İslam hareketler Üzerine Hasan Hanefi ile Söyleşi(Arapça'dan)
İSLAMÎ HAREKETLER ÜZERİNE Prof. Dr. HASAN HANEFİ* İLE BİR SÖYLEŞİ**
-Dr. Sönmez KUTLU***: İslam ülkelerinin çoğu, 1970'li yıllardan itibaren " İslamî Diriliş " veya " İslamî Uyanış " olgusunun ortaya çıkışına ve gelişmesine tanık oldu. Böylece bu olgu araştırmacıların, akademik merkezlerin ve siyasî kurumların dikkatlerini çekmeye başladı. Bunun neticesinde Batıda ve İslam ülkelerinde bu olguyu değişik açılardan ele alan pek çok makale ve kitap yazıldı, araştırmalar yapıldı. Siz, bir akademisyen ve Mısırlı bir düşünür olarak bu sorunla yakından ilgileniyorsunuz. İslamî Köktencilik ( Usûliyye el-İslâmiyye ) ve Çağdaş Dini Hareketler ( el-Harekâtü'd-Diniyye el-Muâsıra ) adlı iki eserinizde ve " Çağdaş Dini Hareketler: Üçüncü Tarihi Merhale " ( el-Harekâtü'l-İslâmiyye el-Muâsıra: el-Merhâletü't-Târîhiyye es-Sâlise ) adlı makalenizde bu konuyu ele almaktasınız. Türk okuyucusu, sizi ilk defa " Theology mi Antropology mi ? " adıyla Türkçe'ye çevrilen makalenizden tanıdı. Aynı şekilde İslamî Araştırmalar Dergisi'nde sizinle yapılan ve Türkçe'ye çevrilerek yayınlanan bir söyleşi sebebiyle de yakından tanınmaktasınız.
Müsade ederseniz, bugün bu olguyla ilgili , size, bazı sorular yöneltmek istiyorum:
Her araştırmacı bu olguya, İslamî Diriliş ( el-İhyâü'l-İslâmî ), İslamî Cemaatler ( el-Cemâatü'l-İslâmiyye ), İslamî Köktencilik ( el-Usûliyye el-İslâmiyye ), Şiddet Taraftarları veya Aşırılar ( el-Mutatarrifûn ), İslamcı Hareketler ( el-Harekâtü'l-İslâmiyye ) veya farklı birtakım kavramlar kullanıyorlar. Siz bu olguyu tanımlamada bu kavramlardan hangisini tercih ediyorsunuz ?
-Prof. Dr. Hasan HANEFİ: Kullanılan kavramlardan çok yüklenilen anlamlar önemlidir. Batılılar, bazen şiddete başvuran , modernleşmeyi reddeden, ilk Hristiyan esaslarına dönmeyi isteyen sağcı ve gerici bir akım olan Hristiyan Fundemantalistlere benzeterek Köktencilik ( el-Usûliyye ) kavramını kullandılar. İslamcılar, kendileri için İslamî Hareketler ve İslamî Cemaatler kavramlarını kullanıyorlar. Sosyologlar ve Siyaset bilimcileri ise, İslamî Diriliş ve İslamî Uyanış olarak adlandırıyorlar. Siyasî makamlara gelince, bu olguya Aşırılık/Şiddet Taraftarlığı ( Tatarruf ) ve Aşırı Hareketler adını vermektedirler. Bunlar, araştırma konusunu ortaya koymaktan çok araştırmacının tavrını aksettiren, bu olguya sempatisini veya düşmanlığını gösteren önemsiz mücerred kullanımlardır.
-S. KUTLU: Bu olgunun çağdaş ve yeni ortaya çıkmış bir olgu olmadığını, bilakis onun köklerinin İslam Tarihi boyunca varolduğunu söylemek mümkün müdür ? Ayrıca bu olguyla, örneğin Hariciler, Şia, Mutezile, Mürcie, Ehl-i Sünnet ve Selefiyye gibi tarihi, itikadi ve fikri mezhepler arasında bir ilişki var mıdır ?
-H. HANEFİ: Evet. İslamın hiç bir dönemi yok ki İslamî Uyanış olgusuna rastlanmasın. Çünkü İslam bu milletin kültürüdür. Siyası ve sosyal bünyede ne zaman bir sapma olduysa, yöneticiler veya diğer insanlar bu gidişi düzeltmek, mevcut nizama karşı fikri ve şeri muhalefetin bir aracı olarak İslam'a sığındılar. Eskiden Emevilerin yaptığı gibi, siyasî sistemler İslam'a dayanıyorlar ve meşruiyetlerini ona dayandırıyorlardı. Şia, Hariciler ve Mutezile gibi diğer gruplar ortaya çıkarak bu meşruiyeti ellerinden aldılar ve İslam'ı siyasî sisteme muhalefetin meşruluğu için kullandılar. Millî kurtuluş savaşlarından sonra Laik, Liberal, Milliyetci, Marksist veya Sosyalist yönetim biçimlerinin kurulmasıyla , sömürgeciliğin üstesinden gelinmesinden sonra bu yönetimlerin zayıf düştüğü modern çağımıza gelinci, devlet kurulduğunda İstiklal hareketlerinde önemli payı olan, zaferden sonra dışlanan ve hapislere kapatılan İslamî Hareketler ortaya çıktı. Bu hareketler, muhalefetin meşruiyetini, İslam'a dayandırınca, Laikler yönetimde tek başına kaldılar. Bir çok kimse, laik ideolojiye bir çeşit cevap olarak, vakıadan kaçmak ve ahlaksızlığı, mandacılığı, fakirliği, zulmü ve sosyal zulümlerin her çeşidini protesto için bu hareketlere katıldılar.
-S. KUTLU: İslam aleminin yaşadığı Batı sömürgeciliği dönemi, bu olgunun ortaya çıkıp gelişmesinde önemli bir rol oynadı mı yoksa İslamî düşünceyi yenileyerek yeni bir İslam Medeniyeti'ni kurmak için mi ortaya çıktılar ?
-H. HANEFİ: Evet. Sömürgecilik, Afgânî'den itibaren İslamî Diriliş Hareketi'nin ortaya çıkmasında ve özgürlükçü millî hareketlerin kurulmasında etkili oldu. Abdülhamid b. Badis, el-Beşir el-İbrahimî, Allal el-Fasî, et-Tahir b. Aşûr, el-Kevâkibî, es-Senûsî, el-Mehdî, Muhammed İkbal'in de durumu aynıdır. Millî devletler, 1950'li ve 60'lı yıllarda güçlendiğinde, sömürgeciler onları zayıf düşürmek için bazen bu İslamî olguyu teşvik etmeye başladılar. Çünkü bu İslamî olgu, Hilafetin düşmesi ve Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasından sonra yaşanan sömürgecilik dolayısıyla İslam ümmetciliğini savunuyor ve devletlerin millî sınırlarını tanımıyordu. Bazan sömürgecilik , içerde, millî muhalefetten kurtulmak için kendisiyle işbirliği yapacak örgütleri ve 1970'li yıllarda Sedat'ın Mısır'da yaptığı gibi, bazı İslamî Cemaatleri teşvik etmek suretiyle rol oynadı. Enver Sedat, Nasırcıları bertaraf etmek için Müslüman Kardeşleri ( İhvânü'l-Müslimîn ) destekledi. Aynı şekilde, İsrail, Filistir Kurtuluş Örgütüne muhalefet için Hamas örgütünün ortaya çıkmasına yardımcı oldu. Şu anda sömürgecilik, milliyetci yönetimleri korkutmak ve Liberal ekonomi ve Pazar ekonomisine inanmaları dolayısıyla onları bir alternatif olarak ileri sürmeye çalışmaktadır.
-S. KUTLU: Bir makalenize başlık olarak "Çağdaş İslamî Hareketler: Üçüncü Tarihi Dönem " adını kullanıyorsunuz. Bu kavramları açıklayabilir misiniz ?
-H. HANEFİ: " Çağdaş İslamî Hareketler " kavramı, dini, siyasî, özellikle de siyasî sağ ve sol yelpazedeki İslamî Hareketleri ve geçen asırda ortaya çıkan Dinî İslah Hareketi'nin ilk yıllarından itibaren Arap ve Arap olmayan bütün İslam ülkelerindeki siyasî islam adıyla belirtilen İslamcı Hareketlerin tümünü içeren kapsamlı bir kavramdır. " Üçüncü Tarihi Merhale " kavramı, 15. hicrî asırla önümüzdeki 21. hicrî asır arasındaki yedi asırlık bir dönemi kapsayan İslamî Uyanış dönemidir. Birinci dönem, İslam Medeniyeti'nin inşa edildiği hicri birinci asırla yedinci asır arasındaki İslam'ın altın çağı dönemidir. İbn Haldun bu medeniyetin doğuşu, gelişmesi , sonra gerilemesi ve çöküşünün tarihini geniş bir şekilde yazmıştır. İbn Haldun'dan sonraki hicri sekizinci yüzyıldan 14. yüzyıla kadarki İslam Medeniyeti'nin bir çeşit duruklama, geçmişe göre yaşama ve daha önce ortaya konulanları şerhetme dönemi ise ikinci dönemdir. Bu süreç, Osmanlı'nın yönetime geçişinden son İslahatcı Hareketlere kadarki bir dönemi kapsar. Bu, zamanın ve tarihin bize has bir bölümlemesidir.Buna mukabil Batı, bizi kendi ortaçağıına koymaktadır ki aslında bu doğru değildir ; kendisini de modern çağa koymaktadır ki bu da bizim için doğru değildir. Çünkü Avrupa'nın ortaçağ dediği, bizim altın çağımızdır. Avrupa'nın modern çağ dediği de, bizim durgunluk ve duraklama çağımızdır.
-S. KUTLU: " İran İslam Devrimi " İslamî Hareketleri nasıl etkiledi ? Başka bir ifadeyle, bu olgu açısından İran İslam Devrimi'nin olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir ?
-H. HANEFİ: İrandaki İslam Devrimi, çağdaş İslamcı Hareketleri etkilemiştir. Şöyleki, bu devrim, İslam'ın ümmetin haklarını savunma, Amerikan sömürgeciliği, şah yönetimi ve SAVAK'a karşı çıkmaya kadir olduğunu tecrübi olarak igöstermiştir. Aynı zamanda bu, imam Humeyni'nin liderliği gibi radikal siyasî bir liderliği, İran Özgürlük Hareketini, Leninist-Marksist Hareketi, Halkın Mücahidleri, Halkın Fedaileri, Musaddık Cephesi gibi örgütleri İslam şemsiyesi altında birleştirmekle millî bütünlüğün zorunluluğunu da göstermiştir. Yine caddelerdeki milyonlarca kalabalığın, ateşle karşılık veren bir ordu önünde durabileceğini isbat etmiştir.
-S. KUTLU: İslam Ülkelerindeki bu İslamî Hareketlerin, Cezayir'deki İslamî Hareketleri bir kenara bırakırsak, diğer siyasî partilerin mevcut programlarına alternatif belli bir programı ortaya koyamadıkları için halk arasında taban bulamadığını söyleyebilir miyiz ?
-H. HANEFİ: Hayır. Çünkü İslamcı Hareketler, siyasî ve sosyal programlarının genel ilkelerine sahiptirler. Ancak onlar dışta sömürgeciliği, içte ise zulme karşı siyasî direnişle meşğuldürler. Bu yüzden onların devleti yapılandırma konusunda fikir üretmeye zamanları yoktur. Bununla birlikte, faizin ve faiz işlemlerinin haram kılınması, İslamî bankaların kurulması yönündeki çağrılarına rağmen Liberal ekonomiye en yakın bir konumdadırlar. Onların eksikliği, Müslümanların, bütceden ( Beytü'l-Mal ) haklarını almasından ve her Müslümanın gıda, giyecek, ilaç, eğitim, iş, yiyecek ( rızık ) ve istikrar istemesinden önce ceza kanunlarının İslam şeriatının özünü oluşturduğunu yaymaya çalışmalarıdır. İşte Müslüman alimlerin ve fakihlerin görevi İslam ülkelerinde millî gelir seviyelerine göre değişen siyasî sosyal ve iktisadi projeler ortaya koymaktır. Çünkü kişi başına düşen millî gelir oranı, Haliç ülkelerinde, Hicaz'da, Yemen, Sudan, Mısır ve Moritanya gibi diğer ülkelerde birbirinden farklıdır.
-S. KUTLU: Size göre İslam alemindeki bu İslamî Hareketlerin müşterek hedefleri nelerdir ?
-H. HANEFİ: İslahatcı Hareketlerin ilk önderlerinden Cemaleddin Afgani'den itibaren genel hedefler olarak kabul edilen İslamcı Hareketin ortak hedefleri : Sömürgeciler ve Siyonistlerin işgali altındaki geriye kalan toprakları kurtarmak, Cezayir'de olduğu gibi, gücünü asker ve polisten alan yönetim sistemlerinin gücü karşısında insanların özgürlüklerini savunmak, bir çeşit sosyal adaleti gerçekleştirmek, dejenerasyonla savaşmak, grupculuk, aşiretcilik ve kabileciliğe karşı ümmeti birleştirmek, mandacılığa ve Müslümanların dışa bağımlılığının aksine bağımsız kalkınmayı gerçekleştirmek, Batılılaşmaya karşı öz kimliğini korumak ve halkı İslamî bir proje etrafında toplamaktır.
-S. KUTLU: Bu hedeflerin gerçekleşmesinin önündeki engeller nelerdir ?
-H. HANEFİ: Büyük çoğunluğununun yeraltında faaliyet gösteren illegal örgütler olarak varlığını sürdürmesine bakılırsa, en önemli engel gizli faliyet göstermeleridir. Bu da onların, kendilerinden nefret ettiren, korkutan, silahlı şiddet eylemlerine başvuran suikastci, intikamcı bir mantığını doğurmaktadır. Çünkü hiç kimse, suçsuz insanların kanının dökülmesine razı olmaz. Aynı şekilde, genelde kendilerini yasal basın araçlarında ifade etmeleri yasak olduğundan, kendilerini tanıtma aracı olarak kendilerini dışa vurma yolunu seçmektedirler. Ancak bu şekilde basın ve yayın organlarında kendilerinden söz ettirebilmektedirler. Aynı zamanda onlar siyasî laik akımlarla diyaloğa girmekten kaçınıyorlar ve onlardan uzak duruyorlar. Çünkü onlar şeriatın maksatlarından çok hadlerin tatbiki üzerinde yoğunlaşarak Selefi düşüncenin baskın olduğu geleneksel düşünceyi devam ettiriyorlar. Bu yüzden Mutezilenin geçmişte yaratmaya çalıştığı gibi, onların da daha fazla fikir özgürlüğüne ihtiyaçları var.
-S. KUTLU: İslamî Hareketlerin Batılılaşma ve Marksist ideoloji karşısındaki tavırları nedir ?
-H. HANEFİ: İslamî Hareketler, Marksizm, Liberalizm, Milliyetcilik ve Sosyalizm gibi Batı kaynaklı Laik hareketlerle diyaloğu reddediyorlar. Çünkü bunlar İslamî kaynaklı ve İslam'ın ürünü olmadığı gibi ona düşman olan ve dinle devleti birbirinden ayıran hareketlerdir. Bu gelişmemiş , gerici ve dini siyasete sokanlar şeklindeki Laikler tarafından kendilerine yöneltilen suçlama ve dışlama tavrına karşı İslamî Hareketler'in bir tepkisidir. Bu iki tavır da yanlıştır. Çünkü İslam mükemmel bir hayat nizamıdır. Burada İslam'la Laikliğin, şeriatın maksatları konusunda birleştiği noktalar vardır. Mesela; hayatı ( nefsi ), aklı, hakikatı ( dini ), ırzı ve malı korumak. Tufi'nin dediği gibi, maslahat, kanun koymanın ( teşri ), temelidir, İslam Hukuku ( Şeriatı ), genel maslahatları savunduğu için pozitif bir hukuktur. İslam ictihad konusunda açık ve seçik olarak görüldüğü gibi aklı ve delillendirmeyi ( istidlal ) esas almış ve eskilerin Matematik, tabii, insani bilimler olarak ortaya koyduğu ilmi temel üzerine kurulmuştur. Bu ikisi arasındaki anlaşmazlık, her ikisinin de güçsüz bir devletin başkanlığına kendisinin daha layık olduğunu iddia etmesidir. En doğrusu her ikisi arasında , uzlaşma noktalarını artırmak, anlaşmazlık sahalarını daraltmak için millî bir diyalogun başlatılmasıdır. Böylece genel hedeflerde birleşilebilir; lafızlarda veya metodlarda yani sadece araçlarda anlaşmazlık devam edebilir.
-S. KUTLU: Bu İslamî Hareketler, Akademisyenler ve Kültürlü insanlar arasında taban bulabiliyorlar mı ?
-H. HANEFİ: Evet. Bu asrı, halk kültürünü besleyici kaynak durumundaki gelenek üzerine bina etmeye ve bu geleneği asrımızın ruhuyla uyum arzedecek şekilde geliştirmeye çalışan akademisyenler arasında, İslamî Hareketler, taban bulmaktadır. Bazı akademisyenler İslam'a kültür ve kimlik olarak bağımlıdır. İlmî çalışmalarını bu doğrultuda en iyi bir şekilde sürdürmektedirler. İslamî araştırmalar sahasında görevli akademisyenlere gelince, bunlar İslamî Hareketlerin fikirlerini geliştirmek, taasublarını, hizipleşmelerini ve birbirlerini dışlamalarını azaltmak, ekonomik, siyasî ve sosyal İslam ümmeti olgusunu tahlil ederek " vakıasız nas olmaz " ilkesinden hareket etmek suretiyle nasların vakıaya göre yorumlanmasına imkan verecek gerçek bir potresini çizmekle görevli seçkin bir gruptur.
-S. KUTLU: Sufi tarikatllarla bu İslamî Hareketler arasında bir ilişki var mı ?
-H. HANEFİ: Doğu Avrupa, Orta Asya'daki İslam Cumhuriyetleri, Endenozya ve Afrika'da sufi tarikatlerle İslamî Hareketler arasında bir ilişki sözkonusudur. İslam, ticaret yoluyla yayıldığı kadar sufi tarikatler yoluyla da yayılmıştır. İslamî Uyanış, buralarda, Müslümanların yaşadığı siyasî baskı ortamına nazaran, siyasî olmamakla beraber bir bakıma ruhi (manevi ), sufi ve ahlaki bir harekettir. Bu, imanın en zayıfı ve kalpteki imanın korunmasıdır. Ancak Bosna-Hersek'te bu iman, sırp düşmanlığına karşı vatanı korumaya dönüştü.
-S. KUTLU: Batı Medeniyeti Müslümanların yeni bir İslam Medeniyeti kurmalarına müsade eder mi yoksa böyle bir girişime müdahele ederek engelleyebilirler mi ?
-H. HANEFİ: Batı, tek kutuplu Yeni Dünya Düzeni karşısına dikilen ve kendine meydan okuyan bir İslamî Uyanış'a veya yeni bir İslam Medeniyeti'ne asla izin vermeyecektir. Öyleki bu husus, Batı'nın ve Amerikan'ın İslam'a niçin düşman olduğunu izah etmektedir. Ancak bizim görevimiz, İslam'ın hiç kimseye düşman olmadığını, sadece Müslümanların haklarının geri almaya kadir olduğunu, ilmiyle ve kültürüyle daha önce olduğu gibi bugün de Batının ilerlemesinde önemli bir etken olacağını ortaya koymaktır.
Yorumlar -
Yorum Yaz