SOVYET SONRASI DÖNEMDE TÜRKİSTAN'DA MİSYOLOJİ VE İNKÜLTÜRASYON (KIRGIZİSTAN ÖRNEĞİ)
Türk, İran, Çin ve diğer medeniyetlerin kavşak noktasında bulunan Türkistan, tarihte olduğu gibi bugün de siyasi, ekonomik, askeri, kültürler ve dinlerarası mücadelelerin merkezi olmaya devam etmektedir. İslam'dan önce bu bölgede Budizm, Maniheizm, Yahudilik, Hrıstiyanlık, geleneksel Türk dini olan Tenircilik gibi dinler yayılmaya çalışmış ve birbiriyle mücadele etmişlerdir. Özellikle Bizans baskısı altında kalan Nasturi Hristiyanlar, V. asırdan itibaren Farslıların hakimiyeti altındaki topraklara sığınmışlardır. Sonraki yüzyıllarda Nasturi misyonerler Maveraünnehir'in önemli kültür merkezlerinden Semerkant'ı, daha sonra doğuda Kaşgar ve kuzeyde Talas bölgesini dini propogandalarının merkezi olarak seçmişlerdir. İslam ordularının Maveraünnehir'i ele geçirdiği VIII. asırdan itibaren diğer dinler, bu bölgedeki üstünlüklerini kaybetmişlerdir. Her ne kadar Moğollar'ın Türkistan'ı istila etmesine kadar Nasturi Hrıstiyanlığın bölgede Oğuzlar arasında hala önemli bir güç olarak devam ettiği iddia edilse de, bu iddia konuyla ilgilenen araştırmacılar tarafından köklü eleştirilere maruz kalmıştır.[1] Bilinen bir gerçek vardır ki o da İslam'ın fethinden bugüne kadar - Çarlık döneminde başlayıp Sovyetler Birliği'nin kuruluşuna kadar devam eden zorla Hristiyanlaştırma faaliyetlerine rağmen- Türkistan'da, Türk boyları arasında hiç bir din İslam dini kadar genel kabul görmemiştir.
Türk, İran, Çin ve diğer medeniyetlerin kavşak noktasında bulunan Türkistan, tarihte olduğu gibi bugün de siyasi, ekonomik, askeri, kültürler ve dinlerarası mücadelelerin merkezi olmaya devam etmektedir. İslam'dan önce bu bölgede Budizm, Maniheizm, Yahudilik, Hrıstiyanlık, geleneksel Türk dini olan Tenircilik gibi dinler yayılmaya çalışmış ve birbiriyle mücadele etmişlerdir. Özellikle Bizans baskısı altında kalan Nasturi Hristiyanlar, V. asırdan itibaren Farslıların hakimiyeti altındaki topraklara sığınmışlardır. Sonraki yüzyıllarda Nasturi misyonerler Maveraünnehir'in önemli kültür merkezlerinden Semerkant'ı, daha sonra doğuda Kaşgar ve kuzeyde Talas bölgesini dini propogandalarının merkezi olarak seçmişlerdir. İslam ordularının Maveraünnehir'i ele geçirdiği VIII. asırdan itibaren diğer dinler, bu bölgedeki üstünlüklerini kaybetmişlerdir. Her ne kadar Moğollar'ın Türkistan'ı istila etmesine kadar Nasturi Hrıstiyanlığın bölgede Oğuzlar arasında hala önemli bir güç olarak devam ettiği iddia edilse de, bu iddia konuyla ilgilenen araştırmacılar tarafından köklü eleştirilere maruz kalmıştır.[1] Bilinen bir gerçek vardır ki o da İslam'ın fethinden bugüne kadar - Çarlık döneminde başlayıp Sovyetler Birliği'nin kuruluşuna kadar devam eden zorla Hristiyanlaştırma faaliyetlerine rağmen- Türkistan'da, Türk boyları arasında hiç bir din İslam dini kadar genel kabul görmemiştir.
Müslüman hanlıkların birbiriyle olan mücadeleleri sonucu zayıf düşen Türkistan, Çarlık Rusya tarafıdan XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren işgal edildi. Çarlık Rusya, bölgeye Fundamentalist Rus Ortadoks kazaklarını yerleştirmek ve misyonerler göndermek suretiyle müslüman halkı zorla Hristiyanlaştırmaya çalıştı.[2] Demografik yapıda meydana gelen değişiklik dolayısıyla, Hristiyan misyonerliğinin faaliyetleri Sovyet Rusya döneminde de devam etti. Her ne kadar bütün dinler yasaklandıysa da, Kril alfabesine geçiş ve eğitim dili olarak Rusça'nın benimsenmesi sonucu, müslüman halk, dolaylı olarak Hristiyan kültürün istilasına uğradı. Böylece yeni nesil Rus kültürü içerisinde Hristiyan dini semboller, kavramlar ve deyimleri öğrendi. Sovyetler Birliği döneminde, bütün camiler ve medreseler kapatıldığı ve alfabe değiştirildiği için yeni yetişen nesil dinini öğrenmekten ve yaşamaktan mahrum bırakıldı. Şehirlerde yeni nesil Rus kültürüyle yetişmeye başladı ve büyük bir dejenerasyon yaşadı. Türkistan'ın güçlü dokusu sayesinde, bu büyük kültürel ve dini tahribat karşısında mukavemette kısmen başarılı oldu. Türkistan halkı, 1990'lı yılların başından itibaren bağımsızlıklarını elde ederek dini özgürlüklerine kavuştular ve yeniden İslam'a yöneldiler. Sovyetler Birliği'nin yıkılması ve bağımsız Türk Cumhuriyetleri'nin kurulmasıyla, Türkistan'ın dini ve kültürel tarihinde yeni bir devir açılmış oldu. Müslüman Türk boyları, kıt imkanlara rağmen, cami/mescid ve medreselerini inşa etmeye başladılar. Onlar, yetmiş yıllık baskı ve zulmün sonucu meydana gelen dini ve kültürel tahribatı ortadan kaldıracak güçlü kurumlara ve dini eğitim görmüş yeterli kadroya sahip değildiler. Öncelikle yeni dönemde insanların dini ihtiyaçlarını karşılayacak kadroların yetiştirilmesi gerekiyordu. Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan, bu konuda Türkiye'yle işbirliği yaparak birer İlahiyat Fakülteleri açmak suretiyle bu ihtiyacı karşılamaya çalışmaktadır. Ancak İlk, Orta, Lise ve Yüksek okullarda, genel eğitim içerisinde din eğitimine yer verilmemesi ve mezun olan öğrencinin oldukça sınırlı olması gibi sebeplerle, beklenen fayda elde edilememiştir. Bu sebeple de, şu anda halkın dini ihtiyaçları yeterli dini bilgiye sahip olmayan mollalar veya Kur'an Kursları düzeyindeki medreselerden mezun olmuş kimseler tarafından karşılanmaktadır. Bu kimseler, ihtiyaca cevap veremediği gibi, halkı yanlış bilgilendirmekte hatta İslam'a olan ilgi ve sevgisini zayıflatmaktadırlar. Ayrıca halkın dini konularda doğru ve sağlıklı bilgi alabileceği kurumlar, kitap ve neşriyat da oldukça yetersizdir. Halbuki Rusya ve Rus Ortadoks kilisesi bölgede açılan Ortadoks kiliselere destek vermekte, papazlar ve misyonerler göndermektedir. Ortadoks Hristiyan misyonerlerinin hedef kitlesi, Rus asıllı Hristiyanlardır. Bunların Kırgız, Kazak ve Türkmenler üzerinde etkileri yok denecek kadar azdır. Çünkü tarihi Rus-Türk rekabeti, temelde dini bir rekabetten beslenmektedir. Bundan dolayı Türk boyları Ortadoks Hristiyanlığı, Rus dini olarak görmekte ve onu benimsemeyi Ruslaşmak olarak telakki etmekte ve onlarla evlenmeyi hoş karşılamamaktadırlar. Zaten XIX. asırın sonlarından itibaren Ruslar da, Türkistan'daki Rus olmayan milletleri Hristiyanlaştırmayı Ruslaştırmak olarak telakki etmiştir. Ancak şu anda Ortadoks Hristiyanlık, bölgedeki Rus nüfusu arasında da yeterli taraftar bulmakta zorlanmaktadır. Bununla birlikte hedef kitlesi olarak Rus ya da daha önce Ortadoks olan kimseleri seçmişlerdir.
Bu makalemizde, başka müstakil bir araştırma konusu olan Kırgızistan’da faaliyet gösteren başlıca misyoner hareketleri, metodları[3] ve misyonerliğe karşı alınması gereken önlemler üzerinde tek tek durmak istemiyoruz. Burada üzerinde durulması gereken, Sovyet Birliği'nin çüküşünden sonra Kore, Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nden gelen Katolik, Protestan, Babtist, Yedincigün Adventistleri, Evanjelistler, Koreli Presbiteryanlar, Yehova Şahitleri, Krişnacılar, Budistler, Mooncular ve diğer grupların neden Türkistan’ı ve onun içerisinde Kırgızistan’ı misyonerliğin yeni alanı olarak seçtiği konusudur. Batılı devletler, ABD ve bazı uluslararıs örgütler, soğuk savaş döneminden kalma Rus nüfuzunu zayıflatmak, bölgede nüfuz elde edebilmek ve atiszm propogandası sonucu oluşan manevi boşluğu doldurabilmek için bu grupları buralarada faaliyet gösterme konusunda resmi veya gayri resmi yollarla teşvik ederek politik ve maddi her türlü desteği vermeyi vadetmişlerdir. Şu anda Katolik misyonerler Alman Katolik Kilesi tarafından, Protestan misyonerler Alman protestan Kilisesi tarafından ve Babtislerle diğer bazı protestan gruplar Amerika’daki kiliseler tarafından gönderilmektedir. Türkistan’a Hristiyanlığın ihrac edildiği en önemli merkezlerin Almanya’da bulunduğu söylenmektedir. Bunun sebeplerinden birisi, bölgedeki Alman vatandaşlarının çokluğudur. Sırf Kırgızistan’da 50.000’ne yakın Alman nüfusu vardır. Bunların Almanca, Rusca ve Kırgızca bilmesi büyük bir avantajdır. Bağımsızlıklarını kazanalı on yılını henüz dolduran bu devletlerde, Hristiyan misyonerlerin bu kadar kısa sürede ne kadar güçlendiklerini gösteren oldukça önemli veriler bulunmaktadır. Biz, Kırgızistan üzerinde durmak istiyoruz.
Bugün Kırgızistan'ın nüfusu yaklaşık 4.500.000 civarındadır. Bu nüfusun % 80'nini Kırgız, Özbek, Ahıska Türkü, Dağıstanlılar, Çeçenler, Uygurlar, Dunkanlar (Çin asıllı müslümanlar) ve Kazak müslümanlar oluşturur. Yaklaşık % 17'i Rus asıllı Hristiyanlar ve geriye kalanı da ateistler, diğer Hristiyan gruplar, çok az sayıda Bahailer ve Krişnalardan oluşmakta olduğu sanılmaktadır. Bu grupların Kırgızistan'da resmi olarak kurdukları dini organizasyonların sayısına baktığımızda karşımıza korkunç bir rakam çıkmaktadır. 1995 yılı itibariyle 19 dini organizasyondan Kırgızistan Müslümanları Dini İdaresi, Bahailer ve Hinduların dini organizasyonu çıkarırsak geriye kalan 16'sının tamamını Ortadoks ve Katolik Hristiyanlarla diğer Fundamentalist Hristiyan grupların dini organizsyonları oluşturmaktadır.[4] Kırgız Devleti, bu aşırı dini kurumlaşmayı resmi prosüdüre bağlamak ve faaliyetlerini takip edebilmek için 1996 yılında Din İşleri Devlet Komisyonu adıyla bir resmi birim oluşturdu. 1997 yılından itibaren ülkede faaliyet göstermek ve dini organizasyon kurmak isteyen gruplar için, zikredilen Komisyon ve Adalet Bakanlığı tarafından tescil edilmesi şartı getirildi. 1999 yılı itibariyle sözü edilen her iki kurumca tescil edilen toplam 300 dini kurum bulunmaktadır. Bunlardan 210 adedi Hristiyan mezhepleri tarafından kurulmuştur. Dinlerin ibadethanelerine bakıldığında Müslümanların büyük cami olarak 120 cami, Rus Ortadoksların 40 kilisesi, diğer Hristiyan gruplarınsa 200 kilise ve ibadet merkezi bulunmaktadır.[5] ABD Kongresi Üyeleri zaman zaman bu ülkeyi ziyaret etmekte, ABD Konsolosu ve diğer ülke konsolosları, zaman zaman Din İşleri Komisyonunu ve Kırgız Parlementosu üyelerini ziyaret ederek ülkedeki dini özgürlüklerle ilgili problemleri onlara ulaştırmaktalar ve bu problemlerin çözümünü istemektedirler. Örneğin 1999 yılında Kızılkaya'daki Babtistlerin ve Jesus Christ Kilisesi'nin tescil işiyle ilgili geçikme, böyle bir görüşme sonucu halledilmiştir.
Bazı batı ülkelerindeki faaliyetleri oldukça sınırlı olan bu marjinal Hristiyan grupların Kırgızistan'da bu kadar güçlenmesinin sebebleri üzerinde durmak gerektiği kanaatindeyim. Öncelikle Kırgızistan, diğer Türk Cumhuriyetleri gibi yetmiş yıllık bir sömürü ve dinsizleştirme sürecinden geçmiş olduğu için Kırgız toplumu ve özellikle genç nesil kendi öz kültüründen, dininden ve değerlerinden zorla uzaklaştırılmaya ve dinsizleştirilmeye çalışılmıştır. Bunun sonucu bir inanç ve maneviyat boşluğu ortaya çıkmıştır. İkincisi çoğu XX. yüzyılın başında yerleşik hayata geçen Kırgız ve Kazak Türkleri, Azeri, Türkmen, Ahıska, Özbek Türklerinden farklı olarak yazılı/kitabi dini külütürü oldukça zayıf olan ve sözlü kültürle dini bilgileri nesilden nesile aktaran göçebe topluluklardır. Sovyet Rusya döneminde yerleşik hayata zorlanmaları ve ateist/marksit bir eğitimden geçirilmeleri sonucu dini kültürlerini ve kimliklerini muhafaza etmekte güçlük çekmişlerdir. Şu anda büyük şehirlerde, pek çok kişi, anne ve babalarından ya da dedelerinden duydukları kadarıyla kültürel müslümandırlar ve İslam'ın temel ibadetlerini yerine getirme konusunda oldukça zayıftırlar. Onları İslam kimliğine bağlayan en önemli unsur, sözlü olarak nesilden nesile aktarılan ve bugüne kadar ulaşmış Manas Destanıdır. Bunun dışında büyük bir bilgi eksikliğinin sıkıntılarını yaşayan Kırgızların dini bilgileri halk inanışlarına ve efsanevi/menkabevi kültüre dayanmaktadır. Üçüncüsü; bağımsızlık sonrasında yapılan kanunlarda bu marjinal ve Fundamentalist grupların faaliyetlerini ve teşkilatlanmalarını kolaylaştıran bazı maddeler bulunmaktadır. Kırgız Cumhuriyeti'nin Din Özgürlüğü ve Dini Kurumlarla ilgili çıkardığı kanunun[6] II. Bölümü'nün 7. maddesinde İslam, Hristiyan ve diğer dini cemaatlere dini organizasyon kurma ve kendi ihtiyaçlarını karşılayacak elamanları yetiştirecek dini okullar açma hakkını vermektedir. Kanunun II. Bölümü'nün 8. maddesinde ise, bu cematlerin dini teşkilatlanmaları oldukça kolaylaştırılmıştır. Buna göre, 18 yaşında en az 10 Kırgız vatandaşı biraraya gelerek dini bir kurum açmak için baş vurduğu takdirde, ilgili resmi makamlar bir ay içinde incelemeleri sonucu açış izni verirse, o dini kurum resmiyet kazanır. Diğer taraftan III. Bölüm'ün 11. ve 12. maddelerinde, muhtemelen dış devletlerin baskısıyla ya da Kırgız devletine yabancı sermayenin gelmesi ve ekonominin canlanması için resmiyet kazanan dini cemaatlere, tarım, sanayi, basın yayın ve diğer alanlarda ticari faaliyetlerde bulunma izni verilmiştir. Dödüncüsü; Kırgızistan'ın Türkistan'daki stratejik ve jeopolitik konumudur. Kırgız müslüman nüfusunun % 60'nın yaşadığı ve bir bölümü Kırgız toprakları içerisinde bulunan Fergana Ovası, İslam öncesi ve sonrası dönemde bölgedeki uluslararası dini, ekonomik, kültürel ve askeri mücadelelerin odağı olmuştur. Tarihte fıkıhta Hanefiliğin, itikadda Maturidiliğin en güçlü kelelerinden birisi konumuna yükselmiş olan bu kültür havzasından, Oşi, Fergani, Özgendi, Marginani, Celalabadi, Andicani ve Kokandi nisbesini taşıyan pek çok fakih, mütekellim, astronom, filozof, sufi ve şair çıkmıştır. Sovyet yayılmacılığına karşı ilk büyük milli direnişler ve özgürlük hareketleri burada başlamıştır. Şu anda dini canlılığın yoğun olduğu, İslamcı hareketlerin en çok taban bulduğu yer yine burasıdır. Kısaca Fergana'nın siyasi ve dini durumu, Türkistan'ın geleceğininin belirlenmesinde öncelikli bir rol oynayacaktır. Ayrıca Çin'e açılan en önemli ticari merkezlerden birisi olarak görülmektedir. Bu sebeple, günümüzde de politik, ekonomik ve dini rekabet halindeki bölgesel ve uluslararası güçler, örgütler ve devletler, petrol, doğal gaz, pamuk üretimi ve diğer tabii zenginlikleriyle de dikkatleri üstüne çeken Türkistan'ın kalbi durumundaki bu vadiyle yakından ilgilenmekte ve geleceğe yönelik plan ve projeler geliştirmeye çalışmaktadırlar. Dini küreselleşme, Ekonomik küreselleşme ve Politik küreselleşme planının bir parçası olarak, ele geçirilmesi gereken önemli bir üs konumunda görülmektedir. Bu yüzden din, politika ve kapitalist sermaye işbirliği içerisindedir. Bazan bir misyoner, döviz bürosu çalıştıran bir tüccar olarak, barış gönüllüsü olarak, doktor ve veteriner olarak, gazeteci, politikacı ya da işadamı olarak karşımıza çıkabilmektedir.
Katolik misyonerler ve diğer Fundamentalist Hristiyan misyonerlerin hedeflerine ulaşabilmek için uyguladıkları taktik ve stratejiler de oldukça ilginçtir. Bunlardan bazılarını burada ele almak istiyoruz. a) Diyalog görüntüsü verilmiş Misyoloji: Katolik Kilisesi, 1965 yılından sonra ortaya attığı ve geliştirdiği, diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Türk Dünyası’nda[7] da baş rolünü kendisinin oynadığı diyalog çalışmalarını sürdürmektedir. Aslında Papalık, küreselleşme sürecinin bir sonucu olarak ve Hristiyanlığın tarihteki kutsal savaşlarının müslüman dünyada meydana getirdiği olumsuz imajı yıkmak, sevecen ve sempatik görünmek amacıyla yeni tür bir misyoloji ya da Posmodern bir misyonerlik geliştirmiştir. Bunun için bölgeye iyi yetiştirilmiş Kırgızca, Özbekçe ve diğer Türk dili lehçelerini bilen misyonerler, ya da bu bölgede yaşayan Katolik Almanlar diyaloğ temsilcileri olarak gönderilmektedir. Bunlar bazan ya bir Hristiyan dini organizasyon adına veya uluslararası bir örgütün üyesi/danışmanı olarak Türkistan'daki etnik, siyasi ve din durumu, gelenek ve görenekleri tesbit için gezi, gözlem, inceleme ve araştırmalar yapmakta, diğer Hristiyan gruplarla işbirliği projleleri geliştirmeye çalışmaktadırlar. Örneğin bir Katolik misyoner, Babtistlerin kiliselerindeki faaliyetleri izlemekte, onların problemlerini tespit ederek ortak çozüm yolları aramaktadır. Kuzey Amerika'da Protestanlığın ya da diğer Hristiyan mezheplerinin yayılmasına karşı özel önlemler alan ve İrlanda'da Protestanlarla çatışışan Katolikler, Global Hristiyan Formun'da Hristiyan olmayanların Hristiyanlaştırılması için ve özellikle eski Sovyet Cumhuriyetlerinde Hristiyanlığı yaymak için ortak hareket planları ve ilkeleri belirlemektedirler.[8] Türkistan'da yapmak istedikleri asıl şey, birbirleriyle diyalog içinde olup müslümanlar arasında evanjelizasyon faaliyetlerini sürdürmektir. Papalık, son yıllarda Joseph Card. Ratzinger tarafından hazırlanan ve Papalık tarafından onaylanarak internet sayfalarına konulan resmi bir bildiride " insanlığın gerçek kurtuluşunun İsa'ya inanmaktan ve Kilise'ye bağlanmaktan geçtiği"[9] ve bu yüzden diyalogun bundan vazgeçme anlamına gelmediği, misyolojinin devam ettiğinin unutulmaması gerektiğinin vurgulanması, Papalığın diyalogla neyi hedeflediğini açıkça göstermektedir.
Türkistan'da olduğu gibi Kırgızistan'da da faaliyet gösteren Katolik, Ortadoks ve diğer Fundamentalist Hristiyan grupların görev dağılımı ve işbirliği yaptıkları, hedef kitleleri incelendiğinde açıkça görülmektedir. Gözlemlerimiz sonucu ulaştığım bir kaç grubun hedef kitlesini burada kısaca sunmak istiyoruz.
Adventistler, Kırgızistan'da Üniversite çevrelerinde, özellikle İngiliz dili ve Çet dilleri bölümlerindeki öğrenciler üzerinde misyonerlik faaliyetlerinde bulunmaktadır. Araç olarak dil öğretimi yani İngilizce kullanılmaktadır. İngilizce kursları açmaktalar ve katılan öğrencilere İngiltere ve Amerika'ya göndermeyi vaad etmektedirler. Ne var ki Yabancı Dillir’de 5-6 yıldır propoganda yapmalarına rağmen, amaçlarına uluşmakta istedikleri başarıyı elde edemedikleri anlaşılmaktadır. Bunlara başta ilgi duyan öğrencilerin son sınıfa geldiklerinde, onların İsa'yla ilgili ve Hristiyanlık dini ile ilgili verdikleri bilgilereden tatmin olmadıkları ve sıkıldıkları için ayrıldıkları görülmektedir. Bundan dolayı, daha çok Fakülteye yeni gelen öğrencileri hedef almaktadırlar.
Babtistler, diğerlerinn aksine sıradan halkı hedef almış, faaliyetlerini onlar arasında yoğunlaştırmıştır. Bu sebeple halk arasında daha fazla taraftara sahiptirler. Özellikle katılanların yüzde doksanı kadınlardan oluşmaktadır. Bizzat gidip gördüğümüz "Sıyunuu Üyü" dedikleri ibadethaneleri, hem bir mektep hem bir kütüphane, hem de bir ibadethane gibi çalışmaktadır. Daha sonra buraya, çalışan kadınların ve kocası tarafından terkedilmiş yoksul kadınların çocukları için bir kreşi açtıkları söylenmektedir. Diğer faaliyetlerinden ve bizimle yaptıkları konuşmalardan, onların kendilerine adam kazanmakta birebir ilişkiye ve halkın ezilen, yoksul ve felakete uğrayan kesimini tesbit edip onlarla özel ilişkiye büyük önem verdikleri anlaşılmaktadır. Kırgız ailelerde boşanma oranının yüksek olması, çocuklarıyla birlikte terkedilen ve kocasının desteğinden mahrum bırakılan kadınların çokluğu, Babtistler tarafından hedef kitle seçilmesine sebep olmuştur.
Evangelistler, daha çok basın-yayın ve her çeşit iletişim araçlarını kullanarak halkı etkilemeye çalışmaktadırlar. Bazı televizyon kanallarında, büyük miktarda paralar vermek suretiyle, haftalık konuşma pogramlarıyla Hristiyanlık propogandası yapmaktadırlar. Bu televizyon kanallarını, uzun vaadeli belli saatlerde yayın yapmak üzere kiraladıkları için, yayınlarını durdurmak imkanı zorlaşmıştır. Keremet TV., onlar tarafından bu yayınlar için kullanılmaktadır.
Katolikler, daha çok daha önce buraya yerleşmiş Almanlar başta olmak üzere eski doğu Bloku ülkelerinden gelen kimseler ve Rus halkı arasında faaliyet göstermektedirler. Kırgızlara bunlar aracılığı ile ulaşmaya çalışmaktadırlar. Kırgızlar üzerinde, diğer gruplar kadar etkili olamamaktadırlar.
Protestanlar, daha çok Amerika, İngiltere, Almanya ve diğer Batı Avrupa devletlerinden gelen misyoner gruplarıdır. Faaliyetlerini, genellikle bilimsel araştırmalar ve ilmi toplantılara hasretmektedirler. Amerikalı bir iş adamının kurduğu Soros Vakfı'yla bunlar arasında bir ilişkinin bulunduğu söylenmektedir. Kırgızistan-Soros Fondu Kırgızistan'da çok çeşitli çalışamalar ve projeler yürütmektedir. Mesela Barthold'un Kırgızlarla ilgili makalalelerini Kırgızca'ya çevirip yayınladılar. Ayrıca Ala-Too adlı dergisi 1997 yılına ait özel bir sayı çıkardılar ve bunu Doğu Türkistan Kırgızlarına ayırdılar. Ayrıca Gazetelerde ilanlar vererek çeşitli konularda yarışmalar düzenlemekte ve ders kitapları yazdırmaktadırlar. 1999 yılına ait düzenlediği yarışmaların ilanını büyük gazetelerden birisinde yayınladılar.[10] Ayrıca Oş Üniversitesine 350 bin somluk kitap yardımı yaptılar.
Barış gönüllüleri ile birlikte çalışan bazı doktorlar arasında da misyonerlerin bulunduğu iddia edilmektedir. b) İnkültürasyon: Bu kavram, farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Asıl anlamlarından birisi de, “bir mahalli kiliseye ait Hristiyan tecrübesinin o bölge toplumunun kültürüyle bütünleşmesi (kaynaşması) dir....” [11] Ayrıca inkültürasyon, “insanlığı içten dönüştürme ve onu yenileme” ya da “İncil ve Hristiyanlığın değerlerini diğer kültürlere aşılamak veya kültürlerin bu değerlere adaptasyon” anlamlarına da gelmektedir. Bu sürecin değişim, asimilasyon ve dönüşüm gibi çeşitli aşamaları vardır.[12] Bu kavram Papalığın 1965 sonrası Diyalog girişimlerinin sonucunda resmen tanınmış ve bütün dünya da misyolojinin en önemli bir unsuru olarak yürürlüğe konulmuştur. Kırgızistan'da bunun tezahürlerine çokça rastlanmaktadır. Ayrıca bunu sadece Katolik misyonerler değil diğer misyoner gruplar da yapmaktadırlar. Bunun için öncelikle Türkistan'daki yeni kurulan ülkelerin müslüman ülkeler olmadıkları, diğer din mensuplarının da bulunduğu dolayısıyla eskiden olduğu gibi " İslam'ın kalesi " iddialarından vazgeçilmesi gerektiğini iddia ederler. Yüzyıllarboyu bu bölgenin İslam medeniyetinin beşiği olmasını görmezlikten gelerek Sovyet sonrası dönemde bu insanların dinsizleştirildiğini bu sebeple müslümanların olduğu kadar diğer dinlerin de bölgede misyonerlik faaliyetlerinde bulunması konusunda hak sahibi olduğu tezini ilmi toplantılarda ve diğer vesilelerle dile getirirler. Öyle anlaşılıyor ki bu durumu inkültürasyon için bulunmaz bir fırsat olarak görmektedirler. Bölgeye gelen gruplar, öncelikle üç aşamaya büyük önem atfederler: kiliseyi kurmak, kiliseyi yaşatmak, bölgenin halkıyla bütünleşmek. Bu aşamaları ilk ikisi şu anda genelde Türkistan ve özelde Kırgızistan'da tamamlanmış, üçüncü aşamanın tamamlanmasına çalışılmaktadır. Şöyleki her grup, maddi vaatlerle 18 yaşını doldurmuş 10 Kırgız vatandaşı bularak şehrin önemli merkezlerine doğrudan Kilise veya başka adlarla ibadethaneler açmaktalar. Hatta okullardan ve mahallelerden birer temsilci bularak, buralara eleman kazanmaya ve cemaat oluşturmaya yönelik faaliyet içerisindedirler. Kilisenin adını ise “Kırgız Babtistleri Sıyınu Üyü”, “Kırgız Yedincigün Advendistleri” ve saire adlarla millileştirmektedirler. Bunların başına önce iyi yetiştirilmiş misyonerler, daha sonra bölge halkından küçük yaşta götürülüp misyoner okullarında yetiştirilmiş Kırgız ya da Özbek vatandaşlar papaz olarak tayin edilmiştir. Artık kilisedeki din görevlisi ve az sayıdaki cemaat Kırgızistan vatandaşı olan kimselerden oluşmaktadır. İlk kurucuları kiliselerin kordinasyonuyla ve ortak önemli büyük projeler/programların gerçekleştirilmesiyle görevlidirler.
Değerlerin kültüre aşılanması konusuna ve kültürle bütünleşmeye gelince, başlangıçta insanlara müslümanlar arasındaki Peygamber İsa imajını ve müslümanların İsa’ya olan sevgisini kullanmaktadırlar. Bir müslüman gibi davranarak, dinini belli etmeden Hristiyanlıkta takdim edilen Allah'ın oğlu İsa'dan bahsetmemektedirler. Daha sonra kişinin dini inanışlarını etkilemeye başlayıp İncilin İsa imajını ona aşıladıktan sonra Hristiyan olduğunu açıkça söylemektedirler. Sonuçta şahıslar farkında varmadan Hristiyanlaştırmaktadırlar. Bunun için para desteği, özel görüşmeler, hipnotizma ve yurt dışı eğitimi vaatleri gibi pek çok yola başvurulmaktadır. Genel olarak medyada, Kırgız dilinde çıkarılan dergilerde ve halka yönelik yapılan müzikli eğlenceli toplantılarda, konserlerde Hristiyan değerlerinin ve kültürünün propogandası yapılmaktadır. Hatta Kırgız kültüründe daha önceden Hristiyanlıkla ilgili unsurların bulunduğunu ileri sürerek onları geliştirmeye ve canlandırmaya çalışmaktadırlar. Örneğin Manas'ın kutsal kitaplarda adı zikredilen bir aziz olduğu ileri sürmek, Issık Göl civarında yapılan arkeolojik kazılarda bulunan haç ve saire kalıntılardan bahsetmek suretiyle Kırgız kültürünü Hristiyanlığa adapte etme girişimleri bunların en önemlileridir. Ayrıca kaynağı İslam olan ve Kırgızların zihnide olumlu anlamı çağrıştıran bazı dini kavramları kullanarak onlara yaklaşmaktadırlar. Örneğin Kırgızların Ahmed Yesevi'nin Divanındaki şiir uslubuna ve Manas destanı uslubuna aşina olmalarını değerlendirerek, Hristiyan inancının temel unsurlarını bu usluba yakın tarzda yazılan ilahi kitaplarıyla öğretmekteler ve bu iki dini/kültürel kaynaktaki kavramları bolca kullanmaktalar.
Kırgız kültürüne Hristiyan inancını ve değerlerini yaygınlaştırmak için en önemli rolü Kırgızca ve Rusça yazılmış kitaplar oluşturmaktadır. Öyleki bazan İslami kavramlar ve manalar çağrıştıran adlarla yazıldığı için Sovyet sonrası dönemde dine ilgil duyan kimseler İslam'ı öğrenmek amacıyla , bilmeden bu kitapları okumaktadırlar. Orada anlatılanın Hristiyanlık olduğunu daha sonra anlayınca problemler yaşamaktadır. Farkında olmadan kendisini Hristiyanlaşmış bulmakta ve kendi çevresinde böyle olmasa bile Hristiyan olarak dışlanmaktadır. Bu tip haberler zaman zaman gazetelerde yer almakadır. İncil 1990'lı yılların başında çok iyi bir şekilde Kırgızca'ya çevrilirken, Kur'an'ı Kerim, Kırgız vatandaşı Özbek Alaaddin Mansur tarafından 1999 yılında Kırgızca'ya çevrilebilmiştir. Kırgızca açısından bazı sorunlar taşıması dolayısıyla, anlaşılmasında sıkıntılar vardır. Kutsal Kitap dışında, Hristiyanlık propogandası yapan yüzlerce Rusça ve Kırgızca kitap yazılmıştır. Kırgızca Hristiyanlık edebiyatı oluşturulmak istenmektedir. Diğer taraftan Hristiyanlıkla ilgili yazılan bu eserlere bakıldığında, Kırgız toplumunun tam bir kültürel ve dini bombardıman altında olduğu açıkça görülmektedir. Bugün İslamla ilgili kitaplara gelince, eski geleneksel din anlayışla yazılmış, çoğu Özbekçe olup anlaşılması zor ve halkın dini ihtiyaçlarına cevap vermekten yoksun kitaplardır. Ayrıca sayıları da çok azdır. Bu eserlerin içerik ve kalite tartışmasına burada girmek istemiyorum. c) Müslümanları ve İslam'ı Karalama Kampanyası: Hristiyan misyonerler, dünyada barışı ve sosyal adaleti sağlamak için çalıştıklarını her fırsatta tekrarlamaktadırlar. Şu anda İslam dünyasında Cezayir, Afganistan, Tacikistan ve diğer bölgelerdeki yaşanan daramatik olayları ve son zamanlarda bölgede faaliyet gösteren Hizbü't-Tahrir’in faaliyetlerini İslam ve müslümanlarla aynileştirerek İslam'ı ve müslümanları kötülemekte, fakat Hristiyanlığı barışçı bir din olarak sunmaya çalışmaktadırlar. Sonradan Evanjelist olan Muhtar Devletov, kendi çıkardıkları dergide, " Kur'an'da Allah yol gösterici ve kehredici, İncilde Allah yol gösterici ve sevicidir ." şeklinde açıkça İslam'ı ve müslümanları rencide eden ifadeler kullanmıştır.[13] Diğer taraftan, aynı kişiler Batı medeniyetinin Hristiyanların eseri olduğu, müslümanların ise medeniyet kuramadıkları ve İslam dolayısıyla geri kaldıkları şeklindeki bilinen iddiayı tekrarlayarak İslami bilgisi zayıf kimseleri Hristiyanlaştırmak için kullanmaktadırlar. Türkistan'da Bedahşan bölgesinde yaşayan yaklaşık 200 bin nüfuslu Nizari İsmailileri (Agahanlar) mezhebini hesaba katmazsak, genel olarak müslüman halk Hanefi ve Maturidi mezhebine mensuptur. Fergana vadisindeki bu birliği bozabilmek için Hristiyan misyonerler, bölgede faaliyet gösteren İsmaili ve Şii kültürden çıkan Bahailiği desteklemektedirler. Bunun için Dünya Kiliseler Birliği, Dağlık Bedahşan'daki İsmaili nüfusun maddi kalkınması için Agahanlar tarafından yapılan bir projeye destek vermekteler ve insani yardım adı altında tonlarca gıda yardımında bulunmaktalar.
Sonuç olarak son on yıldan beri Türkistan geneli ve Kırgızistan misyoner faaliyetlerinin merkezi haline gelmiştir. Sovyet dönemindeki kültürel ve dini sahalarda yaşanan bunalımın tesirinden yeni kurtulmuş, ancak hala ruhi bunalım geçiren Türk boyları yeni bir istila ile karşı karşıyadır. Fundamentalist Hristiyan grupların misyonerlik faaliyetleri böyle devam ederse, bölgenin dini haritasında önemli değişikliklere sebep olacak ciddi hadiseler yaşanabilir. Bölge ülkeleri, bu konuda şimdiden tedbir almalı ve halkın İslami dini kimliğine sahip çıkarak, Türkistan’ın dinlerarası rekabetin ve çatışmaların merkezi haline gelmesine engel olmalıdır.
BİBLİYOGRAFYA
" A world of Religious Beliefs in Kırgızistan", Kyrgyzistan Chronical, 25-31 Agust 1995, No:3, s.50.
Asaba Gazetesi, No:7 (9682), 12-18 Şubat 1999.
Barthold, W., " Orta Asya'da Mool Fütühatına Kadar Hristiyanlık", Almanca'dan çev. Köprülüzade Ahmed Cemal, Türkiyat Mecmuası, I(1925), 47-100.
Christian Century, 10/18/2000, Vol. 117 Issue 28, p1030, 1/2p
"Congregation for the Doctrin of the Faith" ( www. vatican. va.) Crollius, A. Roest, “ İnkültürasyon”, çev. Ali İsra Güngör, Dini Araştırmalar, cilt:1, sayı:1, Mayıs 1998.
“Din Tutu Erkindiği cana Din Uyumdarı Cönündö Kırgız Respublikasının Zakonu”, Kırgız Tuusu, No: 22, 1992.
Erşahin, Seyfettin, "Türkistan'da Misyonerlik Faaliyetleri", Diyanet İlmi Dergisi, cilt:34, sayı:3(1998), 96-99.
İnandı, İsa, “ Türk Dünyası’nda Misyonerlik”, Bilig Bilim ve Kültür Dergisi, sayı:2, 1996, s.34-48.
Murzaraimoğlu, Bakıt, Bağımsızlık Sonrası Kırgızistan’da Faaliyet Gösteren Hristiyan Kökenli Misyoner Gruplar, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2000. (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi)
"U.S. Department of State Annual Report on International Religious Freedom for Kyrgyz Republic", http://www.uscirf.gov/cgi-bin/ s. 209.
Velidi, Ahmed Zeki, " Oğuzların Hrıstiyanlığı Mes'elesine Aid" , Türkiyat Mecmuası, II(1926), 61-67.
[3] Kırgızistan’da faaliyet gösteren bu misyoner hareketler hakkında geniş bilgi için bkz. MURZARAİMOĞLU, Bakıt, Bağımsızlık Sonrası Kırgızistan’da Faaliyet Gösteren Hristiyan Kökenli Misyoner Gruplar, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2000. (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi)