• Prof. Dr. Sönmez Kutlu
    • Prof. Dr. Sönmez Kutlu

Üyelik Girişi
Başlıklar
Site Haritası
Onat Kitaplığı
   

Hasan Onat Kitaplığı
Hazırlayan Prof. Dr. Sönmez Kutlu


Sorularla İslam Mezhepleri
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu


İslam Bilimlerinde Yöntem
 Prof. Dr. Hasan Onat
  Prof. Dr. Sönmez Kutlu


Din Anlayışımız Üzerine Denemeler
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Osman Aydınlı



Küreselleşme Din ve Terör
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu


Alevilik Kızılbaşlık Bekataşilik
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu ve Prof. Dr. Ömer Faruk Teber


Din İnsan ve Anlam Arayışı
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Dr. Betül Yurtalan


Aforizmalar
Toprak Tohum ve Kökler
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Dr. Fatıma Nur Demir


İslam'ın Akılcı Yorumu
Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu 

İmam Maturidi ve Maturidilik Söyleşisi II (Vatanbir Dergisi)

* Ehl-i Sünnetin bu iki büyük ekolü  Maturidîlik ile Eşarilik arasındaki farklılıklar, bazı kelamî eserlerde elliye kadar çıkarılmaktadır. Bunların en önemlileri nelerdir?  

Mâturidilik ve Eşarilik arasındaki farkları, 10’dan 70’e kadar çıkaranlar var. Eğer eserin yazarı  bu iki mezhebi uzlaştırmaya çalışmayı amaçlıyorsa, farkı azaltıyor. Her iki mezhepten birinin üstünlüğünü ispatlamaya çalışıyorsa, farkları çoğaltıyor. Bu farkların en önemlileri şunlardır: Mâturidilere göre, Allah Peygamber göndermese bile, insanın Allah’ı bilmesi aklen gereklidir. Eşarilere göre, Allah’ın varlığını ve birliğini bilmenin gerekliliğini emreden şeriattir. Allah’ın Tekvin (yaratma) sıfatını kudret sıfatından farklı ezelî ve hakiki bir sıfat olarak kabul eder. Eşariler ise bunu kudrat sıfatından ayrı bir sıfat olarak görmez. İmam Mâturidî’ye göre, Tekvin (Yaratma) ve Mükevven (Yaratılan) ayrı şeylerdir. Eşariler’e göre bu ikisini ayırmak mümkün değildir. Mâturîdîler, Allah’ın yarattığı her şeyde bir hikmet vardır. Hiçbir şey hikmet ve gayesiz yaratılmamıştır. Eşarilere göre ise, Cenab-ı Hak bir şeyi sebep, maslahat ve gayesiz olarak yapar. Bu sebeple yaptıklarında bir maslahat ve amaç aramak doğru değildir. Mâturidilere göre, kafirler  iman ile mükelleftir, amel ile mükellef değildir. Eşarilere göre ise, kafirler hem iman hem amel ile mükelleftir. Mâturidilere göre, Allah, bir şeyi güzel olduğu için emreder; çirkin olduğu için ise yasaklar. Eşarilere göre, eşyada veya insan fiilerinin aslında iyilik ve kötülük yoktur. Bir şey Allah emrettiği için güzel, yasakladığı için çirkindir. Mâturidilere göre, Allah insana gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez. Diğerlerine göre, Allah insanın gücünün yetmediği şeyleri de insana yükleyebilir. Tabii bu farklı bir sonuca götürür. Allah mutlaka her şeyi dileyebilir, ama adaletine aykırı davranamaz. Kimseye zulmetmez. Maturidilere göre her ne olursa olsun Allah’ın bütün bu yarattıklarında; bütün her şeyinde bir hikmet, bir kural vardır. Sebep sonuç ilişkisi vardır. Bir başka şey de, Mâturidilere göre, iyi ve kötü insan aklıyla bilinir. Eşarilere göre, Allah’ın emir ve yasakları, haram ve helalleri insan aklıyla bilinemez. Mâturidiler, kadınlardan peygamber olmaz der. Eşariler ise kadınlardan peygamber olabileceğini söyler. Ama, sanırım, burada bir aktarma hatası var. İmam Mâturidî Kur’ân’da verilen bilgileri çok iyi analiz ettiği için, onları göz ardı etmesi mümkün değildir. Sanıyorum İmam Mâturidî “resul” olmaz demiştir. Çünkü Kur’ân’da ve daha önceki gelenekte kadının “resul” olmasıyla ilgili bir bilgi yoktur. Fakat vahiy aldığına ve nebi olabileceğine dair, Kuran’da izler ve ipuçları vardır. Bu sorunun, Te’vilât adlı tefsirinin yayınlanmasıyla çözüleceği kanaatindeyim. Bu konuyla ilgili ayetleri taramak lazım. Aynı şekilde Eşarilerin de “resul” olur dediğini söylemek zordur. Eşariler, muhtemelen, kadınlardan nebi olabileceğini ileri sürmüştür. Fakat bu farklılık, Mâturidilerin kadınlardan peygamber olmadığını; Eşarilerin ise, kadınlardan peygamber olabileceği şeklinde aktarılmıştır. Bunların dışında birçok tartışma konusu bulunmaktadır. Ancak teknik konular olduğu için, bunlara girmeyi gerekli görmüyorum. İmam Mâturidî’nin hayatı, fikirleri ve fikirleri hakkında geniş bilgi için, benim editörlüğünü yaptığım İmam Mâturidî ve Mâturidilik adlı esere başvurulabilir.

 İsmet Anlı: Mâturidiliğin, bugün din adına yapılan baskıcı yönetimleri besleyen selefi ekollerden temel farkı nedir? Din-siyaset ilişkisinde, İslam’ın kendi  içinden çözüm üretmeye başlamış olmasını bu farklardan birisi olarak düşünebilir miyiz? 

İmam Mâturidî dini konularda doğru bilgilenmeyi esas alır. Yani doğru kaynaklara dayalı sağlam bilgi üretmeye büyük önem verir. Dolayısıyla ayetleri yorumlarken, metnin lafızlarından  anlaşılan ilk anlamların değil, Kur’an’ın bütünlüğünden hareketle neyin kastedildiğini ortaya çıkarmaya çalışır. Yani yorum yapmayı öngörür. Bu yorum, ne ayetin lafzını bir kenara atıp ondan bağımsız  farklı bir yorum geliştirmek; ne de lafzın ilk okunduğu veya  işitildiği anda anlaşılan anlamına bağlı bir yorumdur. Mâturidî’ye göre, Kur’ân’daki ayetlerin her birisini Kur’ân’ın genel bütünlüğü içerisinde ve Allah’ın kastettiği manaya en yakın olabilecek şekilde yorumlamak gerekir. Buna ulaşabilmek için, düşünmenin doğru yöntemlerini kullanmak önemlidir. Eğer akıl yürütmenin doğru yöntemleri kullanılmazsa üretilen bilgi doğru olmaz. Yöntem yanlışsa bilgi de yanlıştır. Çok nadiren yanlış yöntemle doğru bilgi üretilebilir. Ama doğru olan doğru yöntemle doğru bilgi üretmektir. Dolayısıyla İmam Mâturidî kendi döneminde metin merkezli ya da lafız merkezli -buna literal düşünme de diyoruz- düşünmenin hep karşısında olmuştur. O, doğrudan doğruya her hangi bir lafızdan hareketle başkaları hakkında hüküm vermeye karşı çıkmıştır. Hatta Kur’ân üzerine yorum yapanların tekfir edilemeyeceğini savunur. Bu sebeple, o gün hadis taraftarları olarak, bugün Selefi adıyla isimlendirilen dini-politik hareketlerin din-siyaset ilişkisi ile ilgili yaklaşımlarını hep eleştirmiştir. Çünkü onlar, ilk üç neslin din ve siyaset anlayışını, bütünüyle doğru kabul ederler. Mâturidî, Peygamber’in ortaya koyduğunu aynen benimser; sahabe fikir ve görüşlerini, eğer sahabe o konuda uzmansa, öne çıkmış biriyse kabul etmiştir. Ya da sahabeden başkası onun fikrinden başka fikir beyan etmemişse o fikri doğru bulur. Hadis Taraftarlarına göre, sahabeden kim olursa olsun, ona tabi olan kurtulur. Hatta şöyle bir rivayet vardır: “Sahabe, yıldızlar gibidir, hangisine tabi olsanız doğru yola gidersiniz.” Sahabeye bu şekilde yaklaşılmasını, gerek Ebu Hanife gerekse İmam Mâturidî doğru bulmaz. Onlar, sahabeyi, insan olarak görüp onların da hata yapabileceğini ihtimal dâhilinde görmüşler; doğru olan konularda sahabenin örnek alınması gerektiğini, yanlış yapmışsa yanlışın örnek olamayacağını söylemişlerdir. Ama bununla beraber peygamberden sonra sahabeye ikinci dereceden önemli bir mevki vermişlerdir. İmam Mâturidî, Ebu Hanife gibi onun yolunu izleyerek, sonraki kuşaklar, yani ikinci ve üçüncü nesillere ile,  kendi kuşağı arasında bir fark görmez. Onlar gibi kendilerinin de dini konularda bilgi üretebileceğini söylemiştir. Bu bakış açısı, bugünün olaylarına farklı açılardan bakabileceğimizin yolunu açmıştır. Sorunlara sürekli geçmişten çözüm bulmak yerine, bugünün sorunlarına kendi inisiyatifimizi kullanarak çözmemiz anlamına gelir. Bu sebeple İmam Mâturidî, tefsirle tevili ayırmıştır. Tefsiri sahabeye, tevili sonraki kuşaklara bırakmıştır. Tevil yolu açık olduğu sürece, sorunları çözümü kolaylaşır. Tevili yasakladığınız zaman, sorunların üstesinden gelmek imkansızlaşır ve önceki nesillerin sorunları günümüzün sorunları olarak devam eder. Dolayısıyla Mâturidî, bugünkü anlamda bir selefi zihniyetin tamamen karşısında durmuştur. Çünkü onlar doğrudan doğruya İslam’ın ve dinin genel maksatlarını metinlere hapsetmeye çalışmışlardır. Hâlbuki dinin asıl amaçları ki bunlar beş olarak sayılır: canı korumak, aklı korumak, nefsi korumak, nesli korumak, dini korumak. İnsan hakları evrensel beyannamesinin özün, bu hususlardan oluşur. Bunlar, asırlar önce İslam hukukçuları tarafından belirlenmiştir. Her şeyi metinden hareketle ortaya koymak mümkün değildir. İnsan aklı da bir tür vahiydir, insan aklı da doğru çalıştırıldığı takdirde doğruları bulabilecek güçtedir. Bütün sorunların çözümünü, geçmişten ya da metinlerden bulmaya çalışmak, imkansız görünmektedir. Bu yüzden Hanefiler şöyle der: “Ayetler sınırlıdır, hadisler de sınırlıdır. Bugün sınırsız düzeyde yaşanan hadiselere, sorunlara sınırlı düzeylerdeki metinlerden çözüm bulmak mümkün değildir. Bunları çözebilmenin yolu aklı kullanmaktır. Allah’ın verdiği akıldan istifade etmektir.” Bununla birlikte, Mâturidî,  sorunlara siyaset üzerinden çözüm üretme ya da siyasetin gölgesinde dini konuları tartışmaya daha öncede söylediğim gibi karşı olmuştur. Bu sebeple, diyanet-siyaset ayrımı yapmıştır. Bu konuda Maturidi’nin çözümü şudur: Dinle siyaset arasında ve  dinle şeriat arasında bir ayrım yapmak şarttır. Maturidi’ye göre din bütün peygamberlere hiç değişmeden vahiy yoluyla tekrarlanan şeyin adıdır. Şeriat ise peygamberden peygambere değişen uygulamalardır. Din olarak peygamberlere gelen değişmeyen şey mutlak bilgidir. Akılla bilinen türdendir. Bunları Allah’ın varlığı, birliği, Allah’a şükretmenin gerekliliği ve ahlak ilkeleri olup hem akılla, hem de vahiy ile bilinebilir. Aslında dinle ilgili vahiyle gelen şeyler, yeni şeyler değildir. İnsan aklıyla da bilinebileceğinden, vahyin insana hatırlatması söz konusudur. Bu anlamda vahiy insana önemli bir katkıdır. Bu konuda Maturidi’nin bir sözü çok önemlidir: “Dinin kaynağı akıldır.” Yani dine ulaşmanın yolu akıldır. Bu bilgiye akılla  da ulaşılır, insan aklıyla ulaşmadığı takdirde taklit yoluyla, birisinin öğretmesiyle veya doğrudan doğruya doğuştan getirdiği bilgiyle din oluşturamaz. İnsanlar doğuştan mümin veya kafir değildir. Dolayısıyla inanç  ve inançsızlık insanın aklıyla gerçekleşebilir. İnsanın kendisi oluşturur, kendisi temellendirir, kendi içinde yaşar, kendi eylemi sonucu inanır. Kısaca inanç ve küfür doğuştan gelmez, öğretmeyle de olmaz, taklitle de olmaz. Şeriat ise, insanlık kültürü içerisinden alınan unsurlar  taşımakla birlikte, İmam Maturidi’ye göre, değişen ve değişmeyen olmak üzere iki yönü vardır. Bütün peygamberlerin şeriatlar neshedilmiştir. Hz. Muhammed’e gelen şeriat bugün yaşamaktadır, fakat burada bu şeriatın değişen ve değişmeyen olmak üzere eke yönü bulunmaktadır. Örneğin onun anlayışını esas alarak hırsızlık için verilen cezayı şu şekilde tahlil edebiliriz. Hırsızlığa karşılık verilen el kesme cezasında değişmeyen taraf, hırsızlığın kötü bir şey olduğu ve mutlaka cezalandırılması gerektiğidir. Bu kısım değişmeyen kısımdır. Ama bunun ne kadar ve nasıl cezalandırılacağı,  bugün insanların belirleyebileceği konulardan birisidir. Çünkü geçmişte işlenen ve el kesme cezasını gerektiren suçlarla bugünkü suçlar birbirinden çok farklıdır. Bugün milyarlar çalan bir insanın geçmişte bir gram altın çalanla aynı değerlendirilmesi ve  ikisine de aynı şekilde ceza verilerek her ikisinin kolunun kesilmesi, adil bir cezalandırma olmaz. Diğer taraftan kesilen kol, günümüzde diktirilebilmektedir. Dolayısıyla burada şeriatın öngördüğü cezanın, günümüzde ne kadar ve nasıl olması gereken kısmı değişmek durumuyla karşı karşıyadır. Kur’ân’da öngörülen cezalandırma örneği,  insanoğlunun bunun dışında vereceği başka cezalar için engel değildir. Önemli olan İslam’ın maksadına,  Kuran’ın temel felsefesine,  ahlak ve adalete uygunluğudur. Bunun için Mâturidî çok önemli bir ilke geliştirmiştir. Kur’ân’da din olarak gönderilen, bütün peygamberlere her hangi bir unsuru değişmeksizin gelmiştir. Bu konuda her peygamberin ümmeti sorumludur. Burada değişme olmaz. Aynı şekilde Ahlakta da değişme olmaz. Allah’ın varlığı, ahlaki ilkeler ve Allah’a ibadetin  zorunluluğu asla değişmeyen dinin unsurlarıdır. Bunun dışındaki konuları içeren şeriatta nesih caizdir.  Yani bir ayetin hükmünün sona erdiğinde akılla başka bir çözüm üretmek gereklidir. Bunu, İslam bilginlerinden hiç kimse tarafından ifade edilmeyen bir kavramla, içtihadî nesih kavramıyla açıklar. Yani bir şer’î hükmün illeti ortadan kalktığında, neshedilen hükmün yerine başka bir hüküm koymak insanın yetkisindedir. Buna içtihadî nesih adını koyar. Akla en fazla önem veren Mutezile bile, değil ki içtihatla kıyasla dahi nesihi caiz görmemektedir. Mâturidî’nin diyanet-siyaset ayrımı da, din-şeriat ayrımının bir parçasıdır. İşte Mâturidî’nin din-şeriat ayrımı, günümüz hukûkî sorunlarını çözmede, bana göre, çok önemli bir kapı aralamıştır. Mâturidî’nin geliştirmiş olduğu bu yöntem, maalesef, ne geçmişte ne de günümüzde yeterince kullanılmıştır. Bunun ne anlama geldiğini günümüz İslam hukukçularının iyi okuması gerekmektedir. Mâturidî’nin günümüz Müslüman toplumları için en cazip yönlerinden birisi, bu yönü olmalıdır. Diyanet konusunda der ki, İslam’ın inanç, ibadet ve ahlak kısmı diyaneti oluşturur. Bunlar dindir ve din konusunda yetki  peygamberlerin, yani Allah’tan vahiy getiren resullerin (elçilerin) yetkisindedir. Siyaset ise, bunun tersine  meliklerin ve yöneticilerin elindedir. Bu ikisini birbirine karıştırmamak son derece önemlidir. Ondan dolayı da diyanet ve siyaset ayrımı yapar. Ayrıca Selefilerin yaptığı gibi kişinin hareketlerinden dindar ya da dinsiz olmasına karar verme yaklaşımını eleştirir. Ona göre, “İnsan, davranışlarını, eğer din olarak ya da  dinin bir parçası olarak  yapıyorsa, niyete bakmak uygundur. Çünkü insanın inancının yeri kalbidir. Buraya hiç kimse müdahale edemez ve etmemesi gerekir. Bu onun din ve vicdan özgürlüğüne verdiği önemi gösterir. Müdahele edilen bir yerde veya bir aza ile inanç gerçekleşse idi, bu inanç özgür iradeyle değil başkasının baskısı sonucu gerçekleşmiş olurdu. O zaman hakiki bir imandan bahsetmek mümkün olmazdı. Dolayısıyla baskı sonucunda ifade edilen bir iman olmaz. Diğer taraftan insanların dış görünüşteki namaz kılması, oruç tutması; bunlar dinin birer meyveleridir, imanın sonucudur. Ama bunlar her şey değildir. İman olmadan bunların bir kıymeti yoktur. İman sonucunda bunlar olur. Bir kimseyi amelleri doğrultusunda doğrudan doğruya yargılayıp tıpkı Haricilerin ve Selefilerin yaptığı gibi din dışına yani kâfir ya da Müslüman değil demek mümkün değildir. Ameller bu açıdan imanın bir parçası olarak görülemez. Ama amel işlemeyen büyük günahkârdır. Ahlaksız bir mümindir. Hiçbir zaman amellerle imanı aynileştirmemek gerekir. Bu açıdan Hanifiler ve İmam Mâturidî’ye göre bir kimse amelleri hafife almadıkça, kasden terk etmedikçe ve haramı helal görmedikçe dinin dışına çıkmaz. Bir insanın din dışına çıkabilmesi için, o işlenen şeyin dinin dışına çıkardığının herkesçe kesin olarak  bilinmesi gerekir. Bu da sadece küfürdür. Küfrün dışındaki konularda bir insanın diğer bir mümini tekfir etme hakkı yoktur, buna karar verecek olan Allah’tır. Bu açıdan da Mâturidî korkuya dayalı bir dinarlığın önüne geçmek istemiş, yani çok amel etmekle çok dindar olma fikrini de burada eleştirmek istemiştir. Önemli olan sağlam bir bilgi, sağlam bir iman ve doğru, samimi bir davranıştır. Yani doğru bilgi, doğru eylem, doğru bir ahlaki davranış geliştirmek esastır. Bu bakımdan Selefilikten tamamen ayrılır. Genel olarak Mâturidî, siyaset üzerinden dindarlık oluşturma ya da dini siyasete endeksleme fikrine karşı çıkmıştır. Onun siyaset anlayışını şu şekilde formüle etmek mümkündür: “Peygamberimizin devlet başkanlığı görevi, Peygamberimizin nübüvvet mefhumuna dâhil değildir.” Peygamberimizden rivayet edilen sözde bir hadiste, “imamlar Kureş’tendir.” denilmektedir. Yani devlet başkanı olacak kişinin Arapların en büyük kabilelerinden Kureş  kabilesinin bir mensubu olması gerekir. Aslında bu sonradan ortaya çıkmış bir sözdür. İmam Mâturidî, bu sözü şöyle değerlendirir: “Bu söz diyaneten yanlıştır siyaseten ve toplumsal açıdan doğrudur. Peygambere ait gösterilen böyle bir söze bu şekilde bir eleştiri yöneltebilmek ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur. İmam Mâturidî, olayları ve sorunları analiz ederken, siyasî, toplumsal ve dinî  bir çok açıdan analiz edilmesi gerektiğini yüzyıllar önce hilafetin Kureyşliliği konusunda açıkça göstermiştir. O, bu konuda diyanet açısından farklı, siyaset açısından farklı bir sonuca varmıştır.

 İsmet Anlı: İmam Maturidi ile Hoca Ahmet Yesevi arasındaki bağlantı ve ilişki nedir? 

Sönmez Kutlu: İmam Mâturidî’de akılcı yön ağır basar. Onun şahsiyetinden ve biyografisinden Sufi bir kişilik çıkarmak mümkün değildir. Zaten kendi dönemindeki Sufilere karşı eleştiriler yöneltmiştir. Fakat onun eleştirdiği Sufi kesimler sınırsız tevili kullanan ve İsmaillilerin de  içerisinde bulunduğu Batini yorumu bir yöntem olarak benimse mutasavvıfılara yöneliktir. Dolayısıyla İmam Mâturidî böyle lafızları zorlayıp anlam çıkarmaya çalışan mutasavvıflara ve gizli bilgi aldığını ya da Allah’tan ilham alarak bilgi üretmeye çalıştığını söyleyen kişilere şiddetli eleştirilerde bulunmuştur. Mâturidî’nin ortaya koyduğu bu sistem Türk Sufileri de etkilemiştir. Ahmet Yesevi de Mâturidî-Hanefi bir kültür havzasından yetişmiştir. Dolayısıyla Ahmet Yesevi de Mâturidî’nin fikirlerinden etkilendiği kanaatindeyim. Fakat bu etkilenme diğer Mâturidî-Hanefî şahsiyetler olarak tanımladığımız kişilerde olduğu kadar net değildir. Ama şunu açıkça söyleyebiliriz:  “Ahmet Yesevi’nin görüşlerinin, daha sonraki takipçileri tarafından aşırı Batınî yorumlara büründürülmemesi, İmam Mâturidî’nin görüşleri sayesinde olmuştur. Bölgede Mâturidîliğin yaygın olması, gerçeklikten uzaklaşmış bir Sufi hayata engel olmuş, hatta  Yeseviliğin Şiileşmesini engellemiştir. Çünkü Batınî yorumun ağırlıklı kullanıldığı yerler, belli bir süre sonra Şiileşmeye başlamıştır. Ya da en azından Şiilikten etkilenmeye açık hale gelmiştir. Safuyiddin Erdebilî’nin kurduğu Erdebil Tekkesi’nin Şileşmesi bunun en belirgin örneğidir. Çok aşırı derecede Sufi yorumların etkisinde kalan Erdebil Tekkesi, Sufi yorumlar üzerinden Şiilik aşılamasına maruz kalmıştır. Hâlbuki Ahmet Yesevi’nin fikirlerine ve takipçilerine baktığımızda böyle bir durumu göremeyiz. Nitekim o, Divan-ı Hikmet’inde Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’ye  aynı derecede değer verir ve onların tamamına övgüde  bulunduğunu görürüz. Zaten Ahmet Yesevi, eğitimini Mâturidî-Hanefi kültür havzasının merkezi olan  Semerkant’ta görmüş ve bu kültürün etkisinde yetişen birisidir. Bundan dolayı yorum yaparken tasavvufun çok aşırı yorumlarına düşmekten ve bu konuda aşırılığa düşmekten uzak durabilmiştir. Ama Sufiliğe kayan Hanefî çevrelerde Mâturidiliğin rengi azalmıştır. Bununla birlikte Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen bazı Sufi tarikatları özellikle Yeseviliği takip eden Bektaşilik’te ve Nakşibendîlik’te hala itikadi açıdan Mâturidî Hanefilik hâkimdir. Bektaşilikteki bu etkilenmeye bir örnek vermek konunu daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Hacı Bektaşi Veli’nin Makâlât’ında  “iman akıl üzeredir.” ifadesi yer alır. Bu fikir Mâturidî’nin görüşleriyle örtüşmektedir. Oradaki imanla kastedilenin din olduğunu sanıyorum. Aynı şekilde İmam Mâturidî, imanda artma ve eksilmeyi kabul etmez. Ona göre büyük günah imandan çıkarmaz.  Gerek Yesevi’nin takipçilerinin eserlerinde gerekse Hacı Bektaşi Veli’nin Makâlât’ında ve bazı Nakşibendîlerin yazdığı eserlerde bu görüşler, aynen tekrarlanmaktadır. Bunlar Yesevilikle Mâturidilik arasındaki ilişkiyi ortaya koyması bakımından önemlidir.

 İsmet Anlı: Anlattıklarınızdan şunu anlıyoruz ki Mâturidilik çok önemli bir konu hatta devletimizin stratejik anlamda hayatta kalabilmesi, milletimizin kalkınma hedefine ulaşabilmesi ve günümüzde yaşadığımız birtakım yapay sorunların aşılabilmesi için önem arz ediyor. Mâturidiliğin daha iyi tanınması ve İmam Maturidi’nin daha iyi anlaşılabilmesi için sizce ne gibi etkinlikler yapılmalıdır? 

Sönmez Kutlu: BM, Yunus Emre ve Mevlana gibi Türk büyüklerinin anısına Yunus Emre ve Mevlana yılı ilan etti. Önümüzdeki yıllardan birisinin  İmam Mâturidî yılı ilan edilmesi, BM’den talep edilebilir. Çünkü Mâturidî, uluslar arası düzeyde  anılıp hakkında geniş araştırmaların yapılmasını hak eden birisidir. Bunun kabul edilmesi, en azından çeşitli etkinliklerin yapılmasına sebep olur. Onun dışında İmâm Mâturidî’nin ölüm yıldönümü anısına özel sempozyumlar veya bilimsel programlar düzenlenebilir. Özellikle Türkiye’de üniversitelerde İmam Mâturidî ve  Mâturidilik adına  yapılmış sempozyum sayısı bir ya da ikiyi geçmez. Maturidi’nin Te’vilât’ı da yayınlandıktan sonra,  bu konuda yeni sempozyumlar yapılmalıdır. Diğer taraftan ilköğretimde ve lise programlarında Mâturidî’nin tanıtılması yararlı olacaktır. Bu sebeple yeni programlarda İmam Mâturidî hakkında tanıtıcı bilgilere yer verilmeye başlandı. Ayrıca ilk defa İmam Hatip Liselerinde Tefsir derslerinde İmam Maturidi’nin tefsirinden  parçalar konuldu. Daha önce genelde rivayet tefsirlerinden parçalar okutuluyordu. Türk gençliğine ilk ve orta öğretimde Maturidi’nin hayatı, eserleri ve görüşleri daha iyi tanıtılmalıdır. Ayrıca çeşitli düşünce kuruluşları veya gönüllü kuruluşlar, sizler gibi, sivil toplum örgütleri bu konuda halkı bilgilendirici söyleşiler, makaleler, yayınlar yoluyla halka İmam Mâturidî ve gerçek Mâturidiliği yeniden gündeme taşımalıdır. Bu tür etkinlikler, Türkiye’nin dini düşüncesinin yeniden kurulmasına önemli  katkılarda bulunulabilir.

 İsmet Anlı: Verdiğiniz tüm bilgiler için çok teşekkür ederiz.Sönmez Kutlu: İmam Mâturidî’ye ilginiz dolayısıyla ben teşekkür ediyorum.  
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam82
Toplam Ziyaret907616
Yeni Çıkan Eserler


İnsani ve Ahlaki Değerler
Prof. Dr. Sönmez Kutlu


İmam Maturidi ve Maturidilik
(Özbek Türkçesi)
Prof. Dr. Sönmez Kutlu


 Türk Müslümanlığı Üzerine Yazılar


Güncel Dini- Siyasi Meseleler Üzerine Yazılar



Selefiliğin Fikri Arkaplanı