• Prof. Dr. Sönmez Kutlu
    • Prof. Dr. Sönmez Kutlu

Üyelik Girişi
Başlıklar
Site Haritası
Onat Kitaplığı
   

Hasan Onat Kitaplığı
Hazırlayan Prof. Dr. Sönmez Kutlu


Sorularla İslam Mezhepleri
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu


İslam Bilimlerinde Yöntem
 Prof. Dr. Hasan Onat
  Prof. Dr. Sönmez Kutlu


Din Anlayışımız Üzerine Denemeler
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Osman Aydınlı



Küreselleşme Din ve Terör
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu


Alevilik Kızılbaşlık Bekataşilik
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu ve Prof. Dr. Ömer Faruk Teber


Din İnsan ve Anlam Arayışı
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Dr. Betül Yurtalan


Aforizmalar
Toprak Tohum ve Kökler
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Dr. Fatıma Nur Demir


İslam'ın Akılcı Yorumu
Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu 

Türkler ve İslam Tasavvuru

 

Sönmez KUTLU, Türkler ve İslam Tasavvuru, İSAM yay., İstanbul, 2011, 366 s

TANITIM: Arş. Gör. Habip DEMİR*

 

Türk ile İslam kelimelerini bir arada kullanmanın tarihi bin yıldan daha uzun bir süreyi kapsar. Bir milletin nasıl olup da tüm varlığıyla yeni bir dini kabullendiği, bu dine ve bu dinle birlikte anılan medeniyete ne gibi katkıları olduğu hakkında şimdiye kadar çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların temel hareket noktası, genellikle din değiştirme olgusunu savaşları merkeze alarak yansıtma eğiliminde süregelmiştir. Ancak yazarın da haklı olarak ifade ettiği gibi, bir kavmin topyekûn din değiştirmesinin tarihte eşine az rastlanır bir olgu olduğu; bu olgunun da birbirinden farklı pratik, sosyo-psikolojik, ekonomik, siyasi arka planı barındıran karmaşık bir ilişkiler ağı üzerine inşa edilebileceğinin (s.9) gözden uzak tutulmamasının bilimsel bir bakış açısı yakalanabilmesi için bir zorunluluk olduğudur. Bu bakış açısını yakalayabilmek ise, Türk-İslam tarihine objektif bakabilen eserlerin meydana getirilmesiyle mümkün olabilir. Bugüne kadar Türklerin İslam’ı kabulü ve İslam’ın Türkler arasında yayılışı ile ilgili birçok eser yazılmıştır. Ancak Türklerin İslam tasavvuru ile ilgili bütüncül bir bakış açısı yakalanamamıştır. İSAM yayınları arasından okuyucuyla buluşan Sönmez KUTLU’nun “Türkler ve İslam Tasavvuru” adlı boyutları küçük ancak içerik yönünden zengin kitabı, tarih araştırmalarında eksikliği hissedilen bütüncül yaklaşıma önem veren bir çalışma olması dolayısıyla kıymete haizdir. Türklerin tarih boyunca itikatta Mâturîdîlik, amelî alanda Hanefilik ve tasavvufî alanda Yesevîlik arka planına sahip olduğunu vurgulayan yazar, bunların kökenlerine inerek ve bu görüşlerin Türkler arasında niçin kabul edildiği ve bu arka plana ait oluşturulmuş edebiyat ile ilgili bilgiler vermektedir. Böylece eser, konu ile ilgili önemli bir boşluğu doldurmaktadır.

Eser, Giriş, 7 bölüm, Sözlük ve İleri Okuma için Kaynakça’dan oluşmaktadır.

“Türkler’de İslam Öncesi Toplumsal ve Dini Hayata Kısa Bakış” başlığı altında konuya giriş yapan yazar, Türklerin Müslüman olmadan önceki inanışları ve toplumsal yaşamları hakkında bilgi vermektedir. Miladi VI. Yüzyıldan itibaren bir milletin ismi olarak beliren Türklerin anayurdunun her ne kadar Orta Asya olduğu ifade edilse de bütün Türklerin burada toplandığı, tek bir toplum, tek bir devlet, aynı din ve kültürü benimseyen yeknesak bir topluluk olduğunun düşünülmemesi gerektiğini ifade etmektedir (s.23). Bu milletin Müslüman oluşunun da birdenbire olmadığını, hatta aynı dönemde ve aynı bölgede yaşayan Türklerin bile farklı inanışlara sahip olduğunun altını çizmektedir. Ancak genel olarak Türklerin tarih sahnesine çıktıkları ilk dönemlerinden itibaren evrensel ve semavi dinlerin tek tanrı anlayışına yakın bir tanrı tasavvurunun bulunduğundan bahsedilebileceği vurgulanmaktadır (s. 33). Türklerin tarih boyunca Şamanizm, Budizm, Maniheizm, Zerdüştlük, Taoizm ve Konfüçyanizm, Musevilik, Hıristiyanlık gibi dinlerle temas kurup bu dinlerin etkisinde kalmalarına rağmen sonuç olarak İslam’da karar kılmış olmaları ve bu dine sıkı bir şekilde sahip çıkmaları oldukça önemlidir.

            Tarihin hiçbir döneminde zorla din değiştirmeyen Türkler, İslam’a da bir anda topyekûn girmediler. Sosyolojik açıdan dini toplumsal değişimin temel ilkelerine bağlı olarak karşılaşma, birbirini tanıma, yüzleşme, uzlaşma ve içselleştirme aşamalarından geçerek başlangıçta İslam’la olan yüzeysel ilişkilerini ilerleyen süreçte siyasi, toplumsal, iktisadi ve dini kültürel hayatlarında köklü bir değişime rıza göstererek bu dinin samimi dindarları haline gelmişlerdir. (s. 46-47)

Birinci Bölüm “Türkler’in İslamlaşma Süreci ya da İslam’la Ufuk Buluşması” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde, Türklerin İslam’la ilk karşılaşmaları ve İslam’ı sahiplenmesi süreci özetlenmiştir. İlk olarak dört Halife döneminde izlenen fetih politikası ile Türklerle kurulan ilişki sonucu Türk sınırlarına ulaşılmıştır. Böylece Arap Müslümanların Türk milletiyle ilk münasebetleri fetihler yoluyla başlamış, Emevi idaresinin mevali politikası sonucu kısa süren Ömer b. Abdülaziz dönemi hariç toplu ihtidalar yaşanmamıştır. Bu nedenle Türkler Emevi idaresine karşı başlatılan özgürlük ve eşitlik mücadelesinde taraf olmuşlardır. Bu durum da Türkler arasında İslamiyet’in yayılışını durdurmuştur. Abbasi devletinin kuruluşuna doğrudan destek veren Türkler, 751 Talas Savaşından sonra İslam dinine artık geri dönmemecesine sıkı sıkıya bağlanmışlardır. Türklerin İslamiyet’i kabulünün bir İslamlaştırma faaliyeti değil tamamen kendi istekleriyle kabul ettikleri bir olgu olduğuna dikkat çeken yazar, bu konuda Türklerin en çok benimsedikleri mezhebin akla önem veren Ehl-i Rey ekolüne verilen destekle de yakından ilişkili olduğu sonucuna ulaşmaktadır. Öyle ki, Türk beldelerinde sadece Ebu Hanife ve öğrencilerinin kadı olarak görev yapması bunu göstermektedir. Türklerin Ebu Hanife’ye olan ilgisi akla önem vermesi yanında, Arap olmayışı, Emevi idaresine karşı direnmesi ve hoşgörüyü ön planda tutan din yorumunun da etkisiyle oluşmuştur.(s. 60-61)

Tarihleri boyunca birçok farklı dine inanmış bir millet olan Türkler, ancak İslam dini ile birlikte milli benliklerini muhafaza edebilmişler, diğer dinlere inanan Türklerin bugün Türklüklerinden bahsetmek imkânsız hale gelmiştir (ss.86-89).

Eserin ikinci bölümü olan “Türklerde Dindarlığın Pratik Boyutu: Hanefilik” başlığı altında yazar, Hanefilik mezhebinin Abbasilerin sınır bölgelerinde bulunan bölgesel devletlerin hukuki ihtiyaçlarını karşılayacak özelliklerde olmasının bu mezhebin benimsenmesinde ve özellikler Türkler arasında yayılmasında etkili olduğunu vurgulamaktadır. Türkler arasında İslam’ın yerleşmesinde İslam’ın evrensel ilkelerinin etkisi var olmakla birlikte bu dinin yerleşip kökleşmesinde büyük ölçüde Ebu Hanife’nin özgürlükçü ve hoşgörülü İslam anlayışının büyük rol oynadığını ifade etmektedir (s.91). Bu bölümde, Ebu Hanife’nin hayatını ve mezhebin Türkler arasında yayılmasını kolaylaştıran özelliklerini açıkladıktan sonra, sırasıyla tarihi süreç içerisinde Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar ve Cumhuriyet dönemlerinde Hanefilik mezhebinin etki alanlarını, bu dönemlerde yaşamış önemli Hanefi bilginlerinin adlarını ve eserlerinden bazılarını tespit etmiştir. Kutlu, özellikle Osmanlı döneminde, Hanefilik mezhebinin resmi mezhep olarak kabul edilmesinin ve hukuk alanındaki kanunlaştırma faaliyetlerinde farklı görüşlerden istifade etmek yerine, devletin kendisini Hanefilikle sınırlandırmasının mezhebe bağlı değil mezhep bağımlısı haline getirdiğini vurgulamıştır. Bu durumun da Osmanlının siyasi, dini ve hukuki hayatında olumlu ve olumsuz pek çok sonuç doğurduğundan yakınan Kutlu; bu zihniyetin genelde İslam medenî hukuku özelde Osmanlının medenî hukuk tarihini olumsuz etkilediğine haklı olarak işaret etmiştir (s.118-119).

Üçüncü bölüm olan “Türklerde Dindarlığın İnanç Boyutu: Mâturîdîlik” başlığı altında yazar, Türkistan’da yaşamış ve fikirleriyle bir itikadi mezhebe isim olmuş Ebu Mansur Mâturîdî’nin sadece yaşadığı bölgeyi değil, Balkanlar ve Kafkasya’yı da etkisi altına aldığını belirtmektedir. Kutlu, kendisi de Türk asıllı olan İmam Mâturîdî’nin dönemine göre özgün fikirler ortaya koymasına rağmen, Mürcie’nin iman anlayışını benimsemesi, din-siyaset ayrımına gitmesi ve sûfîliğe mesafeli yaklaşımı sebebiyle ihmal edilmiş olabileceğini ifade etmektedir. Bilgi Kuramı, Tanrı tasavvuru, Peygamber Anlayışı, Din-Şeriat Ayrımı, İman Anlayışı, İnsan Özgürlüğü, Objektif Ahlak Anlayışı, Diyanet-Siyaset Ayrımı gibi alt başlıklarda Mâturîdî’nin öğretisini özetleyen yazar, önemli Mâturîdî kelamcıları ve kelamî edebiyatının örneklerini sıraladıktan sonra Türkler arasında Mâturîdîlik mezhebinin yayılış sebeplerini açıklamıştır.

Mâturîdîlik mezhebi bizatihi bir mezhep olarak tanınıncaya kadar onun görüşlerine inananlar daha ziyade Hanefiler olarak tanınmıştır. Bundan dolayı Mâturîdîliğin Türkler arasında yayılışı Hanefiliğin yayılışı ile birlikte olmuştur. Bu durum bir süre İmam Mâturîdî’nin öne çıkmasını engellediyse de daha sonraları yeni bir sistem geliştirdiği anlaşılınca Mâturîdî, bir mezhep imamı olarak anılmaya başlamıştır (s.143). Mâturîdî’nin bir Türk âlimi olması ve eserlerini yazarken bölgenin siyasi ve sosyal yapısını göz önünde bulundurması Türkler arasında bu mezhebin yayılmasında etkili olmuştur. Selçuklular döneminde Nizamiye medreselerinin kurulmasıyla Eş’ârîliğin gölgesinde gelişebilen Mâturîdîliği, bu dönemde Bâtınilikle baş edebilmek için Eş’ârîliğe yaklaştırma çabaları ortaya çıkmıştır. Osmanlının ilk dönemlerinde Mâturîdîliğin bilinmesi de daha çok bu yakınlaştırma çabaları sonucu ortaya konan eklektik metinler yoluyla olmuştur. Gerçi Mâturîdîlik, büyük şehirlerdeki medrese geleneklerinde yeterince ilgi görmese de, taşradaki medreselerde ve medrese dışı çevrelerde büyük bir ilgiyle karşılaşmıştır (s.151). XV. Asırdan itibaren Şii-Sünni çekişmesinin Türk-İran çekişmesine dönüşmesi sonucu, Eş’ârî geleneğin bu gerginlikte Sünniliğe zafer kazandıracak teolojik özgünlükten uzak olmasının da etkisiyle Mâturîdîlik adeta yeniden keşfedilmiştir. Osmanlı idarecileri, Rafızîlik ve Bâtıniliği eleştirmek için birçok kitap yazan ve Türk kültür çevresinde akılcılığı savunan Mâturîdî’nin görüşlerine daha büyük önem vermeye başlamışlardır (s.152-153). Ancak yazara göre bu çabalara rağmen, Mâturîdî düşünce sisteminin yeterince anlaşılıp geliştirildiğini söylemek imkânsızdır. Bu durum da Türk dini düşüncesine pahalıya mal olmuştur. Eğer Mâturîdî’nin akla öncelik veren doktrinine sözde değil özde sahip çıkılsaydı bugün dini düşünce alanında yaşadığımız birçok problemi yaşamıyor olabilirdik (s.154) görüşüne katılmamak imkânsızdır.

Dördüncü bölüm “Türklerde Dindarlığın Tasavvufî Boyutu: Yesevîlik” başlığına ayrılmıştır. Sûfi-mistik eğilimin İslam öncesi dönemde Türklerde dindarlığı belirleyen ana unsurlardan biri olduğu, bu eğilimin derinlikli felsefi bir düşünce sisteminden çok toplumun isteklerini ön planda tutan ferdî bir eğitimi öngördüğü vurgulanmıştır. Müslüman Türklerde dindarlığın tasavvufi boyutunu uzun süre Ahmed Yesevî’nin görüşleri etrafında şekillenen Yesevîlik oluşturmuştur. Bütünüyle Türklerin ahlak merkezli bir İslam yorumu olan Yesevîlik, Nakşibendîlik, Bektaşîlik şeklinde bazı yapılanmalar görmüşse de, Orta Asya, Balkanlar, Anadolu ve Kafkaslarda yaşayan Türk boyları arasında dindarlığın tasavvufi boyutu olarak etkisini günümüze kadar sürdürmüştür. Horasan ve Anadolu’da ortaya çıkan Safevîlik, Mevlevîlik, Halvetîlik, Bayramîlik ve diğer bazı tasavvufi tarikatlar da Türkler üzerinde Osmanlılar döneminde etkili olmuştur. Ancak Yesevilik, Türklerin tasavvuf anlayışının bir tezahürü olması ve sade halk sufîliğini temsil etmesi dolayısıyla dinî tarihimizde özel bir yere sahiptir (s. 158).

Ahmed Yesevî’nin diğer sûfîlere göre Türkler arasında daha çok taraftar bulmasının en önemli sebeplerinden biri de sûfîlerce sık yapılan şifreli konuşma üslubunu kullanmayıp halkın anlayacağı sade bir dil üzerinden onlarla iletişime geçmesidir. O, İslam dininin temel öğelerini halk edebiyatının sade üslubuyla çok güzel harmanlamıştır (s.164). Bu özelliğiyle Ahmed Yesevî Türklerin İslam anlayışına milli bir üslup ve yeni bir ufuk kazandırmıştır. Yesevîliğin tamamen Türklerden taraftar edinen en büyük tarikat olduğunu belirten yazar, ileriki dönemlerde bu tarikatın Nakşibendîlik ve Bektaşilik gibi iki kola ayrıldığını ancak her iki tarikatın da Yeseviliğin öğretisinden kısmen farklılaştığını vurgulamıştır.

Beşinci bölüm, “Türkler’in Bilime ve Sanata Katkıları” başlığını taşımaktadır. İslam medeniyetinin sadece Türk bilginleri sayesinde oluşmadığını, ancak bu medeniyetin kurulup gelişmesinde Türk bilginlerin önemli katkıları olduğunu vurgulayan Kutlu, bu bölümde tarihte Türkler arasında yetişen ve çeşitli bilim dallarında başarıya ulaşarak adından söz ettirmiş ünlü simaları ve eserlerini özetlemiştir. Müslüman Türklerin, gazâvât ruhunun güçlendirilmesine ve ilmin yayılmasına büyük önem verdiklerini ifade eden yazar, Türkler arasında ilim öğrenmenin farz cehaletin ise haram addedildiğini vurgulamaktadır. Cahil kalmanın Türkler arasında büyük günah kabul edildiğinden bahseden yazar, kadınların koca haklarından önce ilim haklarının geldiğinin kabul edildiğini ancak bu zihniyetin her zaman korunamadığının da altını çizerek bir özeleştiri yapmaktadır. Kâtip Çelebi’nin hayatının ilk dönemlerinde on yıla yakın savaşlara katıldıktan sonra “küçük cihat”tan “büyük cihat” a, yani “ilm-i şerif” e yönelerek bugün dahi elden düşmeyen eserler bırakabilmesinin de bu ruhla yakından ilgili olduğunu vurgulamıştır (s.184-187). Daha sonra, Türklerin, Felsefe, Mantık, Tıp, Astronomi, Matematik, Musiki, Kelam, Fıkıh ve Fıkıh Usulü, Tefsir, Hadis, İslam Sanatı gibi birbirinden çeşitli alanlarda ortaya koydukları eşsiz eserleri ve İslam medeniyetinin yayılmasına sunduğu katkıları vurgulanmıştır.

Altıncı bölüm, “Türklerde Dini Hoşgörü, Şefkat ve Merhamet” başlığı altında, Türklerin tarihte ve günümüzde dini ve kültürel hoşgörüsü ile bilindiğini ifade eden yazar, bunun insan haklarından hayvan haklarına kadar çeşitli mecralarda yaşanmış örneklerinden kesitler sunmaktadır.

Yedinci ve son bölüm, “Türklerde Hz. Muhammet Sevgisi” başlığını taşımaktadır. Türklerde Hz. Muhammet sevgisinin Allah sevgisinden sonra edebi eserlerin ikinci teması haline geldiğini vurgulayan yazar, bu sevginin bireysel ve toplumsal alana bütünüyle yayıldığını ifade etmiştir. Türkler arasında Hz. Muhammet sevgisinin kültürel, edebi ve kurumsal birçok alanda yayıldığını örnekleriyle açıklayan yazar, böylece Hz. Muhammet sevgisinin boyutlarını da ortaya koymaya çalışmıştır.

Bundan önceki diğer eserlerinde olduğu gibi, sistematik bir bakış açısını yansıttığı gözden kaçmayan bu eserinde Kutlu, bir Mezhepler Tarihçisi yaklaşımıyla Türklerin İslam tasavvurunun adeta bir fotoğrafını çekmiştir. Bu yönü ve kolay anlaşılan diliyle bu alanda bir el kitabı olmaya aday kitabın önümüzdeki dönemlerde konuyla ilgili yapılabilecek eserlere örnek olacağı kanaatindeyiz.



* Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı (habibdemir06@gmail.com)


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam179
Toplam Ziyaret978731
Yeni Çıkan Eserler


İnsani ve Ahlaki Değerler
Prof. Dr. Sönmez Kutlu


İmam Maturidi ve Maturidilik
(Özbek Türkçesi)
Prof. Dr. Sönmez Kutlu


 Türk Müslümanlığı Üzerine Yazılar


Güncel Dini- Siyasi Meseleler Üzerine Yazılar



Selefiliğin Fikri Arkaplanı