türlü fikir ve münakaşanın fevkinde, Peygamber devrinde olduğu
gibi tesbit etmek; onun, hayatı ve millî refahı teşvik edici, ilim ve
fazileti,terakki ve tekâmülü emredici vasıflarını belirtmek ve Müslümanlık
binasının temellerini,bütün Müslümanlarca üzerinde ittifak edilen ve söz
götürmez bir delil olan Kur’ân âyetleriyle vermek ve din sahibinin çizdiği
hatlar içinde göstermektir.”[25]
Din, Kur’an ve akıl merkezli öğretildiği
takdirde, bütün yorumları kucaklayan ve kuşatan İslam’ın birleştiriciliği
işlevselleşir. Aksi takdirde birleştirici olmaktan çok iç çekişmelere ve
ayrılıklara yol açar. Bu sebeple, Beyza Bilgin’in konuyla ilgili şu tespiti son
derece önemlidir: “ Türkiye’nin eğitim politikası ve İslâm dininin bütünlüğü
açısından, din dersleri, devletin okullarında mezhepler üstü olarak öğretim
yapılmak durumundadır.”[26]
Sonuç olarak Mezhepler üstü yaklaşımda İslam kaynaklı bütün dinsel
oluşumları kuşatacak İslam’ın kök değerleri, Kur'an merkezli, birleştirici bir
üslupla verilir. İnanç, ibadet ve ahlâk alanlarıyla ilgili bu değerlerin,
mezhepler ve tarikatlar öncesinde Kur'an'la ve Hz. Peygamber'in çabalarıyla
oluşturulmuş bütün Müslümanları birleştiren ortak paydalar olmasına özen
gösterilir. Amaç yorumlardan birisini telkin edip diğerini dönüştürmek
değildir. Sadece bireylerin dini kültür
ve ahlâki değerler hakkında doğru bilgilenmelerini sağlamaktır. Bununla
birlikte, dinin anlaşılma biçimleri
olarak tanımlanan mezhepler ve dinsel oluşumlar, yok sayılmaz; kültürel
ve düşünce zenginliği olarak görülür. İlk aşamada dinin ortak paydaları, daha
sonraki aşamada ise, tarih boyunca ortaya çıkan farklı yorumlar hakkında,
dinî-kültürel boyutuyla betimleyici bir tarzda bilgi verilmesi hedeflenir ve bu
amaçla bazı ünite ve okuma parçaları konulabilir. Hatta diğer dinlere de yer verilerek dinler
arası açılımlı bir ders niteliği kazandırılabilir. Bu yaklaşıma uygun olan,
bütün dini ve ahlâkî değerler, öğretime
konu edinilebilir, ancak din eğitiminde kullanılan yaklaşımlardan birisi
olan doktrin merkezli ya da mezhep
merkezli bir din eğitimine dönüşmemesine büyük özen gösterilmelidir. Din
Kültürü ve Ahlak bilgisi derslerinde tek din hakkında değil dinler açılımlı
olmasında fayda vardır. Belli bir dinin tarihinde ortaya çıkmış bir mezhebin
itikad ve ibadet esasları mecburi eğitimde verilmesi pek çok olumsuz sonuçlar
doğuracaktır. Bu sebeple din öğretiminde
bir dinin alt gruplarına ve farklı yorumlarına eşit mesafede durulması gerekir.
İyi bir din eğitimi, iyi bir mezhep
mensubu veya iyi bir mürid yetiştirmek yerine iyi bir insan yetiştirmeyi
hedeflemelidir. Mezhep, tarikat ve
cemaate bağlı doktriner din
eğitimi, herkese açık devlet okullarında verildiği takdirde, bu eğitim ideolojik,
baskıcı bir din eğitimi/öğretimine dönüşebilir. Belli bir mezhep veya doktrine
bağlı yapılan bir din öğretimi, çocukların olaylara, olgulara ve dünyaya bakış
açısını daraltabilir. Din öğretiminin mezhepler üstü
yaklaşımla verilmesi, ülkemiz açısından Millî Eğitimin temel amaçlarına daha
uygun olacağı kanaatindeyim.
[1] T.C. Maarif Vekâleti ilk Tedrisat Dairesi, İlk Mekteplerin Müfredat Programı, Matbaa-i Amire, İstanbul 1341, s.13; T.C. Maarif Vekâleti ilk Tedrisat Dairesi, İlk Mekteplerin Müfredat Programı, Matbaa-i Amire, İstanbul 1340, s.13
[2] Son günlerde ülkemizde, din eğitimi ve öğretimi konusunda uzun tarihi tecrübeler sonucunda gelinen seviyeyi, sil baştan yeniden oluşturmak üzere çeşitli araştırmalar ve raporlar hazırlanmaktadır. Bu tür çalışmalarda, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması, ihtiyari yapılması ve her toplumsal-dini gruba kendi din anlayışını ders programları içinde veya dışında bu dersleri verebilme hakkı tanınması, hatta din derslerini verecek öğretmenlerin maaşlarının dahi kendi mensuplarınca ödenmesi gibi uygulanması mümkün olmayan tekliflerde bulunulmaktadır. Bu konuda teklif edilen hususlar, Türkiye’de din eğitimi ile ilgili problemleri çözmek yerine yeni problemler ortaya çıkaracaktır ve kaosa sebep olacaktır. Örneğin Eğitimreformugirişimi tarafından hazırlanan ve Sabancı Üniversitesi Karaköy İletişim Merkezinde 3 aralık 2004 tarihinde tartışmaya açılan bir raporda şöyle bir teklifte bulunulmaktadır: “ Bu durum Türkiye’de din eğitimine talep olduğunu göstermektedir. Bu talep göz önüne alındığında, liselere “ isteğe bağlı” din dersleri konması düşünülebilecek bir alternatiftir. Bu dersler, normal lise eğitim saatlerinin dışında ( örneğin, akşamüstleri ya da hafta sonları) verilebilir. Laik devylet kurumlarında din eğitimi verilmesi ve her vatandaştan alınan vergilerin bu amaçla kullanılması laiklik esaslarına ters düşüceğinden, “ isteğe bağlı” din dersleri verecek öğretmenlerin maaşları ailelerce karşılanmalıdır. Bu değişimin bir diğer ayağı ise, din eğitimi ihtiyacının devlet dışı kurumlar ( örneğin özel okullar) tarafından karşılanması olarak düşünülebilir.” Bkz.: Türkiye’de Din Eğıtimi Taslak Tartışma Metni, s. 2. (Eğitimreformugirişimi tarafından hazırlanan rapor)
[3] Laikliğin Avrupa ülkelerinde ve Türkiye’de din öğretimine nasıl yansıdığı konusunda bir mukayese için bkz.: “Türkiye’den başka laik ülkelerde, mezhep ayrılıkları tanınmaktadır. Kiliseler okul açmakta serbestirler. Mezheplerin ayrı kiliseleri olduğu için, aileler çocuklarını, bağlı oldukları mezhebin okuluna gönderebilmektedirler. Böylece okulda esen genel hava ve davranış geliştirme bu mezhep doğrultusunda olabilmektedir. Kiliselerden bağımsız devlet okullarında din dersleri ihtiyari ve aynı zamanda mezheplere bağlıdır. Öğrenciler din dersinde, bağlı oldukları mezhebe göre, ayrı sınıflarda ders görmekte, ayrı kiliselerde uygulama yapmaktadırlar. Mezheplere göre ayrı derslerin ve kiliselerin olduğu bu ülkelerde mezhepler arasındaki farklılıklar giderek büyümüş, ayrı dinler manzarasını almıştır. Bununla birlikte günün değişen şartları ve yeni ihtiyaçlar yeni yönelişleri getirmiş bulunmaktadır.” Bilgin, Beyza, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, Gün Yayıncılık, Ankara 1998, 82-83. Ayrıca bkz.:Bilgin, Beyza, “ Türkiye’de Örgün Eğitimde Alevilik”, Aleviler/Alewiten : Siyaset ve Örgütler/ Politik und Organisationen, (haz. İsmail Engin/Erhard Franz) , Hamburg 2001, 173.
[4] Örneğin Almanya’daki okullarda Aleviliği içeren bir din dersinin seçenekleri şunlardır:
1. Alevilik din dersleri verilebilir.
2. Alevilik, dinler arası din dersleri içinde verilebilir.
3. Alevi ve Müslüman çocuklar için, ortak bir din dersi verilebilir.
4. İslam din dersi içinde Aleviliğe yönelik konular işlenebilir.” Bkz.: Kaplan, İsmail, “ Almanya Okullarında Alevi Din Dersi” Aleviler/Alewiten : Siyaset ve Örgütler/ Politik und Organisationen, (haz. İsmail Engin/Erhard Franz) , Hamburg 2001, 213. Krş.: Tosun, Cemal, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Derslerinde Alevilik”, Türk Yurdu, Cilt: 25, sayı: 210, Şubat 2005, 39-40.(37-41)
[5] Mokrosch, Reinhold, “ Almanya’da Doktrinler Arası Din Öğretimi: Tespit, Analiz ve Değerlendirme”, Din Öğretiminde Yeni Yöntem Arayışları Uluslar arası Sempozyumu, Bildiri Özetleri, 28-30 Mart 2001, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul 2001, 54.
[6] Krş.: Bilgin, Beyza, “ Türkiye’de Örgün Eğitimde Alevilik”, Aleviler/Alewiten : Siyaset ve Örgütler/ Politik und Organisationen, (haz. İsmail Engin/Erhard Franz) , Hamburg 2001, 173.
[7] Örneğin bkz.: Eygi, Mehmet Şevket, “ Mezhepsizlik Fitnesi”, Milli Gazete, 31.12.2003.
[8] Bkz.: Yörükân, Yusuf Ziya, Kur’an’ı Kerîm’den Âyetlerle İslâm Esasları ( İslâm İlm-i Hâli), (Müslümanlık ve Kur’an’ı Kerim’den Âyetlerle İslam Esasları, haz.: Turhan Yörükân, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001) içerisinde, 206-238.
[9] Burada din bilimleriyle kastedilen, “herhangi bir dini veya mezhebi temele almayan, aksine genel anlamda din kavramını temele alan bilimlerdir.” Tosun, Cemal, Din Eğitimi Bilimine Giriş, Ankara 2002, II. Baskı, 53. ( Hehberger’den naklen)
[10] Bu yaklaşımla ele alınmayan Alevilik-Bektaşilikle ilgili hazırlanan ders kitaplarında görülen temel sorunlar ve bilimsel açıdan düşülen yanlışlarla ilgili eleştirler için bkz.: Onat, Hasan, “ Alevîlik-Bektaşîlik, Din Kültürü Ahlâk Bilgisi Dersleri Ve Diyanet”, Türk Yurdu, Cilt: 25, sayı: 210, Şubat 2005, 13-17. (8-19)
[11] Aleviliği içine alan ya da onu öğreten bir din dersi müfredatının ortaya konulamamasına yönelik temel sorunlar da büyük ölçüde Alevi cemaatinin kendi yapısından kaynaklandığı açıkça itiraf edilmektedir: “Her şeyden önce, bütün Aleviler tarafından genel kabul görmüş bir Alevilik tanımlaması, şu ana kadar yoktur. Aleviliği, bir grup, bir kültür – Anadolu kültürü; bir başka grup, İslamın içinde bir mezhep; diğer bir grup ise, kendi başına bir din olarak görmekte ve kabul etmektedir. Bunun sonucuda oluşan soru(n), Alevilik din dersinin ya da din bilgisi dersinin ve müfredat program(lar)ının hangi görüş baz alınarak hazırlanacağıdır. Bu sorunun aşılması, her görüşün temsilcilerinin bir araya gelip, görüşmeler sonucunda asgari noktalarda birleşmesinden-uzlaşmasından geçmektedir. ” Bkz.: Engin, Havva, “ Almanya’da Bir Alevi Din Dersi Müfredat Programı Geliştirmenin Zorlukları Üzerine” Aleviler/Alewiten : Siyaset ve Örgütler/ Politik und Organisationen, (haz. İsmail Engin/Erhard Franz) , Hamburg 2001, 220-221; Ayrıca bkz.: Tosun, Cemal, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Derslerinde Alevilik”, Türk Yurdu, Cilt: 25, sayı: 210, Şubat 2005, 39-40 .(37-41)
[12] Mezhepler üstü yaklaşımın en fazla eleştirilen yönü, farklı anlayış, yorum ve yaşantıları yok saymaya sebep olabileceğidir. Ancak bu konudaki eleştirilerin yersiz ve bilimsel açıdan yanlış olduğu ortaya konulmaktadır: “ Dersle ilgili olarak tek eleştiriye açık nokta, mezhepler üstü yaklaşımın, İslâm konusunda farklı anlayış ve yaşantıları yok sayarcasına, ana kaynaklara bağlı kalması olabilir. Bu nitelik, sanki herkesi , ana kaynaklara dayalı olarak programa alınan konularda birleştirmek, herkesi bu inanç, ibadet ve anlayışlara zorlamak gibi amaç ve uygulamaların olduğu eleştirilerine götürebilmektedir. Hâlbuki, böyle bir şey gerçekleştirmek hem dinen ( inandırmak mümkün değildir; zorla inanmanın ve inanmış görünmenin dinen değeri yoktur) hem de eğitsel olarak (öğrenme ve inanıp inanmama bireyin iç dünyasında gerçekleşir) uygun da değildir, mümkün de değildir.” Bkz.: Tosun, Cemal, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Derslerinde Alevilik”, Türk Yurdu, Cilt: 25, sayı: 210, Şubat 2005, 39.(37-41)
[13] Onat, Hasan, “ Niçin Din Eğitimi?” Sempozyum Bildirileri, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’de Uluslar arası Din Eğitimi Sempozyumu, ( 27 Kasım 1997), 22.
[14] Krş.: Tosun, Cemal, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Derslerinde Alevilik”, Türk Yurdu, Cilt: 25, sayı: 210, Şubat 2005, 41.(37-41)
[15] Bilgin,Beyza, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, Gün Yayıncılık, Ankara 1998, 80.
[16] Bkz.: Tosun, Cemal, Din Eğitimi Bilimine Giriş, Ankara 2002, II. Baskı, 8.
[17] Tosun, Cemal, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Derslerinde Alevilik”, Türk Yurdu, Cilt: 25, sayı: 210, Şubat 2005, 39.(37-41)
[18] Krş.: Tosun, Din Eğitimi Bilimine Giriş, 132.
[19] Krş.: Shepherd, John, “ İngiliz Eğitiminin Kişilik Gelişimine Katkısı”, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’de Uluslar arası Din Eğitim Sempozyumu, 20-21 Kasım 1997, ( Sempozyum Bildirileri), 89 (84-89)
[20] Geniş bilgi için bkz.: Selçuk, Mualla, “ Din Öğretiminin Kuramsal Temelleri”, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’de Uluslar arası Din Eğitim Sempozyumu, 20-21 Kasım 1997, ( Sempozyum Bildirileri), 30-34. (28-35)
[21] Hüseyin Atay’ın temellendirmesi hakkında geniş bilgi için bkz.: Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, 79.
[22] Bu durum Bektaşi babası Şakir Keçeli tarafından da vurgulanmaktadır: “İkrar vermek ( nasip almak) için, erinleşmek buluğa ermek) gerekir. İyi ile kötüyü, yararlı ile zararlıyı birbirinden ayırmak gücüne sahip olmayan kişinin, Alevi ve Bektaşi olması, başka bir söylemle kemer kuşanması olanaksızdır. .. İkrar vermeyen Alevi çocuğu, ikrar cemlerinde bulunamaz. Ondan yolun kurallarını öğrenmesi istenmez.” Bkz.: Keçeli, Şakir, “ Milli Eğitimde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Müfredatıda Alevilik Nasıl İşlenebilir?” Aleviler/Alewiten : Siyaset ve Örgütler/ Politik und Organisationen, (haz. İsmail Engin/Erhard Franz) , Hamburg 2001, 197.
[23] Bilgin, Beyza, “Türkiye’de Örgün Eğitimde Alevilik”, Aleviler/Alewiten : Siyaset ve Örgütler/ Politik und Organisationen, (haz. İsmail Engin/Erhard Franz) , Hamburg 2001, 172.
[24] Palazoğlu, Ahmet Bekir, Atatürk’ün Okul Gezileri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara 1999, 175.
[25] Yörükân, Yusuf Ziya, Kur’an’ı Kerîm’den Âyetlerle İslâm Esasları ( İslâm İlm-i Hâli), (Müslümanlık ve Kur’an’ı Kerim’den Âyetlerle İslam Esasları, haz.: Turhan Yörükân, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001) içerisinde, 203. Bu çalışma, İslâm İlm-i Hâli adıyla 1952 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesince İlahiyat Fakültesi Dergisinin ilk sayısında ve aynı yıl bir kitap olarak ayrı baskısı yapılmış; Kur’an’ı Kerim’den Âyetler ( İslam Esasları) adıyla 1953 ve 1956 yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yardımcı ders kitabı olarak yayınlanmıştır.
[26] Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, 81. Ayrıca bkz.: Bilgin, Beyza, “ Türkiye’de Örgün Eğitimde Alevilik”, Aleviler/Alewiten : Siyaset ve Örgütler/ Politik und Organisationen, (haz. İsmail Engin/Erhard Franz) , Hamburg 2001, 173,184.
Prof.Dr. SÖNMEZ KUTLU’NUN 06 EYLÜL 2007 TARİHİNDE İZMİR’DE DÜZENLENEN “DİN ÖĞRETİMİNDE MEZHEPLER ÜSTÜ YAKLAŞIM” ADLI KONUŞMASINDAN BAZI NOTLAR