DEĞİŞİM SÜRECİNDE MÜSLÜMANLARI BEKLEYEN BAZI MUHTEMEL SORUNLAR*
Dr.Sönmez
KUTLU
Uluslararası düzeyde,
ekonomik siyasi, bilimsel ve teknolojik sahalardaki baş döndürücü gelişmelerin
ve üstüste gelen sosyal değişmelerin yaşandığı bir asrın sonuna gelmiş
bulunuyoruz. 20. yüzyıl, genel olarak değerlendirdiğimizde, askeri, siyasi ve
ekonomik açıdan Batı medeniyetinin ürünü olan Marksizm ve Kapitalizm gibi iki
zıt ideolojinin mücadelesiyle geçmiştir. Ancak bu iki sistem arasındaki mücadele bütün insanlık için
oldukça pahalıya malolmuş ve görülmemiş sivil-askeri toplu katliamlara sebeb
olmuştur. Yüzyılımıza yüzkarası olarak geçen bu ideolojik savaşlar yüzünden,
insanlık her iki sisteme karşı beslediği güveni yitirmeye başlamıştır. Çünkü
Brzezinski'nin "mega ölümler yüzyılı"[1] adını verdiği bu yüzyıldaki milliyetçilik ve ideloji adına yapılan
şavaşlarda ölenlerden 33 milyonu onsekiz ila otuz yaşları arasındaki genç
insanlardır. Birinci Dünya Savaşı'nda yaklaşık 8,5; İkinci Dünya Savaşı'nda
ise yaklaşık 19 milyon asker ölmüştür.
Kitlesel olarak biyolojik yetenek insan enerjisi ve genetik mirasların
yok olmasının yanısıra kasıtlı soykırmın dışında kalan ve savaşın normal bir
yan ürünü olarak Birinci Dünya Savaşı'nda 13, İkinci Dünya Savaşı'nda 20 milyon
çocuk, kadın ve yaşlı insan hayatını kaybetmiştir. Yirminci yüzyılda Komünizmi kurma çabası
yaklaşık 60 milyon insanın hayatına malolmuştur.[2] Bosna-Hersek'te Müslümanlara karşı uygulanan etnik temizlik; Filistin'de
İsrail'in yaptığı toplu katliamlar; Çeçenistan'da devam eden Rus işgali; bütün
bunlar, sonuna yaklaştığımız yüzyılın insanlık için en utanç verici
sahneleridir. Buralarda ölen çoçuk, genç, kadın, erkek ve asker sayısı
yukardaki genel rakamlara dahil değildir. Özet olarak, burada zekretmediklerimizle
beraber bu yüzyılda, yaklaşık 175
milyon masum insan öldürülmüştür. Bu
rakamın insanlık tarihinde şimdiye kadar
olan bütün savaşlarda, toplumsal karışıklıklar ve çeşitli sebeplerle yapılan
katliamlar sonucu kaybedilen insan sayısının toplamından daha yüksek
olduğu tahmin edilmektedir.[3] Bütün bu tüyler ürpertici olayların
bir Batılı yazar tarafından tenkidi oldukça ilginçtir: " Gelişen süreç içinde öldürmeler de
gelişi güzel olmaya başlamış ve sivil
ölümleri de asker ölüleri sayısına yaklaşmıştır. İşin ahlaki bakımdan daha
korkunç bir yanı da askerlerin giderek sivilleri meşru birer hedef olarak
görmeye başlamasıdır. Her ne kadar topyekün savaş fikrini ilk olarak Naziler ve
Japon militaristleri uyygulamışlarsa da demokratik ülkeler de bir kez savaşa
girdikten sonra sonuç için her şey mubahtır sözünün çekiciliğine kendilerini
kaptırmadan edemediler. Dresde'nin bombardımanı ve Hiroşimanın atom bombası ile
tahribi, ölüm teknolojisindeki gelişmelerin nasıl bir ahlaki çöküşe yol açtığının
sessiz tanıklarıdır."[4] Üstelik Soğuk savaş döneminde geliştirilen askeri teknoloji ise, geleçek
nesilleri, hatta bütün dünyayı yok edecek boyutlara ulaşarak, dünyayı patlamaya
hazır bir barut fıçısı haline getirmiştir.
Bunun farkına varan Batılı
devletler ve siyasi organlar 21.asra girerken, özellikle Sovyetler Birliği'nin
dağılması ve Marksizmin insanlık için bir çözüm yolu olmaktan çıkması
neticesinde yaşanan kaosun ve dünyadaki tüm insanların yaşamakta olduğu manevi
buhranın ve bunun sebeb olduğu katliamların önüne geçmek için veya
sömürgecilikle kazanılan zenginliklerinin ellerinden çıkmaması için " yeni
dünya düzeni " , " tarihin sonu "[5] veya benzeri bir takım tezler ileri sürerek bunların uygulamaya
geçirilmesi için yoğun çaba harcamaktadırlar.[6]
Bunun bir parçası olarak bazı
devletler veya siyasetciler, İslam dünyasını, rekabetci ve kavgacı esaslara
dayanan Batı medeniyetine yeni bir rakip olarak göstermektedirler. Böylece
İslam toplumları gelişme konusunda ya Batı modelini aynen uygulamak zorunda kalacak
veya Batı karşısında yeniden ezeli düşman muamelesi görecektir.Bütün
sınrlarında kanlı çatışmalar yaşayan İslam dünyası sözde modern çağ insanının,
Müslüman olsun veya olmasın karşı karşıya bulunduğu ahlaki, siyasi,
ekonomik ve bilimsel sorunlarının çözülmesinde önemli bir rol oynayabilecek mi
? Modern bolluk döneminin ve bilmdeki son gelişmelerin yarattığı ruhsal boşluğun farkına vararak
dikkatlerini yeniden hayatın felsefesi ve ruhsal yönlerine çevirebilecek mi?
İnsanlığın ruh sağlığı için, İslamı yeniden okuyarak, yeni bir başlangıç
noktası bulmayı başarabilecek mi? Bunlar değişim sürecindeki bir dünyada herkes
gibi Müslüman düşünürlerin de çözüm bulması gereken temel sorunlarıdır.
Böyle bir dünyada insan ürünü olan siyasi, iktisadi, sosyal, askeri
ve dini anlayışlar sürekli değişirken ve yenilenirken, dinler veya ideolojiler
kendisini yenileyemez veya mensuplarının yüzyüze geldikleri sorunlara mantıki,
yeterli ve köklü çözümler bulamazsa, bu defa gerekli çözümler başka dünyü
görüşlerinden aranmaya başlanır. 17. asırdan itibaren saydığımız sahalarda
gerilemesi dolayısıyla, tarihinin en bunalımlı dönemini yaşayan Müslümanlar,
bazan Batı medeniyetini değerler sitemi olarak benimsemekle , bazan İslam'ın
ana kaynaklarına dönerek yeni bir İslam medeniyeti kurmakla bu bunalımın
aşılacağına inanmaya başlamışlardır.
Yeni bir İslam Medeniyetinin kurulması Müslümanlar için tarihi bir
soromluluk, dini bir yükümlülük, sosyal ve psikolojik bakımlardan bir
zorunluluktur. [7]
Değişim sürecinde
Müslümanların karşı karşıya bulunduğu ve çözmesi gereken muhtemel sorunlar
şunlardır:
İslam dünyası, bilimsel ve
teknolojik sahada Batı karşısında gerekli başarıyı gösteremediği gibi, onlardan
bu teknolojiyi aynen alarak veya yeni
bir teknoloji kurarak Batıdaki sanayi devrimi gibi bir devrimi de
başaramamıştır. En önemli başarı, 19. asırdan itibaren Batının sömürgesi
durumundaki diğer ülkelerin kaybettiği bağımsızlıklarını 20. yüzyılın
ortalarından itibaren yeniden kazanmaya başlamasıdır. Ancak Bosna-Hersek,
Çeçenistan ve Filistin'de özgürlük mücadelesi
henüz devam ederken Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri, ikinci bir işgal
korkusuyla yüzyüzedirler. Bağımsızlığını
kazanmış kabul ettiğimiz bazı ülkeler ise, ya komşularıyla sınır anlaşmazlığı
içinde veya dini, siyasi, ekonomik ve etnik bazı iç sorunlarıyla ölüm kalım
savaşı vermektedir. Özellikle totoliter yönetimlerle yönetildiğinden Arap
ülkelerinde halkın iradesi yönetime yansımamakta ve bu yüzden de büyük siyasi
bunalımlar yaşanmaktadır.
İslam ülkelerindeki bu iç ve
dış anlaşmazlıklar, Batılı devletler tarafından körüklenmekte ve yeni fikir
akımları, " Fundamentalizm " veya " Redical Hareketler " olarak damgalanarak devre
dışı bırakılmak veya istikrarsızlığın kaynağı olarak gösterilmek suretiyle yeni
bir medeniyete dönüşmesine engel olunmaya çalışılmaktadır. Bu sebeple gelecek
yüzyılda İslam'ın politik uyanışı, emperyalist emellerinden vazgeçmedikleri
takdirde kuzeyde Rus emperyalizmiyle güneyde ise Amerikan hemagonyasıyla
hesaplaşmak durumunda kalabilir.[8] Bütün bunların yanısıra, İslam ülkelerinde hızlı bir kültür değişimi
yaşanmaya devam edecektir. Özellikle iletişim çağının getirdiği hızlı bilgi
akışının neticesinde, kendi kültürel, dini, milli ve ahlaki değerlerle eğitilmemiş genç
nesiller, Batı hayranı kesilerek günden güne kendi kimliğinden uzaklaşarak dini
ve kültürel değerlerine yabancılaşmaktadır.
Genç neslin bir kısmı ise, sırf tepkiye dayalı bir dini anlayışı benimsediğinden,
sahip olduğu fikirleri temellendirememekte ve geliştirememektedir. Bunun sonucu
yeni problemler karşısında yeni çözümler üretemedikleri için, geçmişin sosyal,
siyasi, ekonomik şartlarının belirlediği dini anlayışlar üzerinde israr
etmektedirler. Çağın gerçekleriyle uyuşmadığını veya ihtiyaçlarına cevap
vermediğini görünce aşırı bir taasuba
düşmektedirler veya şiddete başvurmaktadırlar. Buraya kadar bahsettiğimiz
sorunlar 21. yüzyılda da Müslümanlar için çözüm bekleyen siyasi ve ekonomik
sorunlar olarak devam edecektir. İslam ülkelerinde, liberal ekonomik arayışlar,
tıpkı Komünizm gibi, başarı sağlayamazsa, İslami kimlikle ortaya çıkan partiler
daha fazla taraftar toplayabilir ve ekonomik sıkıntılar çeken halk bu akımlara,
daha fazla ümit bağlayabilir. Ancak bu hareketlerin İslam'ın ceza hukukunun
hadler ve diğer cezalarla ilgili kısımlarının, öncelikle, uygulanmasını talep ettikleri ve İslam'ın
ekonomik ve ahlaki değerlerini yeniden tesbit edip kurumlaştırmadıkları
müddetce, halk arasında taban bularak uzun süre
başarı sağlayabileceğini söylemek pek mümkün değildir.
" Bilgi Çağı " adının şimdiden konulduğu 21. yüzyılda
Müslümanların önündeki en önemli engel, bilgi üretme ve teknolojik gelişmelere ayak uyduramadığı için
geçen asırdan devam edegelen doğru
bilgi açığı ile bunun doğuracağı
bunalımlar olacaktır. Çünkü Körfez savaşında bilginin güç olarak ortaya
çıktığını bütün insanlık gözleriyle görmüştür.
Batı bizi bu yarışta 1454 yılında
matbaanın icadıyla öne geçmiştir. Onlar 1803 yılına kadar 40 bin eser basarken,
İslam dünyasında 1729 yılında ilk defa matbaa kurulmuş, ancak dini yayınların
basılması yasak olduğundan 1803 yılına kadar dini eser basılamamıştır. Diğer
sahalarda basılan eser sayısı ise 180 adettir. 1926 yılına kadar tüm İslam
dünyasında toplam 40 bine ulaşıldığı tahmin edilmektedir. Bu tarihe kadar
Batıda basılan eser sayısı ise hesaplanamamaktadır. Bugün ise aynı durum
bilgisayar teknolojisinin sağladığı " İnternet " imkanını kullanma konusunda yaşanmaktadır.
İslam dünyası, henüz bu teknolojiden
bazı alanlar hariç, bazı ekonomik
sebepler yüzünden, yeterince yararlanamamaktadırlar. Matbaa konusundaki
kaybettiğimiz mesafeden daha fazlasını şu anda kaybetmiş bulunmaktayız. Bu
yüzden siyasi ve bütün bilimsel sahalarda gündem Batı tarafından belirlenmektedir.
İletişim alanındaki bu gelişmelerin yansımaları bize çok sonraları gelmektedir.
Bunun neticesi olarak Müslümanlar arasındaki bilgi akışı son derece yavaş bir
seyir takip etmektedir. Özellikle
bilimsel alanlarda, basın ve yayında, kütüphanecilikte artık bu teknolojinin
son sınırına kadar kullanılması şarttır.
Günümüz Müslümanının, gelecek
yüzyılda devam edecek en büyük bilgi açığı
Kuran konusundaki bilgi açığıdır. Dini eniyi bildiğini sananlar bile
geleneklerle küllenmiş bir takım hurafeler
ve aslı astarı olmayan görüşlere din olarak inanmaktadırlar. Bu kimseler,
maalesef, yayınlanan eserleri dahi okumaktan acizdirler. Halk arasında Kur'an
okumak, anlamaksızın sadece Arapça'sından okumak olarak anlaşıldığından,
Allah'ın bu yüce kitapta insanlar için neler söylediği fazla merak
edilmemektedir. Arapça'sının pek çok okuyucusu bulunmakla beraber Türkçe
mealini baştan sona okuyan Müslümanların oranının yüksek olduğunu söyleyebilmek
zordur. Hatta bu şekilde okumayı, yanlış anlayacağı veya anlayamıyacağı korkusuyla, Kur'anı
anlamadan önce bazı kitapları okuyup anlamayı şart koşarlar. Halbuki Allah, pek
çok ayette onun ayrıntılı bir kitab olduğunu[9], her şeyin onda açık seçik belirtildiğini[10] insanların üzerinde düşünmesi, anlaması ve öğüt alması
için kolaylaştırıldığını[11] haber vermektedir. Bu sebeple
Kur'an'ın anlaşılması için önüne engeller koymanın doğru olmadığı
kanaatindeyiz. Kaldı ki Kur'an'ın anlaşılmasını kolaylaştıracağı iddia edilen
kitapların anlaşılması da sanıldığı kadar kolay değildir. Bu yüce kitabımız,
herkes tarafından okunup ve üzerinde düşünüldüğü takdirde, günümüz Müslümanı
din olarak duyduğunun sağlamasını onunla yapacak, ona uygun olmayan görüşleri
kabul etmeyecektir. Böylece Kur'an, bütün Müslümanların üzerinde birleştiği
ortak payda olacaktır. Aksi takdirde Kur'an dışında bazı otoriteler ortaya
çıkacak ve kendi görüşlerini din olarak insanlara sunmaya devam edecektir.
Bütün Müslümanlar, ilk önce bu yüce kitabını
okuyup anlamak ve ondan evrensel ilkeler çıkararak hayatına yön vermekle
sorumludur. Allah hiç kimseye, falanca şahsın veya şeyhin kitabını, niçin
okuyup anlamadığını sormayacak, bütün Müslümanların el kitabı olması gereken
Kur'an'ı niçin okuyup anlamadığını ve Peygamber'i niçin anlamadığını
soracaktır. Çünkü iman noktasında tek belirleyici ve yegane bilgi kaynağı
Kur'an'dır. Diğer taraftan, o bütün insanlar için hidayet[12], öğüt[13], rehber ve en önemli bir katkıdır.
Bunun dışında her bilim
dalında uzman kişiler yetiştirerek kendi teknolojisini ve Bilgi ağını kurması
gerekmektedir. Bunun yolu da okumaktan ve eğitimden geçmektedir. Artık her
caminin yanında bir kütüphane olmak zorundadır. Müslümanlar, İslam'ın sadece
beş vakit namazdan ibaret olmadığını anlamalı namaz kadar okumayı ve öğrenmeyi
de farz olarak kabul etmesi gerekir. Ama maalesef genç neslin okuma oranı
utanılacak durumdadır. Bu da günümüz Müslümanları ve cemaatleri arasında aşırı
taassubu doğurmaktadır. 21. yüzyılda Müslümanların, her zaman olduğu gibi en
önemli düşmanı cehalet olacaktır. Bunu yenerlerse kazanacaklar, aksi
takdirde aşağılanmamızın, sömürülmemizin
illeti olan cehalet , Akif'in ifade ettiği gibi devam edecektir:
Eyvah, bu zilletlere sensin
yine illet...
Ey derd-i cehalet sana
düşmekle bu millet
Bir hale getirdin ki ne din
kaldı ne namus !
Ey sine-i İslam'a çöken
kapkara kabus,
Ey hasmı hakiki seni
öldürmeli evvel;
Sensin bize düşmanları üstün
çıkaran el.[14]
17. asırdan itibaren kırallar
arasındaki savaşlar bitti ve yerini milletler arası savaşlara bıraktı.[15] Batı toplumlarında bu şekilde
cereyan etmesine rağmen, haçlı
seferleriyle başlayan Hristiyan ve
Müslümanlar arasındaki mücadele değişik şekillerde devam etti. Rus ihtilalinden sonra milletler mücadelesi
yerini ideolojiler mücadelesine bıraktı. Bununla başlayan soğuk savaş
döneminde, Müslüman bölgeler Kapitalist ve Komünist ideolojilerin işgaline
uğradı. Böylece önceden beri süren bu iki medeniyet arasındaki savaşta İslam
medeniyeti yenik düştü. Bu dönemde meydana gelen çatışmalar Batı medeniyetinin
içindeki menfaat kavgalarıydı. Soğuk savaş döneminin sona ermesiyle,
medeniyetler arasındaki savaşlar yeniden hız kazanmaya başladı. Bunun en önemli
sebeplerinden birisi, bütün dünyada özgürlük hareketlerinin artmasıyla mahalli
medeniyetler ve bunların bağlı bulunduğu daha geniş medeniyetlerin bir kimlik
olarak öne çıkması ; ikincisi ise, dine
duyulan yönelişlerin artamasıydı. Daha henüz yaraları sarılmamış olan
Bosna-Hersek'te, şu anda Hind kıtasında, Kafkaslarda, Orta Doğu'da, Kuzey
Afrika'da, Azerbeycan ve Ermenistan arasında yaşanan bütün olayların arkasında
bir medeniyetler savaşı yatmaktadır. Önümüzdeki belki çeyrek asır içinde, bu
savaşın yayılma ihtimalinin en muhtemel bölgesi Orta Asya ve Orta Doğu olabilir. Çünkü etnik
olarak homojen olmayan ve herbiri din, dil, gelenek bakımından diğerinden
farklılık arzeden toplam 400 milyon nüfusa sahip otuza yakın devlet
bulunmaktadır.[16] Bu ülkelerin sınırları, ne tarihi, ne de ırki değerleri gözönüne alınmadan
çizilmiştir. Bunların siyasi ve ekonomik bakımdan güçlenip özgürlüklerini
kullanmaya başlayınca bu ülkeler arasında kanlı, etnik ve bölgesel çatışmalar
yaşanabilir.[17] 21. yüzyılda ideoloji temelindeki ittifaklar kurmak ve destek bulabilmek imkanı gitgide
zayıflayınca, hükümetler ve gruplar, sürekli artan bir şekilde ortak din ve
medeniyet kimliğine müracat etmek suretiyle destek sağlamaya teşebbüs
edeceklerdir.[18] Bunun en bariz örneği Hristiyan ve İslam dünyasının Bosna-Hersek olayında
karşı karşıya gelmesi şeklinde kendisini göstermiştir. [19] Bütün bunlar, gelecekteki dünya düzeninin güç politikaları, ulusal
rekabetler ve etnik gerilimlerin belirleyeceği şeklindeki James Sclesinger'in
fikrini doğrulamaktadır.[20]
Bin yıldan fazladır devam
eden Batı ve İslam arasındaki bu mücadele, ahlaki, siyasi, kültürel ve sosyal
cephelere de yayılmak suretiyle genişleyebilir ve şiddetlenebilir. Bütün bunlar
nedeniyle Batı, İslam ülkelerini kendi içinde veya diğer ülkelerle birbirine düşürmeye devam ederek sürekli
problem çıkarmaktadır. Hatta sırf bu problemin devamı için Arap ülkelerindeki
krallık yönetimlerine destek verirken, diğer taraftan özgürlük adına ortaya
çıkan bir takım yeni oluşumları da " Fundamantalist ", " Redical
", İslami Kızgınlık ", Dini Aşırılık " ve benzeri olumsuz
isimlendirmelerle önlemeye çalışmaktadır.[21] Hatta bazı Batılı yazarlar eleştirilerini doğrudan İslam'a yöneltmek ve
İslam'la şiddet arasında bağ kurmakla onu karalama yoluna gitmektedir.[22] Hind asıllı Müslüman yazar M.J.Akbar, bu durumu haklı olarak şu şekilde
tesbit etmektedir : " Batının bundan sonra karşı koyacağı meydan okuma
kesinlikle Müslüman aleminden gelecektir. Yeni bir dünya düzeni için mücadele
Mağrib'ten Pakistan'a kadar Müslüman milletlerin faaliyet ve tesir sahasındaki bu alemde başlayacaktır."[23] Medeniyetler savaşı teziyle tanınan Batılı araştırmacı Huntigton da, Batı
medeniyetine yakın komşu olan İslam ülkeleri sınırlarının kanlı olmaya devam
edeceğini ileri sürmektedir.[24] Bu medeniyetler savaşında, 21. yüzyıla girerken, bu iki medeniyetten
hangisiyle kendisini tanımlayacağı konusunda kesin karar vermemiş olan Türkiye,
aşılması oldukça zor bir çok badireyle
karşılaşabilir. Çünkü ne daha önce aynı medeniyete mensup ülkelere , ne de Batı
medeniyetine mensup ülkelere tam bir güven verebilmektedir. Böylece, her an
düşmanlığa dönüşecek iki tarafı keskin
bir politika izlemektedir. Tarihte olanları ve bugün kendisine yapılan haksız
ve düşmanca tavırları görmezden gelerek
Batı medeniyetinin iyi bir üyesi de olamaz.
Batılı bilim adamları
tarafından gerçekleştirilen bilimsel ve teknolojik sahadaki devrimlerden
etkilenmeyen ülke yok gibidir. Sanayi devrimiyle birlikte insanların hayat
tarzları, sosyal ilişkileri ve dünya görüşleri de hızla değişmiştir. Bu değişme
ve gelişme, olumlu veya olumsuz yönleriyle aynı hızla bilim ve teknoloji
sahasında sürmektedir. Ancak kartezyen bir dünya görüşünün benimsenmesi sonucu,
çevre sorunu, ekonomik sorunlar, küresel eşitsizlikler, sınıflar arası
farklılıklar, küresel istikrarsızlıklar, işsizlik, çarpık bir şehirleşme, yoğun
yoksulluk, ırkcılık, yabancı düşmanlığı, etnik gruplar arasındaki çatışmalar ve
kitle imha silahlarının üretimi bütün dünyayı tehdit edecek ciddi boyutlara
ulaşmıştır. Bunlar sadece Batı insanın değil bütün insanlığın çözmek zorunda
olduğu sorunlardır. Bunlara çözüm önerileri üretebilecek en önemli kurumlardan
birisi de dindir. Ancak bu dinlerin dünya görüşlerini gözden geçirerek insanı, insan hayatını ve iyi bir
toplumu belirleyen kriterleri, özellikle
manevi bir buhran içine düşmüş günümüz insanına, bundan kurtulmasını sağlayacak
bir takım ahlaki kriterleri yeniden tesbit etmesi gerekmektedir. Bu, dinlerin
yeniden yorumlanarak asrın idrakine sunulmasıyla başarılabilir.
Dinler arasında tarihte
olduğu gibi bugün de sürekllilik içerisinde değişmeyi başarabilecek ve her
hangi bir dine veya medeniyete entegre olmadan onların ortaya koyduğu
gerçeklerden de yararlanarak yeni ahlaki evrensel ilkeler ortaya koyma şansına
en fazla sahip din İslamdır. Önündeki en önemli engellerden birisi, geleneklerinin ve geçmişe ait din
anlayışlarının-mezheplerin ve tarikatlerin- İslam'la özdeşleştirilmesidir.
Günümüzde, geleneksel anlayışın kaynakları ve temel belirleyicilerini eleştirel
bir süzgeçten geçirerek bilimsel, ahlaki ve dini anlayışımızın yeniden inşa
edilmesine ihtiyaç vardır. Böylece bazı mezhep ve tarikatların bugün dayattığı
otoritelerin ( şahıs ve eserler ) Kur'an ve Hz. Peygamber'i gölgelemesi
engellenmiş olacaktır.
Önümüzdeki yüzyıl, dini
düşüncenin yenilenmesi konusunda çok yoğun tartışmalara sahne olacaktır. Şu
anda İslam dünyasında İslam'ı temsil
ettiğini veya en iyi kendisinin anladığını iddia eden İslami Hareketler veya
İslami Cematler adıyla ortaya çıkan bir takım yeni siyasi ve siyasi olmayan
arayışlar bulunmaktadır. Bu çıkışların bir kısmında Tasavvufi yön, bir kısmında
akılcılık (rasyonalizm veya modernizm), diğer bazılarında ise Kur'an ve hadise
dönme ve genelinde de siyasi boyut
hakimdir. Arap ülkelerinde bu
tartışmalar, daha çok, Selefilerle yenilikciler arasında, Türkiye'de ise zaman
zaman siyasi cemaatlerle yenilikciler veya tarikatcılarla yenilikciler arasında
olacağını tahmin ediyoruz. Aynı sıklıkla bu tartışmalar, Siyasi İslami
Cemaatlerle tarikatler arasında devam edebilir. Ayrıca katı Secularizm'i
savunanlar ve buna karşı çıkanlar arasında da hararetli tartışmalar yaşanacağa
benziyor.
Gelecek yüzyılda en fazla
tartışılacak konuların başında Klasik kültür üzerine kurulmuş din anlayışı
gelecektir. Özellikle bu tartışmalarda tarikatler ve mezhepler deşifre olmak
zorunda kalabilir ve mezheplerüstü veya tarikatler üstü daha genel olan
birtakım yeni akımlar ortaya çıkabilir. Veya tam aksine bu gruplar kendi
kabuğuna çekilerek, İslam'la ilgili yapılacak her yeni yoruma karşı
çıkabilirler. Mısır'da Nasr Ebu Zeyd'in
yaşadıkları, bunun en açık örneğidir. Kur'an'ın klasik metodlarla
yorumlanmasını eleştirdiği ve yeni bir
metod[25] geliştirmeye çalıştığı için Ebu Zeyd'e Profösörlük ünvanı verilmemek
istendi. Diğer taraftan bir grup avukat
Ebu Zeyd'in karısı Dr.İbtihal Yunus'tan boşanması için dava açıldı.[26] Benzer gerekçelerle Fazlurrahman için de Pakistan'da aynı şeyler yapıldı
ve öldürülmesi için başına büyük bir para konulmuştu.
Bu tartışmaların önüne
çıkabilecek en büyük engellerden birisi, siyasetin bunların motivasyonu
durumuna geçmesi olabilir. Eğer tartışmalar, siyasetin kurbanı olmazsa ve araştırma ve incelemeye dayanan ve islami
endişe taşıyan akademik boyut ön plana çıkarsa, bir çok problemin üzerine korkmadan
gidilebilecek ve bunların bir kısmına çözümler getirilebilecektir. Şu
anda olduğu gibi gelecekte de buna en fazla karşı çıkanlar, grup zihniyetiyle
düşünen geleneği doğrusuyla yanlışıyla kutsallaştıran ve otoriler etrafında
toplanan gruplar olabilir. Eğer dini
düşüncede yenilik sağlanamazsa ve taassuba yenik düşerse, şimdiye kadar yapılan
çabalar büyük ölçüde sekteye uğrayabilir.
Ancak hızlı bir bilgi akışının olacağı bir dünyada, daha önceki çağlara
has oluşturulmuş dini anlayışların ve dini otoritelerin, fazla başarılı
olamıyacağı kanatindeyiz.. Bütün gelişmeler ferdin sorumluluğunu ve Kuran'ı
esas alan düşüncenin daha fazla taraftar
toplayacağı ve daha köklü bazı
değişimleri gerçekleştirebileceği yönünde cereyan etmektedir.
Günümüz iletişim araçları,
bilginin hapsedilmesini imkansız hale getirdiğiniden, toplumlar üzerinde bütün alanlarda çok hızlı sosyal
değişimlere sebep olmaktadırlar. Son teknolojik gelişmelerden habersiz ülkeler,
daha önceleri elli yılda gerçekleşen fakat bugün bir kaç yıl içinde olan bu
değişimleri takip etmekten acizdirler. İslam
ülkeleri, bunların neticelerini belki yıllar sonra öğrenme imkanı
bulabileceklerdir. Fakat o zaman, fırsat kaçmış olacaktır. Bu sebeple
Müslümanların kurtuluşu, dinin yeniden anlaşılmasında duygusal boyuttan çok
akli buyuta öncelik tanımalarına, bilgi üretmelerine ve onu güç olarak
kullanabilmelerine bağlıdır. Ancak o
zaman, yaşadığı baş döndürücü hızdaki
sosyal ve siyasi değişmelerin sebep ve sonuçlarını anında kavrayabilecekler ve
böylece tarihe müdahele edebilme imkanını yakalayabilecekler.
İslam, evrenselliği ve
sürekliliği dolayısıyla, günümüzdeki İslamî akımlar başarısızlığa uğrasa
bile, kendi içerisinde kendi
alternatifini ortaya çıkaracak güçtedir. Böyle bir durumda o, asla başka
medeniyetlere entegre veya adapte olmayacak, diğer medeniyetlereden alınması
gereken şeyleri alıp kendi bünyesinde onları yeniden şekillendirebilecektir.
İslam, tarihte Hint Medeniyeti, Bizans
Medeniyeti ve Sasani Medeniyeti karşısında gösterdiği başarıyı, bugün Batı
Medeniyeti karşısında da gösterebilecek güçtedir.
İslam düşüncesinde, her ne
kadar, bazı dönemlerde duraklama ve gerileme yaşanmışsa da, hiç bir zaman
topyekün bir yok oluş veya dejenerasyon olmamıştır. Bir yerde böyle bir şey yaşanırken bir başka
bölgede " yeniden doğuş ve güçlenme olmuş ve bu yeniden doğuşlar
beraberinde bir dinamizm, faaliyet ve ihtişamla gelmiştir " [27]. Aynı gerçeği tesbit eden ve daha
veciz bir şekilde ifade eden Batılı araştırmacı J.Obert Voll, bu gerçeği daha
veciz olarak şu şekilde ifade etmektedir:
"Fakat her ne olursa
olsun, birlik ve çeşitliği ile, konsensus ve çatışmasıyla, süreklilik ve
değişimiyle birlikte İslam'ın; onbeşinci yüzyılında da dünya üzerinde canlı bir
güç olmaya devam edeceği çok açıktır."[28]
Müslümanlar, evrensel
ilkeleri içeren ilahi mesaj Kur'an'a ve fıtri mesaj olan aklın sesine kulak
verdikleri sürece 21. yüzyılda yeni bir İslam Medeniyeti kurarak insanlığı,
içine düştüğü maddi ve manevi bunalımdan kurtarmayı başarabilirler. Ancak bu
sanıldığı kadar kolay olmayacaktır.
* Bu makale, Kutlu
Doğum Haftası münasebetiyle 21.04.1996 tarihinde Yozgat'ta düzenlenen " Değişim Sürecinde İslam " adlı
Panel'de tebliğ olarak sunulmuştur.
[1]Zibigniew Brzezinski, Kontroldan Çıkmış Dünyü,
çev. Haluk Menemencioğlu, Ankara 1996,
6. ( II. Baskı )
[2]Bu yüzyıldaki
katliamlar hakkında geniş bilgi için bkz. Brzezinski, 6-17.
[3] Brzezinski,
17.
[4]Brzezinski, 8-9.
[5]Francis Fukuyama, Tarihin Sonu mu ? , çev. Yusuf
Kaplan, Kayseri trz., 4.
[6] Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması,
çev. Mustafa Çalık, Ankara 1995, 13
[7]Bu konuda geniş bilgi için bkz. Sönmez Kutlu,
" Yeni Dünya Karşısında Alternatif Bir İslam Medeniyeti Mümkün mü ?
", Türk Yurdu, cilt: 14; sayı: 84, Ağustos 1994, 3-5.
[8]Krş. Brzezinski, 165.
[9] 6 En'am
55, 119, 97, 98, 126; 7 A'raf 32, 174; 10 Yunus 24; 30 Rum 28.
[10] 15 Hicr 1; 17 İsrâ 89; 30 Rum 58; 39 Zümer 27.
[11]Bazı ayetler, bu konuyu açık ve net olarak dile
getirmektedir: " Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde
kilitleri mi var ( ki hiç bir hakikat gönüllerine girmiyor " 47 Muhammed
24; " And olsun biz Kur'an'ı öğüt olması (anlaşılması) için
kolaylaştırdık.Öğüt alan (düşünen) yok mudur? " 54 Kamer 17, 22,32,40.
[12] Bu konuda pek çok ayet bulunmaktadır. Mesela bkz.
2 Bakara 2,185; 3 Ali İmran 138, 5 Maide
46; 12 Yusuf 57, 111,
[13]Bu ayetlerden bazıları şunlardır: 2 Bakara 66 ; 3
Ali İmran 138; 24 Nur 34.
[14]Mehmet Akif Ersoy, Safahat, nşr. M. Ertuğrul
Düzdağ, İstanbul 1987, 180.
[15]Huntington, 14.
[16]Brzezinski, 166.
[17]Brzezinski, 160.
[18]Huntington, 21-22.
[19]Huntington, 18 vd.
[20]Brzezinski, 1169.
[21]Batılı araştırmacılar ve siyaset adamlarının İslam
dünyasındaki İslami Uyanış'a bakışları ve bu görüşlerin eleştirileri konusunda
geniş bilgi için bkz. Hasaneyn Tevfik İbrahim ve Emani Mesud el-Hudeyni, "
Batılı Araştırmalarda İslami Uyanış Olgusu: Tahlili ve Tenkidci bir Yaklaşım
", çev. Sönmez Kutlu, İslami Araştırmalar, cilt: 7, sayı: 3-4, Yaz-Güz
Dönemi 1994, s. 261-290.
[22]Mesela, Oswald Spengler, İslam kültürünün gençlik
enerjisinin tükendiğini, A.L. Kroeber de İslam'ın kültürel ateşinin söndüğünü
ileri sürerek İslam'a karşı saldırgan tavırlarını açıkça ortaya koymuşlardır.
Kadirüddin Ahmed, bu iki yazarın temelsiz ve asılsız fikirlerini
eleştirmektedir. Bkz. İslam'ın Dinamizmi
ve Entellektüel Atalet, çev. Ertuğrul Aytekin, İstanbul 1992, 14 vd.
[23]Huntington, 24
[24]Huntington, 26.
[25]Nasr Ebu Zeyd'in bu konudaki görüşlerinin özeti
için bkz. Ömer Özsoy, " Nasr Ebû
Zeyd'in Nass-Olgu İlişkisi Bağlamında Ulûmu'l-Kur'ân Eleştirisi ", İslami
Araştırmalar, cilt: 7, sayı: 3-4, Yaz-Güz Dönemi, 1994, s. 237-246.
[26]Bu olay Mısır basınına yansıyarak uzun süre
tartışıldı. Bu konuda geniş bilgi için bkz. el-Ahrâm, 07.04.1993 ve devamını
izleyen sayılar ; el-Mecelle, 19.02.1994 ( 731. sayı ) ve el-Musavver ( Receb
1414 ) 3211. sayı.
[27]Kadirüddin, 17.
[28]Voll, İslam Süreklilik ve Değişim, II/307