-TAHLİLÎ
VE TENKİTÇİ BİR YAKLAŞIM-
Dr. Haseneyn Tevfik İbrahim
Dr. Emanî Mesud el-Hudeynî**
Çeviren: Dr. Sönmez KUTLU
İslam devletleri'nin çoğu, özellikle yetmişli yılların
başından itibaren, İslamî uyanış veya İslamî diriliş olgusunun ortaya çıkmasına
ve gelişmesine şahit oldu. Bu, yeni veya modern bir olgu olmayıp bu olgunun
köklerine, uzantılarına, muhtelif aşamalarına ve tecrübelerine İslam tarihi boyunca
rastlamak mümkündür. Onun, kültürel ve düşünsel, ekonomik ve sosyal, siyasî ve
ahlakî olmak üzere pek çok şekilleri ve boyutları bulunmaktadır.
Bu olgu, önemi, tesirleri ve benimsediği sloganları dolayısıyla,
Batı dünyasında politik ve akademik çevrelerin ilgisini üzerine çekti ve pek
çok araştırmacının, akademik merkezin ve siyasî kurumuın araştırma dosyalarında
en önemli problemlerden biri haline geldi.
Bunun neticesinde olguyu, çeşitli yönleriyle ele alıp çözümleye
çalışan pek çok kitap, makale ve inceleme yayınlandı, fikrî ve siyasî toplantı
düzenlendi.
Bu çalışmada asıl amacımız, vakıa ile ilgili Batılı
araştırmacıların yaptığı birkaç araştırmanın tahlilini ve değerlendirmesini
yapmaktır. Batılı akademisyen ve politikacıların; bu olguya, kaynakları ve
sebepleri, değişkenleri ve özellikleri, etkileri ve sloganları, bugünü ve
geleceği açısından bakış açıları ve tavırları, ancak, bu konudaki eserlerini
incelemek suretiyle anlaşılabilir.
Bu çalışmalara aşağıdaki metodik ilkeler ışığında bakmak
gerekir:
1- Bu incelememizde tahlil ve değerlendirme konusu olan
ilmî materyal, vakıayı bizzat ele alan pek çok kitabın yanı sıra, Batılı
periyodiklerde yayınlanmış makaleler ve yabancı dilde yayınlanan birçok kitabın
bazı bölümlerinden oluşan 47 araştırmayı kapsamaktadır.[1]
2- İslamî uyanışla ilgili Fransızca ve Almanca gibi diğer
dillerde yayınlanmış çok sayıda araştırma bulunmasına rağmen biz sadece
İngilizce çalışmalardan bazılarıyla yetindik. Bunlara ilaveten, iki adet Arapça
incelemeyi de bunlara dahil ettik.
Biz, İngilizce araştırmaları, onlardaki değerlendirme
ilkelerini ve önyargıları benimsediğimiz için değil, dil sorunu ve kolayca
ulaşabilmemiz dolayısıyla seçtik.
3- Seçtiğimiz bu araştırmalar, vakıayı tahlilde, ele
aldığı coğrafî bölge bakımından, çeşitlilik arz etmektedir. Bir kısmı, olguyu
genel olarak ele almakta, diğer bir kısmı, tamamen Ortadoğu'da veya Arap
dünyası üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bunun yanı sıra, olguyu, devletler bazında
ele alanlar da vardır.
4- Araştırmamızda, tahlil ve değerlendirme konusu incelemelerin
ilmî ve teknik manada tahlili yapılmayacak, sadece sözü edilen vakıa ile ilgili
bu eserlere yansımış eğilimlerin tesbiti
ve özetlenmesi üzerinde durulacaktır.
Bu çalışma, iki kısma ayrılmakta olup, birinci bölümde,
pek çok farklılıkları dikkate alarak, bazı Batılı araştırmalarda ele alınan
diriliş olgusu tahlil edilmekte, ikinci bölümde ise, zayıf ve güçlü noktalarını
ortaya koymak amacıyla bunların eleştirisi yapılmaktadır. Son olarak da
sorgulamalar ve problemler dikkate alınmaksızın, bu konudaki Arapça
çalışmaların niteliği ortaya konulmaktadır.
Batılı çalışmaların İslamî diriliş olgusuyla ilgili ele
aldıkları konuları beş grupta toplamak mümkündür:
1- Vakıayı tanımlamak için kullanılan kavramlar,
2- Vakıanın işaretleri ve yansımaları,
3- Vakıanın yorumlanması,
4- Bu vakıanın parçalarından biri olarak siyasî-İslamcı cemaatlerin
tahlili,
5- Vakıanın değerlendirilmesi ve geleceği.
Bu çalışmada, bu beş temel konuyu, detaylarına girmeden
ele alacağız.
Batılı kitaplar ve incelemeler, araştırma konusu olguyu
tarif ve onda yer alarak sosyal yapısını oluşturan şahısları veya üyeleri
tanımlamak için çok sayıda kavramı içermektedir. Olgu İslam dini ile de alakalı
olduğundan, onlar, Batılı araştırmacıların İslam için kullandıkları bir grup
sıfat ve niteliği de ihtiva etmektedir. Bu sebeple, bu çalışmalarda kullanılan
kavramları üç ayrı başlık altında ele alacağız.
Bunlar arasında, kullanılan kavramlardan bazılarını örnek
olarak, şu şekilde sıralayabiliriz: Siyasî
İslam (Political Islam/الإسلام السياسي); bu kavramla, ister
iktidarın, ister muhalefetin, siyasî
hedeflerini gerçekleştirmek için İslam'ı tanımlama üslupları, hareket noktaları
kastedilmektedir. Sosyalizmin tatbik imkanlarını içeren ve modernizmle
çelişmeyen İlerici İslam (Progressive
Islam /الإسلام
التقدمي).
İslam'ın içerdiği devrimci prensip ve ilkelerden hareketle, İslam dünyasında hakim
olan siyasî ve fikrî yapıda köklü değişiklikler gerçekleştirmeye çalışan Devrimci İslam (Revolutionary
Islam/ الإسلام الثوري). Radikal İslam (Radical Islam/الإسلام الراديكالي ),
kavramı da devrimci İslam kavramına yakın anlamda kullanılmaktadır. Aynı
şekilde bu eserler, çoğunluğun nazarında hakim olan bir
İslam tasavvurunun kastedildiği Halk İslamı
(Popular Islam /الشعبي الإسلام ), Tabanın İslamı (Islam from Below/الإسلام من أسفل) veya Çoğunluğun İslam'ı (Islam of Masses/الإسلام الجماهير )
kavramlarını da içermektedir. Siyasî meşruiyet kazanma ve bunu desteklemek için
siyasî yönetimlerin İslam'a karşı tavırları, onu kullanma şekilleri ve bu konuda
oluşturdukları müesseselerin kastedildiği Resmî
İslam (Offical Islam/الإسلام الرسمي
) veya Tavanın İslamı (Islam from
up/الإسلام
من أعلى
) gibi kavramlara da yer
verilmektedir. Bunların yanı sıra, ilmî gerçekler, modernizm ve laiklikle
çelişen ve maziye dönmenin gerekliliğini savunan Geleneksel İslam (Traditional Islam/الإسلام التقليدي ), çağdaşlaşma
ilkelerini içeren ve onun neticelerini reddetmeyen, gerçekte ilerici İslam'a en
yakın Modernist İslam (Modernist
Islam/الإسلام
التحديثي
), kavramlarına da yer verilmektedir. Bazı Batılı araştırmacılar da İslam'ı,
sınırlı bir bölge açısından ele alarak, Ortadoğu
İslamı'ndan (Islam of Middle East/إسلام الشرق الأوسط ) kavramından bahsetmekte ve bu bölgenin
en önemli özelliğinden olarak din ve devlet işlerinin iç içeliği üzerinde
durmaktadırlar. Bu arada İslam'la, mesela İslamî uyanış gibi belirli bir olguyu
birbirine karıştıranlar da vardır. Bazı yazılı neşriyat ise, Uyanış İslamı'ndan (Resurgence Islam/إسلام الصحوة ) söz etmektedir. Bu araştırmalar son
olarak da, Silahlı, Direnişci veya
Savaşcı İslam (Militant Islam/الإسلام المسلح أو النضالي أو القتالي ) kavramı üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Bununla, mevcut düzeni tekfir eden ve onu Cahiliye düzeni olarak tanımlayan, inkılapçı
bir fikri benimseyen İslamî cemaat ve örgütlerle, bunlardan bazılarının içinde
yaşadıkları toplumları tekfir ederek, mevcut nizamı yıkma ve yerine sahih iki
kaynak Kur'an ve Sünnet'ten hareketle, kendi düşündükleri şekilde, yeni bir İslam
toplumu kurmak için güç ve şiddete başvurma gayretlerine işaret edilmektedir.
Bu kavrama yakın olarak, önce, İslamî cemaatlerle şiddet, daha sonra İslam'la
şiddet arasında bir organik bağ kurularak, İslamî
Şiddet (Islamic Violence/العنف الإسلامي
) kavramı da kullanılmaktadır. Bazı araştırmalar, bu kavramlara ilaveten İslam'ın
pek çok tanımını da içermektedir. Şöyle ki; İslam, bize miras bırakılmış bir
din, Allah'ın iradesine uygun bizatihi bir tasarruf, mükemmel bir kişilik
bilinci, uygarlık, insan hayatı için kapsamlı bir sistem ve ideoloji, hem
ahlakî hem fikrî bir ekol, İslam dünyasında şahsiyetin kaynağı, kapsamlı bir kültür
ve büyük bir medeniyet şeklinde tarif edilmektedir. Araştırma konusu olgunun
çeşitli cephelerini tanımlayan bu kavramlar, şu veya bu araştırmacının olaya
bakışı ve görüş açısı itibariyle farklılık arz etmektedir. Bunlar, gizli ideolojik ve ön yargılı pek çok
değerlendirmelerle doludur. Bu araştırmaların İslamî diriliş olgusunu ele alışlarını,
değerlendirme bölümünde, tafsilatlı bir biçimde sunacağız.
Aynı şekilde Batılı araştırmalar, İslam'ı, kendi içinden
değil de dışından kaynaklanan ölçüleri dikkate alarak, düalist bir açıdan da
tasnif etmektedirler.
Bazı İslamî güç ve akımların çağdaşlaşma faaliyetlerine
karşı takındıkları tavra göre; İslam, Geleneksel İslam ve Modernist İslam, değişim ve bunun yöntemlerine göre; Radikal veya Devrimci İslam, Muhafazakar
veya Geleneksel İslam, İslamî sosyal güçlere göre; Seçkinlerin İslamı, Resmî İslam, Tavanın İslamı-Çoğunluğun İslamı, Halk
İslamı, Tabanın İslamı şeklinde tasnıf edilmektedir.
Batılı araştırmacılar, bu olguyu tanımlamak için, İslamî uyanış (Islamic Resurence/الصحوة الإسلامية ), İslamî Diriliş (Islamic Revival/الإحياء الإسلامي ),
Direnişci veya Silahlı İslamî Cemaatler (Militan Islamic Groups/الإسلام النضالية
أو المسلحة),
Yeni İslamî Köktencilik (New Islamic Fundamentalism/ الأصولية الإسلامية الجديدة) gibi pek çok kavram kullanmaktadırlar. Bazı Batılı
yazarların, bu olguya engel olma veya değerini azaltma teşebbüsünde bulunmaları
yüzünden, İslamî kızgınlık
(Islamic Anger/الغضب الإسلامي )ve dinî aşırılık (Relgious Extremism/الهياج الديني ) gibi kavram ve tabirler ortaya
atıldı. Bu arada olguyu, Yeniden İslah
(New Orthodoxy/الإصلاح الإسلامي
) veya sadece Yeniden İslam'a dönüş
(Return of Islam/عودة جديدة للإسلام
), İslamî Öğretinin Uyanışı (Revival of Islamic Teaching/إحياء لتعاليم
الإسلامية
), veya Dinî Bilincin
Artması ve İslamî Kavramlardan Oluşmuş Özgün Kimlik (Self Identificatıon in
Religious Terms/زيادة في الوعي الديني أو الهوية الذاتية بالمصطلحات الإسلامية) olarak görmek isteyenler de vardır.
Bu olguyu halklar veya uluslar seviyesinde kullananlara göre; Halkçı Dinî Uyanış (Popular Religious
Revival/صحوة
دينية شعبية),
siyasî bir olgu olarak değerlendirenlere göre ise; mevcut yönetimlerin veya
muhalefet güçlerinin, siyasî çekişme çerçevesinde, iktidar için güç ve meşruiyet
dayanakları bulmada dine sığınmanın artışını ifade eder. Neticede bu, İslamî Siyasî Diriliş (Islamic Political
Revival/ صحوة
سياسية إسلامية
) olarak ortaya çıkmıştır. Meseleyi kavrayamayan bazı Batılı araştırmacılar
ise, bunun İslamî bir uyanış mı, yoksa seçkin sınıfın savunduğu bir çeşit yeni
peygamberlik mi (Islamic Resurgence or New Prophethood/صحوة إسلامية أم نبوة جديدة ), olduğu sorusunu
sormaktadırlar.
İslamî diriliş olgusunu tanımlamada kullanılan kavramlara
bağlı olarak, onun bünyesini oluşturan üyeleri tanımlamada kullanılan kavramlar
da artmıştır. Tahlilini yaptığımız araştırmaların pek çoğunda en çok kullanılan
kavramlar arasında, Müslüman Köktenciler
(Muslim Fundamentalists / الأصوليون الإسلاميون) kavramı bulunmaktadır. Bu kavramla, İslamî ilkelerin
tatbik edildiği ideal bir dönem olması itibariyle, Hülefa-i Raşidîn dönemine
benzer İslamî bir yönetim kurmaya çalışan şiddet yanlıları kastedilmektedir.
Bruce B.Lawrence, İslam tarihinde delaleti olmaması yüzünden,
"köktenci" (Usuliyye) kavramını tenkit etmiştir. Çünkü ne geçmişte ne
de günümüzde kendisine böyle bir isim kullanan hiç bir İslamî cemaat veya
hareket bulunmadığı gibi Fundamentalist kavramının, Arapça’ya tam tercümesi
yapılamamıştır. Ayrıca "Usûliyye" kavramı da, Kur'an ve Sünnet’te de
bulunmamaktadır. Bütün bu sebeplerle, O, bu kavramın kullanılmaması gerektiğini
iddia eder.[2]
Buna karşın, bu kavram Batıda siyasîler ve araştırmacılar
tarafından tercih edilerek kullanılmaya devam etmektedir. Burada, Bazı Batılı araştırmacılar, Silahlı İslamcı Cemaatler'i (Militant Islamic Groups/جماعة إسلامية
مسلحة ) temsil eden İslamcı militanlar (İslamic
Militant/مناضلين
إسلاميين أو مسلحين إسلاميين)
veya İslamcı Direnişçileri itibara alarak, bazı cemaat ve
örgütlerin üyelerine, Fundamentalistler kavramını kullanmaktadırlar. Bu, onların,
mevcut nizamla ilişkilerinde bir üslup olarak, şiddet ve güç kullandıklarına
veya onların, İslami uyanış hareketini oluşturduklarına işaret etmektedir.
Aslında bunlar, İslam zemininden doğan, mevcut yönetimlerin siyaset ve
uygulamalarına karşı, toplumları bir safta birleştirmeyi hedefleyen ve bu nizamlarla
ilişkilerde şiddeti bir yol olarak kullanan protestocu sosyal hareketlerdir.
Batılı araştırmacılar, bu cemaatlerin üyelerini tanımlamada,
bunlara ilaveten daha pek çok kavram kullanmaktadırlar. Örneğin; Gelenekçiler (Traditionalist/التقليديون), İslamcı modernistler
(Islamic Modernists/التحديثيون الإسلاميون), Şiddet taraftarları (Extremists/المتطرفون), Selefîler (السلفيون). Dolayısıyla, bu araştırmalar Müslüman ve İslamcı
kavramlarını, birbirinden ayırdılar. Birincisi; İslam
dinini benimseyen ve İslamî kimliğe sahip olan kişiye, ikincisi ise, hareket
hedefleri arasında İslamî devlet kurma fikrine sahip kişiye karşılık olarak
kullanılmaktadır.
Kısacası, Batılı çalışmalar İslam dinini ve İslamî
diriliş olgusunu ve bu İslamî örgüt ve cemaatlere mensup olan üyeleri tanımlamada
pek çok kavram ve tabirler kullanmaktadırlar. İkinci bölümde bunlardan
bazısının tenkit ve değerlendirmesini yapacağız.
Batılı çalışmalarda ve incelemelerde, İslamî uyanışın
halk düzeyinde ve resmî düzeyde, siyasî, ekonomik, sosyal ve askerî olmak
üzere, pek çok işaret ve yansımaları ele alınmaktadır.
Resmi politika düzeyinde uyanışın
yansımaları, mevcut
yönetimlerin, İslam'ı meşruiyetlerinin bir kaynağı olarak kullanmaları şeklinde
ortaya çıkmaktadır. Bu metotlar arasında, İslam’ın yasama (teşri') ve idarenin
(hükm) temel kaynağı olduğunu ve beşerî kanunların İslam dini ile çelişmediğini
vurgulama vardır. Bu yönetimler, çoğu zaman, bazı fikrî eğilimlerine, politikalarına
ve kararlarına naslardan (Kur'an ve Sünnet) dinî gerekçeler bulmaya
yönelmektedirler. Mesela; Batı tarzı sosyalizm İslam’la çelişmez, bilakis, onun
temellerinden birini temsil eder. Bu yüzden Mısır ve İsrail arasındaki barışa
da nass ve uygulama düzeyinde İslam'dan bir dayanak aranmıştır. İslam
şeriatının tatbikini ve bunun için objektif şartların oluşturulmasının zorunluluğuna
dair konuşmaların artması da, İslamî uyanışın, resmî düzeydeki
yansımalarındandır. -Nitekim Numeyri, Sudan'da mevcut nizamı devirmeden şeriatı
tatbik etti.- Bu yansımalardan biri de, bazı yönetimlerin, şahsî düzeyde, İslam'a
bağlılığı ifade eden bazı ahlakî tabirlere aşırı ihtimam göstermeleridir. Bu yüzden,
bazı İslam ülkelerinde, basın yayın organlarında, dinî konulara tahsis edilen
alan genişledi ve bazı yönetimler dinî konulara daha fazla önem vermeye
yöneldiler. Bunların başında, cami yapımına maddî yardımlarda bulunmak, dinî
toplantılar düzenlemek, cami imamı ve vaizler yetiştirecek dinî kurumlar inşa etme
faaliyetleri gelmektedir. Aynı şekilde bazı yöneticiler, bir kısım İslamî
cemaatleri destekleyerek, solcu güçlerin ve örgütlerin nüfuzunun büyümesine
darbe vurmada aracı olarak, İslamî cemaatleri kullanmak için onların
faaliyetlerine göz yumdular.
Dış politika düzeyinde bu diriliş,
özellikle İslam Konferansı çerçevesinde, İslam ülkeleri arasında dayanışma ve
işbirliğinin artması şeklinde ortaya çıkmıştır.
Halk düzeyinde ise, bu
dirilişin yansımaları, pek çok İslam ülkesinde, İslamî cemaatlerin, özellikle
üniversitelerde kendini göstermesi ve artması şeklinde görülmektedir. Örneğin;
bu cemaatler 1975–1979 yılları arasında, Mısır Üniversitelerinin çoğunda,
öğrenci birlikleri seçimlerini büyük çoğunlukla kazandılar. Aynı şekilde
bunlar, bazı İslam devletlerindeki ekonomik, sosyal ve siyasî duruma
eleştirilerini artırarak, mevcut nizamlara karşı ret ve protesto
faaliyetlerinde bulunmaya başladılar. Temelinde mevcut nizamı yıkarak yerine
Kur'an ve Sünnete dayalı bir toplum kurmak için silahlı güç ve şiddete dayalı
inkılapçı bir görüşü benimseyen bazı siyasî İslamcı örgüt ve cemaatlerin etkilerinin
artması da diriliş olgusunun, bu seviyedeki yansımalarından birisidir.
Siyasî İslamcı örgütler, İslam devletlerinde mevcut yönetimlere
karşı ciddî bir tehlike arz etmeye başladılar. Mevcut yönetimlerin
meşruiyetlerine karşı şüpheler oluşturularak bunlara karşı hem protesto
bayrakları açtılar, hem de meydan okumaya başladılar. Bunlardan bazıları,
İran’daki şekliyle İslamî bir modelin kurulmasını istemeye başladılar.
Dinî prensiplerin uygulanması ve
İslamî ilkelere bağlılık düzeyinde, bu olgunun yansıması ise; İslam
devletlerinde geniş sosyal çevreler de, kadın için "Hicab", erkek
için "Cilbab" gibi İslamî kıyafetler şeklinde kendini gösterdi. Bunun
yanı sıra sakal bırakma olgusu ve mescitlere rağbet arttı. İlmî kurumlarda ve
genel mekanlarda karşıt cinslerin karışmasını engellemek için harekete geçildi.
Açıklık ile sosyal ve ahlakî bozulmanın yansımaları reddedildi. Bunun yanı sıra
hayır poliklinikleri, zekat fonları, İslamî şirketler ve bankalar gibi, İslam’la
bağlantılı veya ona nispet edilen pek çok sosyal ve ekonomik faaliyetlerin ortaya
çıkması ve bunlardaki artış da bu yansımalar arasında sayılabilir. Batılı
araştırmalarda ortaya konulan İslamî dirilişin işaret ve yansımaları dışında,
acaba, bu çalışmaların göz ardı ettiği başka, boyutlar ve yansımalar var mı? Bu
sorunun cevabı ikinci bölümde gelecektir.
Batılı inceleme ve araştırmalar bu olguyu yorumlamada,
iki grup sebep üzerinde dururlar. Birinci grup; İslam devletlerinde ekonomik,
sosyal, siyasî, kültürel ve dinî konularla ilgili iç, ikinci grup ise; bu
devletlerin uluslararası ve bölgesel çevreleriyle ilgili dış sebep ve
amillerden oluşmaktadır.
Bu iki gruptan her birini biraz tafsilatlı olarak sunmak
istiyoruz.
Bu bölüm siyasî konuları ilgilendiren sebepleri kapsamaktadır.
Bunların başında İslam ülkelerinin çoğunda,
siyasî yönetimlerin, kalkınma, milli bağımsızlığın korunması, sosyal
adaletin gerçekleştirilmesi, kültürel değerlerin yaygınlaştırılması görevini
yerine getirmede başarısız olmaları ve bu nedenle de meşruiyetinin temellerini
ve kaynaklarını güçlendirmede zayıf düşmeleri gelmektedir. Bu sebeple, geniş
halk kitleleri, sınırlı etkinliğe sahip, meşruiyetini kaybetmiş bu yönetimlerin
politika ve icraatlarına karşı, özellikle de, bu yönetimlerin meşruiyetine dayanak
bulmak ve bunları sağlamlaştırmak için karikatürize bir şekilde İslam’ı
kullanmaya yönelmelerine bir protesto olarak İslam’ı bayraklaştırmaya
başladılar. Bu arada İslam, mevcut yönetimlerin gücünü kuvvetlendirme aracı ve
halk güçlerinin ise, meydan okuma ve protesto aracı olarak kullandıkları iki
tarafı kesen bir bıçak haline geldi. Bu bağlamda, bazı Batılı araştırmalarda,
resmî İslam’la halk İslam'ının, tavanın İslam'ı ile tabanın İslam'ının arası
ayrılmaktadır. Nitekim İslam devletlerinde, yönetim biçimi olarak tek kişi
yönetimi ve diktatörlük olgusu yaygınlaştı ve neticede aracı kurumlar
zayıflayarak yok oldu. Kendilerini barışçı olarak tanıtma imkanı verecek
kurumlar oluşturmada, bu İslamî güç ve akımlara müsamaha gösterilmemesi ve
diğer bazı hususlar, bazı İslamî akım ve güçleri, bu mevcut düzenleri yıkmak
için şiddet kullanmaya itti. Buna karşılık, bu eğilim İslam dünyasındaki mevcut
yönetimleri, iktidarlarının devamını garanti altına almak için güç ve zor kullanmaya
sevk etti. Böylece ister İslamî olsun, ister olmasın, bütün muarızların faaliyetleri
suç kabul edilerek, onların güçlerine ve büyüyen rollerine darbe vurmak için
pek çok kuvvete dayalı polisiye tedbirlere başvurdular. İşte bu durum bazı
güçlerin şiddetli tepkilerine sebep oldu.
Liberal Demokrasi, Sosyalizm ve Marksizm gibi Batı ideolojilerinin
ve bunlarla bağlantılı İslam dünyasındaki modernleşme ve kalkınma
tecrübelerinin başarısızlığı, İslamî uyanış için çok önemli bir etken olarak
görülmektedir. Çünkü aktif uygulamaların beraberinde getirdiği bu fikrî ve itikadî
kanaat, Arap ve İslam gerçeğinde kesin başarısızlığa uğrayan ithal fikir ve ideolojilere
bir alternatif olarak İslam’ı teklif etmesi sebebiyle, İslam devletlerindeki
Müslüman kesimlerde iyice kökleşti.
Bu arada diriliş olgusunun, İslam devletlerindeki ekonomik
ve sosyal konularla alakalı olan iç sebepleri de vardır: Tabakalar arasındaki
uçurumun artması, sosyal hareketlilik imkanlarının zayıflaması, sosyal
zıtlıkların ve bozuklukların korkunç bir şekilde büyümesi, politik ve idarî
bozulmanın her tarafa yayılması, ahlak ve fazilete teşvik eden İslamî
prensiplere ters düşen yeni ahlakî değer ve ölçülerin çoğalması v.s. Bütün bu
amiller, bazı İslamî güç ve akımların, İslam'ı Müslüman toplumların karşı karşıya
bulunduğu, çeşitli sorunların çözümünü içeren, kapsamlı bir hayat nizamı olarak
ileri sürmelerine sebep oldu. İslamî mesaj, açık, net ve kolay anlaşılır
olması, adalet ve eşitlik kavramları üzerinde yoğunlaşması sebebiyle, mevcut
yönetimlerin siyasetlerini, icraatlarını ve programlarını fiilen ve sözle
reddeden aktivistlerle/eylemcilerle (Harekiyyûn) İslamî uyanışa olumlu bakan
destekçileri arasında geniş taban buldu.
Bazı Batılı araştırmacılar ise, İslamî diriliş
hareketinin, İslam dünyasındaki fikrî düzeyde, sosyal değerler, günlük davranışlar, ekonomik ve kalkınma
politikaları düzeyinde, Batılılaşma ve laikleşme faaliyetlerinin artmasına bir
tepki olarak ortaya çıktığına dikkat çekmektedirler. Bu durum, kendilerine
göre, akîde, kültür, medeniyet ve kimlik kaynağı olan İslam dini yerine, Batı
modeli üzere modernleşme faaliyetleri tehlikesine toplumsal duyarlılığın
artması ile sonuçlandı. Bu bağlamda İslamî diriliş olgusu, İslam ülkelerinin
pek çoğunda yönetici bazı seçkinlerin, bazı sosyo-kültürel Batıcı güçlerin ve
kesimlerin benimsediği Batılılaşma faaliyetleri ve politikaları yüzünden,
karalama ve kötülemelerle karşı karşıya kalan İslamî kişiliğin savunulmasından
başka bir şey değildir.
Diğer yandan İslamî diriliş olgusunu, pek çok İslam devletinde,
köylerden kalkınma ve modernleşme çabalarının sürdürüldüğü şehirlere yapılan
büyük göç olgusuna indirgeyenler de vardır.
Modernleşme politikalarının çirkin gösterilmesi, etkin olamaması,
üretim ve hizmet birimlerinin zayıflığı sebebiyle, bu şehirler, daha iyi hayat
şartları bulabilmek için akın akın gelen bu yeni göçmenlerin isteklerine cevap
vermede yetersiz kaldı. Bu yüzden, bu göçmenler kenar köylerde ve
gecekondularda yaşadılar, ancak yalnızlık, yoksulluk ve yokluklarla karşı
karşıya kaldılar. Bu sebeple bunlar, bir emniyet duvarı olarak ve ekonomik,
sosyal durumlarına bir çeşit protesto olarak İslam dinine sığındılar. Böylece
mescit, bu şehirlerde bir güven kaynağı haline geldi. Bu nedenle olsa gerek,
bazı araştırmacılar, faal İslam cemaatleri ve hareketlerinin çoğu kere
şehirlerin, özellikle gecekondu ve kenar mahallelerinde yoğunlaştığını ileri
sürdüler.
Bunlara ilaveten, bu olgunun artışını, İslam'a muhalif
liberal ve solcu güçlerin zayıflaması şeklinde tefsir eden bazı Batılı araştırmacılar
da vardır. Bu güçlerin, şehirlerde
yerleşmesi, sosyal dayanaklarının zayıflığı,
örgütsel çerçevenin bozukluğu ve kullandığı siyasî mesaj dilinin
anlaşılmaz oluşu, özellikle İslam'ın kurtarıcı gücünün yüceliğinden doğacak bir
değişikliğe çağırmakta olan İslamî cemaatlerin önündeki engelleri kaldırarak,
geniş bir sosyal zemin kazanmalarına sebep oldu. Bu arada bazı Batılı
araştırmacılar, farklı fikrî değişim isteyen, solcu örgütlerden daha ileri
seviyede sloganlara sahip olan İslamî cemaatlere, her kesimden vatandaşın,
özellikle, gençlerin fazla girmesinin
sebebini araştırmaktadırlar.
Bazı incelemelerde, bu İslamî uyanışın yorumu bazı basit
sebeplere bağlanmaya çalışıldı. Örneğin; bu uyanış, Hulefa-i Raşidîn örneği üzere sağlıklı bir
toplumun kurulmasıyla ilgili bir dizi hayalin bir halkasından başka bir şey
değildir. Veya sadece, karizmatik lider fikirlerine karşı bir tepkidir. Diğer
yandan, bazı Batılı çalışmalar, Libya'daki uyanışı, Albay Kaddafî'nin fikir ve
icraatlarının bir ürünü olarak görmektedir. Diğer bazı çalışmalar ise; bu
uyanışa, meşruiyetini İslamî esaslara dayandırmak ve solcu güçlerin büyüyen güç
ve etkisine darbe vurmak için, İslam
devletlerindeki mevcut yönetimlerin, bazı İslamî güçleri kullanma siyaseti
olarak bakmaktadır.
Bunun için, Batılı bazı çalışmalar, çoğu kere, İslam ülkelerindeki siyasî yönetimlerin,
şiddete başvuran bazı İslamî cemaatlerin ortaya çıkışını bizzat körüklediği
üzerinde durmaktadır.
Kısacası; Batılı araştırmaların aksettirdiği şekliyle,
İslamî dirilişin iç sebepleri şunlardır: Batı modeli üzere kalkınma ve modernleşme
krizi, bunun politik, ekonomik ve sosyal olumsuz tesirleri, kimlik bunalımı ve
meşruiyet sıkıntısı, fikrî ve kültürel düzeyde Batılılaşma krizleri.... Burada,
İslam, toplumun çeşitli problemlerine çözümler üreten kapsamlı bir hayat
nizamı, medenî ve kültürel kimliğin temel kaynağı, etkinlikten yoksun ve
meşruiyetini yitirmiş siyasî yönetimlerin politika, uygulama ve icraatlarına
bir çeşit protesto olarak sunulmaktadır.
Bazı Batılı çalışmalar, İslamî diriliş olgusunu, bölgesel ve uluslararası olmak üzere birkaç
sebebe indirmektedirler. Bunların başında İran'daki İslam devrimi gelmektedir.
Bu, birçok yönden İslamî diriliş olgusunun tırmanmasında etkili olmuştur.
Bazıları da, İslamî dirilişi 1967'de Mısır'ın İsrail
karşısındaki yenilgisi ve bunun beraberinde getirdiği uzantılara indirgemektedirler.
Bu yenilgi, Arap yönetimlere, laik ideolojilere, liderlerine ve müesseselerine
vurulan güçlü bir darbeyi temsil eder. Yine bu yenilgi, geniş halk kitlelerinde
sosyal kızgınlığın ve nefret dalgalarının artmasına sebep oldu. Bu özellikle,
ilerici Arap yönetimlerinin zayıflığı ve devrimci sloganlarının iflasını ortaya
çıkardı. Yenilginin asıl sebebinin İslam’ın doğru tatbikinden uzaklaşılması,
fikir ve sistemlerin dışardan alınması olduğu şeklinde bazı akım ve unsurlarca
yapılmış dinî yorumlar, yenilgi sebebiyle ortaya çıkan sosyal gerginlikle aynı
zamana rastlamaktadır. Bu yüzden,
İsrail'e karşı koyabilmenin İslam'a dönmekten başka yolu yoktur. 1967
yenilgisinin, Mısır'daki olguyu yorumlamada önemli etkenlerden biri olmasına
rağmen, Batılı araştırmalar, bu olgunun, İslam beldelerinde yayılmasında, Mısır
olayının bir bulaşıcı mikrop rolü oynadığı üzerinde durmuşlardır.
Batılı araştırmalar, Mısır devlet başkanı Enver Sedat'ın
Kudüs ziyaretini ve bunun neticesinde Camp David ve İsrail'le barış anlaşmasını
imzalamasını, İslamî diriliş olgusunu tırmandıran sebeplerden biri olarak ileri
sürmektedirler. Enver Sedat, anlaşmaya varılması için ilk isteğin kendisi
tarafından yapılmasının doğru olduğunu temellendirmek için İslam dinine yöneldi.
Bunun üzerine Müslüman Kardeşler (İslamî eğilimli bir örgüt) Cemaati, Cihad
Örgütü, Cemaat-i Müslimîn v.s.. gibi bazı İslamî cemaatler, İsrail'le barış
yapılması politikasına karşı çıkmaya başladılar. Neticede, bu ziyaret, Sedat
döneminde, İslamî cemaatlerle yönetim arasında sürtüşme ve anlaşmazlık haline
geldi.
Bu çalışmalar, İslamî uyanış vak’asının Ekim 1973'ten sonra,
bazı Arap devletlerin petrol gelirlerinin artmasıyla birlikte artmaya
başladığını zikretmektedirler. Bazen, Arap ve İslam dünyasında Suudi
Arabistan'ın ekonomik ve politik ağırlığının artmasına da bağlanmaktadır.
Petrol gelirleri, İslamî diriliş olgusunu birçok bakımdan etkilemiştir. Suudi
Arabistan, bazı İslam cemaatlerini desteklemeye yönelmiş ve İslam Konferansı
Örgütü çerçevesinde, İslam devletleri arasındaki dayanışma anlaşmaları yoluyla
daha etkin rol oynamaya başlamıştır. Diğer devletlerdeki İslamî cemaat üyelerinin
ve petrol üreten Arap devletlerinde çalışan işçilerin, mensup oldukları cemaate
gönderdikleri malî destek ve bağışlar, bu cemaatlerin maddî harcamalarının
finanse edilmesinde büyük rol oynamıştır. Bazı Batılı çalışmalarca yapılmış
değerlendirmelerden birisi de; az da olsa, İslamî diriliş olgusunun, büyük
devletler ve uluslararası şirketlerin İslam ülkelerindeki yayılmacı
politikalarını devam ettirmelerine bir tepki olduğu şeklindedir. Bu yüzden, adı
geçen hareketler, bağımsızlığın korunması ve asıl eksenini İslam'ın oluşturduğu
medenî ve kültürel asaletin güçlendirilmesi fikrini yayarak mandacılığı, sahte Batı
demokrasisini reddetmektedirler. Bunun akabinde, onlar, kendilerine yabancı
olanı (Batıyı) ret çerçevesinde, tehdit altında bulunan kişiliklerini ve
kimliklerini koruyabilmek için İslam'ı önermektedirler.
İslamî diriliş olgusunu ele alan Batılı araştırmaların
çoğu, dirilişin boyutlarından biri olarak mevcut yönetimlere ret ve muhalefet
bayrağı açan, Kur'an ve Sünnet'te olduğu şekliyle İslam'ın gerçek prensiplerine
dayalı İslam toplumunu kurmak isteyen siyasî, aktif İslamî cemaat ve hareketler
boyutu üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Bu olguyu Arap olmayan İslam devletlerinde
ele alan Batılı araştırmaların varlığına rağmen, bu yoğunlaşmada esas
itibariyle en fazla nasibi, onun Arap ülkeleri ve İran'daki tahlili almıştır.
Muhtemelen tahlil ve inceleme konusu edilen cemaat ve örgütlerin en başında, bu
olgunun şekillenmiş hali olarak İran'daki İslam devrimi örneği, Mısır'da İhvan-ı
Müslimîn Cemaat'i, Tekfir Cemaati, Hicret Cemaati ve Cihad Örgütü, Sudan'da İhvan-ı
Müslimîn Cemaati; Tunus'ta İslamî Yöneliş Hareketi, Cezayir'de; Aleviyye
Cemaati, Kıyame Cemaati, Bin Badis Cemaati, İhvan Cemaati gibi bazı İslamî
cemaatler, Irak'ta; Da'vet Partisi, Körfez ülkelerinde; bazı Şiî azınlıklar ve
Mağrib'de; İslamî Gençlik Cemiyeti ve bazı gizli cemaatler gelmektedir.
Batılı araştırmacılar ve yazarlar siyasî ve aktif İslamî
cemaatleri ele alma çerçevesinde, pek çok boyut üzerinde durmuşlardır.
Bunlardan en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz;
Bununla üyelerin coğrafî konumları, öğrenim ve meslekî durumları,
ekonomik ve sosyal seviyeleri kasdedilmektedir. Bazı çalışmalar -bunlar
arasında bilgi toplama da ve bunları tahlilde niceliksel metotları esas alarak
cemaatlerin muayyen durumlarını inceleyen eserler de vardır- bu konuda pek çok
sonuca ulaşmıştırlar. İslamî diriliş, esas itibariyle, şehirlerde özellikle de,
bu şehirlerin etrafındaki kenar mahallelerde yaygınlaşmış medenî (kentsel) bir
olgudur ve köylerden şehirlere göçenler, bu cemaatlerin sosyal bünyesini
oluşturan asıl unsurdur.
Genç kesim -özellikle üniversite ve enstitü talebeleri- bu
cemaatlerin sosyal yapısında ağır basmaktadırlar. Çünkü bu kesim, bu
cemaatlerin omurgasını teşkil etmektedir. Bazı incelemeler, bu cemaatlerin
çoğunluğunun, ekonomik ve sosyal seviyeleri bakımından, bu devletlerdeki, aşağı
tabakaya, küçük burjuvazi ve orta tabakanın alt kesimlerine mensup oldukları fikrine
varmışlardır.
Bu bölüm, İslam dünyasının karşı karşıya bulunduğu din ve
devlet problemi, devletler ve siyasî birimlerin politikaları ve ideolojileri
olarak Batıya karşı tavır gibi temel problemler ve sorunlardan başlayarak, cemaatlerin fikrî kaynaklarının tespiti ve görüşlerinin
ortaya çıkarılmasını hedeflenmektedir. Bunun yanı sıra ekonomik kalkınma,
sosyal adalet ve toplumda kadının durumu gibi meselelere de yer verilmektedir.
Bazı çalışmalarda, bu cemaatlerde yöneticilerinin rolü ve konumları,
yöneticilerle üyeler arasındaki ilişkinin şeklini ve bu alakanın demokratik,
zorbalık veya diktatörlük olması itibariyle hangi seviyede gerçekleştiğini
tespit için bunların örgütsel çerçevelerini tespit etmektedirler. Buna ilaveten,
bu cemaatlerin üye edinme yolları ve teknikleri ve bunlar arasındaki etkileşim
ve alaka şekillerine de yer verilmektedir. Bu bağlamda, Batılı araştırmacılar,
kitapları çoğu İslamcı cemaatler için doğrudan,
kaynak kabul edilen aktivist İslamcı pek çok düşünürün fikir ve
düşüncelerinin tahlili üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Bu mütefekkirler arasında,
İbn Teymiye, Hasan el-Benna, Seyid Kutup ve Mevdûdî bulunmaktadır. Diğer
taraftan bu çalışmalar, Mısır'da Şükrü Mustafa (Cemaati Müslimîn), Muhammed
Abdüsselam Ferec (Cihad Örgütü), Suud'da Cüheyman Uteybî, Tunus'ta Gannuşî v.s.
gibi pek çok İslamî Cemaat liderinin fikrî benzerlikleri üzerinde durmaktadırlar.
Günümüzdeki siyasî İslamî hareket ve cemaatlerin fikrî kaynaklarını tahlîl ve
tespit çerçevesinde Batılı bazı çalışmalar, Suud'da Vehhabîlik hareketi,
Sudan'da Mehdîlik hareketi, Libya'da Senûsîlik hareketi gibi hareketleri; daha
sonraki dönemlerde ortaya çıkan İslamî hareketlere işaret ederek bunları, günümüz
İslamî hareketlerin geçmişteki tarihî uzantıları olarak ele almaktadırlar.
Batılı araştırmacılar, daha önce de işaret edildiği
gibi, İslam aleminin karşı karşıya
bulunduğu problemlerle ilgili siyasî İslamî cemaat ve hareketlerin görüş ve
tavırlarına dikkat çekerek, pek çok neticeye varmışlardır. Bu cemaatler, İslamî
bir zeminden hareketle İslam aleminin karşı karşıya bulunduğu ekonomik, sosyal,
siyasî, kültürel ve medenîleşme ile ilgili sorunları nasıl çözeceğine dair
yaratıcı görüşler, net düşünceler ve kesin programlar getirmeksizin, esas
itibariyle genel İslamî nazariye ve prensipler üzerinde yoğunlaşarak öncelikler
listesine, mevcut siyasî düzeni devirmeyi koydular. Pek çok çalışma, bazı cemaatlerin
sosyal ve ekonomik bazı problemlere has görüş ve düşüncelerinin olduğuna işaret
etmiştir. Asıl meydan okuma, siyasî problemlerde düğümlenmektedir. Bu
cemaatlerin sunduğu siyasî düzeni ilkelerin nelerdir? Onun seçim işlemi nasıl
tamamlanacak? Şûrayı uygulamanın yöntemleri nelerdir? İslam ülkelerindeki siyasî
partilerin ve azınlıkların durumu nedir? Bütün bu sualler, Batılı çalışmaların
tahlil ve araştırmasını yaptığı pek çok İslamî cemaat ve hareketin düşüncesinde
açıklığa kavuşmamıştır. Bazı genel prensipleri istisna edecek olursak, Kur'an
ve Sünnet, yönetim biçimi olarak belli bir sistemi önermemektedir ve ona, asırlar
ve toplumların farklılığına bakarak içtihat etmek için Müslümanlara bırakılmış,
dünyevî bir mesele olarak bakmaktadır. Fakat hangi nizam olursa olsun, şeriatin
içerdiği şûra, adalet, eşitlik, iyiliği emir,
kötülüğe engel olma gibi genel ilkeleri şekillendirmesi gerekir.
Batılı çalışmalar, siyasî İslamî cemaat ve hareketlerde odak
nokta olarak, liderlerin rolleri üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Bütün durumlarda
üyelerle ilişkilerin temelini itaat ve bağlılığın oluşturması, bazı
cemaatlerin, kendi içerisinde bölünme
olgusunun ortaya çıkmasına engel olamadıysa da, pek çok İslam ülkesinde İslamî
hareketlerin bölünmesi ve sayılarının artmasıyla neticelendi. Çoğu
çalışmalar, özellikle mevcut nizamla çatışma
halinde olan bazı cemaatlerin, üye kazanmada arkadaşlık, dostluk, yakınlık ve
akrabalık ilişkilerinin önemi ve ehemmiyetine işaret etmektedirler. Diğer
taraftan çeşitli İslam ülkelerindeki cemaatler arasındaki etkileşim ve etkilenme
üzerinde durmaktadırlar. Örneğin; Hızbü't-Tahrir el-İslamî ve İhvan-ı Müslimîn
Cemaatinin pek çok ülkedeki İslamî hareketlerle bağlantıları ve onlar üzerinde
etkileri vardır.
Burada bu cemaatlerin mevcut nizam ve İslam devletleri
ile alaka şekilleri, onlarla ilişkilerindeki strateji ve taktikleri belirlenmektedir.
Bu çalışmalar, siyasî, İslamî cemaatlerle hakim yönetimler arasındaki
ilişkilerde bir yol olarak şiddet ve kuvveti ön plana çıkarmaktadırlar. İslamî
cemaatlerin uygulamakta oldukları şiddet şekilleri arasında da, gösteriler,
provokasyon eylemleri, direnmeler, bazı yönetici seçkinlere yönelik suikastler
düzenleme, ve buna ilaveten, devrim girişimleri sayılabilir. Böylece bu çalışmalar,
İran'daki İslamî devrim çerçevesinde devrimci şiddet faaliyetlerine, Enver
Sedat suikastine, Suud'da 1979 yılında bazı İslamî unsurlarca, Mekke-i
Mükerreme'nin işgaline ve Da'vet partisinin tertiplediği şiddet olaylarına ışık
tutmaktadır.
İslam devletlerinin genelinde, İslamî hareketlere karşı
siyasî yönetimlerin politika ve tavırlarına gelince, pek çok yerde birbirini tamamlayan şu üç
yöntem birlikte uygulanmaktadır:
Birincisi Kanûnî Yöntem: İslam ülkelerindeki yönetimlerin
pek çoğu, siyasî İslamî cemaatlerin faaliyetlerini yasaklayan ve bunlara
şiddetli ve ağır cezalar getiren kanunlar ve kararnameler yayınlama yoluna
gitmişlerdir.
İkincisi
Emniyet Tedbirleri: Siyasî
yönetimlerin çoğu, Siyasî İslam
cemaatleri olgusunu, hallini emniyet birimlerine bırakılması gereken suçlar ve
kanun dışı faaliyetler (inhirafî-icramî) olarak görmektedirler. Bu sebeple, pek
çok devlette emniyet güçleriyle, bu cemaatler arasında kanlı çatışmalar
artmıştır. Çoğu kere de, bu cemaatlerin üyeleri geniş kapsamlı tutuklama ve
ağır işkence şekillerine maruz kalmışlardır. Buna hapislerde ağır işlerde çalıştırma
cezası ve pek çok İslam devletlerinde bu cemaatlerin üyelerine karşı istisnaî
mahkemelerce yayınlanmış mahkeme kararları da ilave edilebilir. Bu siyasî
nizamlar, çoğu kere, İslamî cemaatlere karşı yaptıkları bu muamelelerini gerekçelendirme
yoluna giderek, onları, yabancı güçler hesabına çalışmak ve İslam
devletlerindeki istikrar ve güveni sarsmaya yönelik ihanet faaliyetleri tertip
etmekle itham etmektedirler. Aynı şekilde Arap yöneticileri, kendilerine karşı
şiddete başvuran İslamî cemaatleri tehdit eden iki güç olarak İran ve bazen de
İsrail'i suçlamaktadırlar. Mevcut yönetimlerin İslamî hareketleri bastırmak
için kullandıkları bu şiddet, bazı cemaatlerin karşı şiddet faaliyetlerini sürdürmesine
etki eden amillerden birisidir. Bunun için de bazı İslam devletleri, kendi
yönetimleriyle İslamî cemaatler arasında şiddet dönemini yaşamaktadırlar. Bu bağlamda
Mısır'la ilgili bazı araştırmalar, şiddet kullanan aşırı İslamî cemaatlerin
ortaya çıkışının, Nâsır döneminde İhvan-ı
Müslimîn cemaatinin binlerce üyesinin zulüm ve işkencelere maruz kalmaları
neticesinde hapishane ve tutukevlerinde başladığını vurgulamaktadırlar.
Üçüncü yöntem: Bazı siyasî yönetimler, solcu
güçlerin büyümesine darbe vurmak için bazı İslamî cemaatleri kullanmaya
yönelmişlerdir. Ancak bu siyasî yönetimler, bu metodu sonuna kadar
sürdüremediler. Bunun akabinde, özellikle,
bu cemaatler mevcut nizamlara karşı düşman olmaya, onların siyasetlerini
ve kendilerine karşı yürütmekte oldukları şiddet eylemlerini eleştirmeye
başlayınca kendileriyle bu nizamlar arasında çatışmalar meydana geldi.
Batılı araştırmalardan birinin, Amerika ve Avrupalıların
İslam'ın ne olduğunu bilmediklerini ve bu İslamî uyanışın mahiyeti, sebepleri
ve etkileri üzerinde ittifak etmediklerini, Batılı akademisyenlerin bu olguya
ilgisinin artmasının kaynağını, İslam devletlerinde neler olup bittiğini
öğrenme ve anlama isteğinin oluşturduğunu vurgulamasına rağmen[3], bazı Batılı
araştırma ve eserler, bu İslamî diriliş olgusu ile ilgili, ideolojik ve tarafgir önyargılardan ibaret
pek çok mutlak hükümlerle doludur.
Bu arada, olguyu,
ret ve meydan okumada kılıf olarak İslam'ı kullanan protestocu sosyal
hareketler seviyesinde görenler de vardır. Bu cemaat üyelerinin çoğunluğu, göç
ve sosyal istikrarsızlıktan şikayeti olan bir araya toplanmış sosyal gruplardan
oluşmaktadır. Bu hükmün kaynağı, bu cemaatlerin üyelerinin çoğunluğunu,
şehirlere daha iyi hayat şartları aramak için göç eden köylülerin oluşturduğu
fikridir. Büyük şehirlerdeki üretim ve hizmet birimlerinin yeni gelen
göçmenlere ulaştırılamaması sebebiyle,
kenar mahallelerde ve gecekondularda yaşadılar, fakirlik ve sıkıntıdan
şikayet ederek emniyet sembolü, kimlik kaynağı ve protesto vasıtası olarak İslam'a
yöneldiler. Bu olguyu, mücerret bir İslamî heyecana indirgeyen veya İslamî
kızgınlık şeklinde ifade edenler vardır. Veya bu sadece, Müslümanların adil bir
hilafet modeli üzere (Hülefa-i Raşidîn devrinde var olduğu şekliyle) İslamî
model oluşturma hayali dizisinin bir halkasıdır. Bu görüşler ve yargılar, İslamî
diriliş olgusunun geleceğini araştıran Batılı araştırmacıların ve yazarların
düşüncelerine yansımıştır. Bazı araştırmalar, bu olgunun geleceği ile ilgili önemli
tahlillerde bulunabilmeyi engelleyen güçlükler üzerinde dururlar. Çünkü bu
olgu, İslam devletlerinin çoğunda bulunduğundan, coğrafî çerçevesi geniştir.
Uyanış hareketlerinin dayandığı sosyal ve beşeri zeminin genişliği, bazı siyasi
İslamî cemaat ve örgütlerin sahip olduğu güç unsurlarının ve bunların mevcut
nizamla ilişki şekillerinin tabiatı ve yönetimlerin, bu hareketlerin üstesinden
gelebilme veya etkilerini azaltabilme güçlerinin sınırlı oluşu dolayısıyla,
ülkeden ülkeye, hatta aynı ülkede, dönem dönem farklılık arz etmektedir. Bütün
bunlara rağmen, Batılı araştırmaların çoğu, olgunun geleceği etrafında, pek çok
önyargılı fikirler içermektedirler. Çünkü onlar, İslamî diriliş olgusunun,
sadece, mevcut nizamla, şöyle veya böyle, karşı safta yer alan Siyasî İslamî
hareketler boyutu üzerinde yoğunlaşarak bu olgunun gelecekteki seyrini
aşağıdaki şekilde tespit etmişlerdir:
1-
Bu çalışmaların çoğu, İran'ın özel
durumuna, diğer bütün devletlerde İslamî muhalefet güçlerinin zayıflığına ve bölünmüşlüğüne
-ki bu durum, bu muhalif güçlerin mevcut nizamları devirmesini
engellemektedir-, özellikle bu yönetimlerin güçlerini onlara karşı koyacak
şekilde yönlendirmiş olmalarına ve onların rollerini zayıflatmak,
etkinliklerini engellemek için muhalefet güçleriyle olan ilişkilerine bakarak
İran örneğinin diğer İslam ülkelerinde tekrarı ihtimalini uzak görmektedirler.
Bütün bunlara rağmen, bir çok çalışma,
siyasî İslamî cemaat ve örgütlerin, pek çok İslam ülkesinde siyasî yönetimler
için potansiyel tehlike ve siyasî endişe kaynağı oluşturmaya devam edeceklerini
vurgulamaktadır.
2-
Bu İslamî hareket ve örgütlerin çoğu,
İslamî genel prensiplere dayanmalarına ve bunları hareket noktası almalarına
rağmen, İslam toplumlarını karşı karşıya bulunduğu siyasî, ekonomik ve sosyal
problemleri çözecek belirli ve kesin programlara sahip değildirler. Bu durum
onların gelecekteki güçlerini ve etkinliklerini de engelleyecektir. Buna ilaveten,
bu cemaatlerin çoğalması ve bölünmesi neticesinde, pek çok durumda aralarındaki
işbirliği ve anlaşma imkanlarının zayıflayacağı da kaydedilmektedir.
3- Gelecekte bazı İslamî cemaat ve örgütlerin yeraltı
faaliyetlerine yönelmelerinin artması beklenmektedir. Aynı zamanda mevcut
yönetimler, bu olguyu, kontrol altına alabilecek ve bazen de onlarla ilişki
içinde olabileceklerdir. Neticede, mevcut yönetimler, resmî dînî müesseseleri
ve halkın dini faaliyetlerini destekleyebildiği ve bu vakıanın tırmanmasına
sebep olan ekonomik, sosyal ve kültürel bazı problemlere köklü çözümler bulabildiği
sürece onun tehlikesini azaltacaktır.
4- Pek çok çalışma, bu olgunun geleceğinin, bazı yönleriyle
İran Devrimi'nin geleceğine bağlı olduğuna işaret etmektedirler. İran
tecrübesinin başarısı, İslam ülkelerindeki muhalif bazı cemaat ve akımlarca
arzulanan İslamî bir örnek ve hedeflenen bir ideal olmaya devam edecektir.
İran'da İslamî devrim başarısızlığa uğrar ve bu İslamî devlet örneği bazı
karalamalara maruz kalırsa, bu durum diriliş olgusunun zayıflamasının amillerinden
biri haline gelecektir.
5- Bu olgunun geleceği, özellikle, siyasî boyutu
itibariyle (siyasî İslamî cemaatler ve örgütler), bazı bakımlardan, bu toplumlardaki
diğer siyasî güçler ve fikir akımlarının geleceğiyle irtibatlıdır. Diğer
milliyetçi ve solcu güçlerin gelişmesinin ve bazı İslam devletlerinde siyasî
sahadaki rollerinin artmasının, İslamî cemaatlerin etkisinin yok olmasına sebep
teşkil edeceğinde şüphe yoktur.
Bazı araştırmacılar, bir kısım Arap ülkelerindeki İslamî
dirilişin geleceğiyle ilgili olarak,
Mısır'daki bu İslamî diriliş olgusu içerisinde faaliyet gösteren bazı
cemaat ve örgütler Mısır yönetimi için siyasî endişe kaynağı olmaya devam
edecekse de, resmî dînî müesseseler ve halka yönelik İslamî kuruluşlar kanalıyla
kontrol altına alınabileceğine işaret etmektedirler. Suudi Arabistan'la alakalı
olarak ise, İslamî köktenci hareketlerin geleceğinin, bu siyasî yönetimler
geleneksel müesseselerini geliştirebilme ve bu kurumların modernleşme
isteklerine cevap verebilme gücüne bağlı olduğunu vurgulanmaktadır. Bu
yönetimler, bu görevi yerine getirmede
başarısız olurlarsa, İslamcı köktenci hareketlerin faaliyetlerinin artması
beklenebilir. Bu yüzden orta tabakaya mensup yeni bazı unsurların uygulamaya
koyduğu devrim çalışmaları artmıştır.
Bazı araştırmalarda da vurgulandığı gibi, Sudan’daki köktenci
İslamî cemaatlerin karşı karşıya bulunabileceği en açık sorunlar arasında,
onların azınlıklar ve millî kalkınma meselesini çözememeleri olacaktır. İslamcı
olmayan cemaatler, bu İslamî cemaatlerin vaat ettikleriyle iktidardayken
uyguladıkları arasında büyük bir uçurumun olduğunu hissedeceklerdir. O zaman
yeni uyanış belirtileri ortaya çıkacak, fakat bu kez onlar Müslümanların
karşısında yer alacaklardır. Bazı araştırmalar, Sudan’daki siyasî problemin
karmaşıklığına ve boyutlarının giriftliğine bakarak, buradaki İslamî
cemaatlerin geleceği ile ilgili tahminde bulunmanın güçlüğüne dikkat
çekmektedirler. Mağrib ülkelerindeki vakıayı ele alan araştırmalara gelince,
İslamî diriliş vakasının buradaki geleceği ile ilgili olarak daha önce geçen bazı
fikirleri tekrar etmektedirler.
Kısacası; Batılı araştırmaların bu vakıanın geleceği konusundaki
görüşleri, bu İslamî cemaat ve
örgütlerin, İran modelinin tekrarı imkanının
zorluğundan dolayı diğer İslam ülkelerinde iktidara gelemeyeceği etrafında odaklaşmaktadır.
Nitekim bu cemaatler bazı devletlerde iktidara gelse bile, bunların mevcut
ekonomik, sosyal ve siyasî problemlere çözüm getiren plan ve projelerden yoksun
olmaları sebebiyle, bu devletlerin karşılaşacağı iç ve dış sorunları
çözemeyeceklerdir. Böylece, bazı cemaatler, pek çok İslam ülkesinde siyasî ret
ve sosyal gerginliğin kaynağı olmaya devam edecektir. Mevcut nizamların, bu hareketlerle
karşılıklı ilişkilerinde, onları kontrol altına alarak siyasî amaç
doğrultusunda kullanma girişimiyle, bu yönetimlerin ve mevcut dengelerin tehdit
altına girmesi durumunda, onlara karşı, çeşitli şekillerde ve farklı
derecelerde zor kullanmakta tereddüt etmeme arasında gidip gelen stratejileri
devam edecektir.
Bu tenkitçi yaklaşım, şu konular etrafında yoğunlaşacaktır:
1- Batılı politikacı ve akademisyenler, bu İslamî diriliş
olgusuna niçin bu kadar fazla önem veriyorlar?
2- Bu Batılı araştırmaların İslam'ı tanımlamada ve bu olguyu
tarifte kullandıkları kavramların tenkidi.
3- Bu araştırmaların hareket noktaları ve görmemezlikten
geldiği metodik mülahazalar.
4- Bu çalışmaların vakıayı yorumlamada kullandıkları
gizli değişkenler ve unsurlar.
5- Vakıanın geleceğine aşırı kötümser bakış.
Bu boyutların tartışmasına geçmeden önce, Batılı araştırmalarda,
İslamî diriliş olgusuyla ilgili ortaya çıkan çok az sayıda bazı olumlu
bulgulara dikkat çekmek istiyoruz. Şöyle ki; bazı çalışmalar, İslam'ın
Müslümanların hayatında ilk yeri işgal ettiğini, onun akide ve şeriatın, kültür
ve medeniyetin, kimlik ve mensubiyet kaynağı olarak mükemmel bir hayat nizamı
olduğuna dikkat çekmektedirler.[4] Bu
bağlamda, bazıları da, Müslüman düşünürlere göre din ve siyasetin birbiriyle
irtibatlı olduğunu ve bu ikisi arasında tam bir ayrılığın tarihi şartlar ve
zorunlu durumlar dolayısıyla yapıldığını vurgularlar. Böyle bir iddiaya, genel
olarak İslam'dan özel olarak da İslamî diriliş olgusundan bahseden Batılı
araştırmalarda rastlayamazsınız. Aynı şekilde bazı çalışmalar, bu olgunun pek
çok İslam devletinde yaygın olmasına, boyutları ve yansımalarının çokluğuna, bu
vakıanın içinde yer aldığı sosyal grup ve güçlerin çeşitliliğine bakarak, İslamî
diriliş olgusuyla ilgili kesin yargılar ve genellemelerden kaçındılar.[5] Böyle bir bakış açısı, bazı genellemelerde
bulunmalarından dolayı, Batılı çalışmaların pek çoğunda mevcut değildir. Bu
çalışmaların bir kısmı da, Batılı akademisyen, politikacı ve gazeteciler
arasında İslamî diriliş vakasını tanımlamada yaygın olan bazı kavramları tenkit
etmektedirler. Bunların başında, İslamî
Köktencilik (الأصولية الإسلامية) ve
İslamcı Köktenciler (الأصوليون الإسلاميون) kavramları
gelmektedir. Daha önce de zikredildiği gibi, bu iki kavramın kullanılmasından
vazgeçilmesi önerilmektedir. Aynı şekilde, bazı araştırmalar, şu veya bu
devletteki diriliş olgusunu daha iyi çözebilmek için siyasî ve sosyolojik
metotlara ve tahlilî araştırmalara dayandılar. Bu durum, bu tip araştırmalara
objektif olmaktan öte bir önem kazandırmaktadır.
Daha önce zikredilen görüşlerin önemine rağmen,
bunlar, İslamî diriliş olgusu konusunda
tahlil ve değerlendirmesini yaptığımız Batılı çalışmaların pek azında yoğun bir
şekilde ele alınmaktadır.
Bu inceleme, az önce işaret edilen yaklaşım şekillerini biraz
tafsilatıyla sunacaktır.
Bu soruya üç temel gerekçe ışığında cevap verilebilir. Birincisi;
Oryantalizm, ikincisi; siyasî-stratejik gerekçe, üçüncüsü; Akademik-İlmî gerekçe. Gerçekte, bu üç
gerekçe, birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili ve birbirinden etkilenmekte olup
bunların arası ancak, tahlil ve değerlendirme amacıyla ayrılabilir. Tarihî
olarak Oryantalizm olgusu, sömürgeci hedefler (siyasî-stratejik) için bir
başlangıç olup, klasik sömürgecilik asrının bitmesinden sonra, bu sıkı ilişki,
yeni sömürgecilikle devam etmektedir. Gelişmiş ülkelerde olguyla ilgili yapılan
akademik incelemeler, fikirle hareket arasındaki sıkı ilişki ışığı altında,
çoğu kere, bu ülkelerdeki karar mekanizmasını yönlendirmekte ve ona ışık
tutmaktadır. Çünkü bu devletlerin olgu ile ilgili tavırları ve onlara karşı siyasî
tutumları, bu inceleme mahsulü esaslar üzerine bina edilmektedir. Bu yüzden bu
devletlerdeki bazı organ ve kurumların, İslamî diriliş olgusu ile ilgili
araştırma ve toplantı faaliyetlerini, finanse etmeleri garipsenmemelidir.
Mesela, M. Haseneyn Heykel, "Amerika Merkezî Haberalma Örgütü'nün, 1983
yılında, sadece İslamî uyanış konusunda, 120'den fazla konferans ve toplantıyı
tamamen veya kısmen, açıktan veya gizli olarak, finanse ettiğini"[6]
zikretmektedir.
Oryantalizm gerçeğini, tarihî köklerini, öğretim kurumlarını,
özelliklerini, Haçlı saldırılarını, eski ve yeni şekliyle sömürgecilik
olgusuyla olan irtibatını geniş olarak anlatmaya gerek yoktur. Bu konuda ciddî
pek çok eser bulunmaktadır.[7] Fakat
burada bizi ilgilendiren, bu İslamî uyanış olgusuna Batıdaki akademik ve fikrî
ilginin artması konusudur. Bu, İslam’ı, Müslüman toplumları ve onların
tarihini, kültürünü, medeniyetini, adet ve geleneklerini araştırma ve inceleme
konusu edinen Oryantalistlerin ilgili araştırmalarının tarihi bir uzantısı
olarak görülebilir. Bazı müsteşriklerin İslam’ı tarafsız bir şekilde ele alan
eserlerinin olmasına rağmen, bu çalışmaların çoğu, ister malumatları ve
olayları kaydetmede, isterse neticeleri değerlendirmede olsun pek çok
hata, karalama ve dikkatsizlikleri
içerdiğinden, aynı şekilde objektif değildirler. Bu çalışmaların çoğu, Batı
medeniyetinin başarısını ve Batının yüceliğini ve insanî gelişmenin tek
örneğinin Batı toplumlarının takip ettiği yol olduğunu, diğerlerinin ise, buna
uyması ve benimsemesi gerektiğini vurgulamakta ve pek çok hedefi
gerçekleştirmek için genel olarak İslam’a ve Müslümanlara karşı daha önceden
sahip oldukları ideolojileri ve önyargıları nakletmektedirler. Bütün bunlar
Müslümanların İslam'a olan güvenini yok etmek ve Müslüman toplumları itaate
zorlamak ve neticede Batının egemenlik ve tahakküm faaliyetlerini kolaylaştırmayı
sağlamaktır.
Böylece Batılı akademisyenlerin vakıaya verdikleri önem,
oryantalizm dizisinin yeni bir halkası sayılabilir. Bu yüzden pek çok Batılı
araştırmacı ve akademik kurum Müslüman toplumlardaki bu canlı ve etkin olguyu
tahlil konusunda yarışmaktadır. Bazıları, bu diriliş olgusunun önemini
azaltmaya çalışarak onu sadece "İslamî heyecan" veya "İslamî
kızgınlık " olarak görmektedir. Diğer bazılarının nazarında ise, o Batı ve
Batı medeniyeti için bir tehdittir. Çünkü o ilerleme, modernleşme ve laikliğe
karşı olup, geçmişe bağlılığa
çağırmaktadır. Bu sebeple, İslamî dirilişten bahseden Batılı pek çok çalışma
bazı durumlarda açığa vurulan, çoğu kere de gizlenen önyargıları ve düşmanca
bakışı yaymakla tanınmaktadır. Fakat bir araştırmacı bu kitapları okumak ve iyi
bir şekilde tahlil etmekle İslamî diriliş olgusuna ve genel olarak İslam’a
yöneltilen düşmanca tavrın özelliklerini kolayca ortaya koyabilir.
Batının İslam aleminin kalbi durumundaki Arap dünyasında
köklü ve değişmez çıkarları vardır. Bu çıkarların başında petrol, nakdî
kaynaklar, stratejik geçitler, bölgede İsrail'e vatan oluşturmak ve bunu
desteklemek gelmektedir. Bu yüzden Batılı devletler, birkaç strateji ve ilkeye
dayanarak, bölgedeki çıkarlarını garanti altına almaya önem verdiler. Bunların
en önemlileri şunlardır: Arap ve İslam devletlerinin Batıya bağımlılığının
devamını ve bölgede Batıyı destekleyen ve onlara dost olan siyasî yönetimlerin
varlığını garanti altına almak. Bu bağımlılık farklı şekiller ve girift
biçimler almakta ve ekonomik, teknolojik, askerî, beslenme, malî, kültürel, fikrî,
siyasî vs.’yi kapsamaktadır. Bu, Batılı güçlerin, kendisine dost yönetimleri iç
ve dış tehlikelere karşı koruma ve desteklemeye hazır olmalarını ve millî bağımsızlıklarının
korunmasını isteyen Batıya düşman yönetimleri yıkmak için çalışmalarını gerektirir.
Bunun metotları arasında, Arap ve İslam devletlerinin güç ve etkinliğini
çökertmek için, bu devletlerin servetlerini tüketmek veya aralarındaki
çatışmaları körüklemek, büyültmek ve devamını garanti altına almak şeklinde, doğrudan ve dolaylı yollarla çalışmak
bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, İsrail'in bu bölgede büyük bir bölgesel güç
olması için O'nun Siyonizm idealine sürekli destek verme ve Batılı güçlerin İslam
devletlerinde uygulamakta oldukları pek çok üslup ve tavırlar arasında yer alan
fikri ve siyasî bozgunculuk, psikolojik savaşla propaganda faaliyetleri de
zikredilmelidir. Bütün bunlar, bu devletlerdeki kültürel ve fikri faaliyetleri
yönlendirmek ve kontrol altına almak, bazı halkçı güçlerden Batılı güçlere
destek ve yardım sağlamak, Batı modeli üzere modernleşmeyi reddeden, Batı hakimiyetini
yıkarak millî bağımsızlığı güçlendirmek, özgün kültürünü ve kendine has medenî
kimliğini oluşturmaya çalışan etkin güçlerin rollerini engellemek ve darbe
vurmak için yapılmaktadır.
İslami uyanış, birçok bakımdan, Batının bu bölgedeki çıkarları
için bir tehdit oluşturmaktadır:
Birincisi: Pek çok
uyanış hareketi ve örgütü Batıya bağımlılığı reddetmekte, bağımsızlığı
korumanın gerekliliğini vurgulamakta ve bütün kültürel ve medenî yozlaşma
faaliyetlerine karşı çıkmakta ve İslamî kültürel kimliğin yeniden kazanılması
için çalışmaktadırlar. İran'daki İslam devrimi, en azından ilk dönemlerinde bu
unsurları kullandı. Bu yüzden Komünizm ve Kapitalizmi reddetti, Amerika'yı
büyük şeytan olarak ilan etti ve Kudüs'ün yeniden kurtarılması sloganını
yükseltti.
İkincisi: İslamî
hareketler, bölgedeki Batıya dost pek çok siyasî yönetimin istikrarı için
tehdit unsuru oldu ve olmaya devam etmektedir. Bazı cemaatlerin sergiledikleri
geniş çaplı şiddet eylemleri bunu hedeflemişti. Batılı devletler, İslamî cemaat
ve örgütlere, kendi açısından hayatî ve stratejik öneme sahip bir bölgede
istikrarsızlığın temel kaynağı olarak bakmakta ve buradaki hakim yönetimler ve
çevreler, kendi çıkarlarını koruyacak ve güçlendirecek şekilde bu bölgenin
istikrarını garanti altına almak için çalışmaktadırlar.
Üçüncüsü: Bu uyanışta etkin güç ve
grupların çoğu, fikrî ekolleri, kalkınma siyasetlerini, yönetim biçimlerini ve
Batıya bağımlı gündelik politikaları reddetmekte, İslam'ı Batı medeniyetine alternatif
olarak sunmaktadır. İslam'ı Batının dünya görüşünden ayıran en önemli husus,
O'nun ilahî kaynaklı olması, hayatın bütün alanlarını kapsayan bir sistem
olması ve çağdaş dünyanın karşılaştığı çeşitli problemlere çözümler
içermesidir. Bu bağlamda; İslamî diriliş olgusu, özellikle de siyasî İslamî hareket
ve örgütler, Batı devletlerindeki yönetim ve sistemler için endişe kaynağı
teşkil etmektedir. Bu yüzden bu olguya, akademik ve siyasî ilgi, onun
sınırlarını, çerçevesini, güçlü ve zayıf noktalarını tanımak için artmıştır.
Bunun, sadece Batıya dost yönetimleri ve Batılılaşma politikalarının
reddedilmesi değil, aynı zamanda, kültür, değer sistemi, hakimiyet ve sömürünün
kaynağı olarak Batının da reddi anlamına geldiği açıktır.
Bazı Batılı yazar ve araştırmacılar, akademik bağlamda,
bu olgunun özelliklerini belirlemek ve boyutlarını ortaya koymak amacıyla
dikkatlerini, Müslüman toplumlarda olup bitenleri tanımaya çevirdiler.
Dolayısıyla bu akademik boyut, Batılı devletlerin siyasetlerinden ayrılamaz.
Batılı akademisyen ve politikacıların İslamî diriliş olgusuna
verdikleri önemi, bu üç gerekçe ışığında anlamak mümkündür.
Tarihî tecrübelere ve yaşanan olgulara has kullanılan kavramlar
sürekli tarafsız olamazlar. Çünkü bu kavramlar, genellikle, değerleri ve
ideolojileri taşıyan sembol ve delaletlerle yüklüdür. Özellikle, ister tek
devlet içerisinde, yani orada yaşayan muhtelif güçler arasında olsun, isterse
birbiriyle alakaları ve münasebetleri çerçevesinde bu devletlerdeki muhtelif
cemaatler arasında olsun, asıl itibariyle üzerinde tartışma bulunmayan olgu ve
gerçekleri şekillendiren kavramlar, bu sembol ve delaletleri taşımaktadır.
Bu bağlamda belirli vakaları tanımlamak için her hangi
bir grup tarafından ve ilmî, siyasî veya belli halk çevrelerinde belirli
kavramların kullanılması ve yaygınlaşmasının bir rastlantı olmadığı
söylenebilir. Bilakis bunlar, bu çevrelerin herhangi bir olaya veya söz konusu
olguya bakışları çerçevesinde ortaya koydukları ideolojik, tarafgir ve
önyargılı hükümlerini, beyanatlarını ve uygulamalarını içeren planlı
hareketlerdir. Batılı araştırmacıların, daha önce sunulan, İslam’ı ve diriliş
olgusunu tanımlamada kullandıkları kavramlarla ilgili tenkitlerimizi şu şekilde
sıralayabiliriz:
1- İslamî diriliş olgusundan bahseden Batılı araştırmalar,
bir çeşit kavram kargaşasını aksettirmekteler. Gerek İslam'ı ve bu olguyu
tanımlamak, gerekse olgunun sosyal yapısını oluşturan unsur ve güçleri tanımlamakta
oldukça fazla kavram ve ıstılah kullanılmıştır. Bu kavramların birden çok
olması, kavram kargaşasının şekillerinden biri olduğuna göre, bundan daha tehlikelisi
aynı mefhumun, birden çok manaya ve delalete tekabül edecek şekilde
kullanılmasıdır. İslamî diriliş,
esas kavram olması itibariyle bazı Batılı araştırmacıların nazarında sadece İslamî bir kükreyiş veya İslamî kızgınlık
halidir. Diğer bazı araştırmacıların nazarında ise, bu kavram, Hülefa-i Raşidîn
dönemi gibi, tarihin belirli bir döneminde var olan İslamî prensipler, değerler
ve davranışlara has kılınan diriliş hareketidir. Üçüncü bir grubun nazarında
ise, bu İslam devletlerinde mevcut düzenlere muhalif güçler arasındaki siyasî
ilişkinin dili ve işaretidir. Dördüncü bir grup Batılı araştırmacının nazarında
da, diriliş, siyasî İslamî Cemaatlerin,
mevcut nizamla aralarındaki anlaşmazlık çerçevesinde kullandıkları,
sadece bir vasıtadan ibarettir. İslamî diriliş olgusuyla ilgili kavram
kargaşası, kullanılan kavramların ve temel bazı kavramların manalarının ve
delaletlerinin çokluğundan ortaya çıkmaktadır. Buna kullanılan bazı kavramların
kapalılığı ve manalarının açık olmayışı da eklenebilir.
2- Batılı araştırmacıların İslam dinini tanımlamada kullandıkları
kavramlar, İslam'a bütünüyle parçacı yaklaşımı yansıtmaktadır. Buna örnek
olarak, politik İslam ve politik olmayan İslam, devrimci/ilerici İslam,
mutedil/gerici İslam, savaşçı İslam, farzlar (prensipler) İslam'ı, seçkinler
İslam'ı ve çoğunluğun İslam'ı, resmî İslam ve halkçı İslam, Ortadoğu'nun İslam'ı,
Ortadoğulu olmayanların İslam'ı, Humeynî'nin İslam'ı, Kaddafî'nin İslam'ı, Sedat'ın
İslam'ı ve sair kavramlar verilebilir. Böylece kişi, Batıda " İslam "
malının rayiç bulduğu bir pazarın varlığını hissetmektedir. Biz ise, İslam
süpermarketinin vitrinindeyiz. Bir kimse talep ve isteklere göre, ondan
istediği bir şeyi seçebilmektedir. Böyle bir bakışın birçok açıdan, bir çeşit
önyargılı ve metodik hataları aksettirdiğinde şüphe yoktur. Bunların en önemlileri:
a- Bu görüş, İslam'ı
kendisinden değil de dışardan alınan bir grup donuk kavram ve ölçütlere göre
tasnif etmektedir. Devrimci, ilerici, gerici, mutedil, çoğulcu, seçkinler vs..
Bütün bunlar İslam'dan uzak siyasî tecrübeleri ve bilgi sahaları çerçevesinde ortaya çıkmış, esas itibariyle Batı toplumlarının
tecrübeleriyle alakalı kavram ve sıfatlardır. İslam alemindeki bazı araştırmacılar
da, kendine has siyasî, iktisadî,
kültürel, ahlakî özellik ve hususiyetleri olan tamamen farklı başka bir toplumu
incelemek için kullanılan bu kavramları, onların manalarının ve delaletlerinin
uygunluk sınırlarının ince tasnif ve ayrımını yapmaksızın aynen tercüme
ettiler. Bu yüzden, İslam'ın, bu kavramlar çerçevesinde ele alınması
objektiflik olamaz. Özellikle de, söz konusu edilen Batılı incelemelerin çoğu,
bu kavramların, İslam'ı tanımlamada ve incelemede kullanıldığında doğruluğunu
kesinleştirecek, delaletini güçlendirecek açık ölçütler ve göstergeler
sunmamaktadır. Bu kavramların (devrimci, ilerici, radikal, gerici vs.), bizzat
kendileri tanıma ve tespite muhtaçtır. Bunun için, bu kavramlar, İslam için
kullanılacaksa, farklı ve zıt tecrübelerden ortaya çıkmış kavram ve ölçütlere
dayanarak dışardan değil de kendi kavramları, tecrübeleri ve ölçütlerinden
hareketle kendi içinden olması gerekir.
b- Bu kavramların İslam'ı tanımlamada kullanılmaları, gerçekte,
İslam'ın, Müslümanların, daha açık bir ifadeyle, İslam'la İslamî kökenli bazı
siyasî, sosyal ve fikrî güç ve akımların arasının olumlu ve olumsuz yönleri
itibariyle açıkça karıştırıldığını göstermektedir. Halbuki İslam dini tektir,
ilahî kaynaklıdır, temeli Kur'an ve Sünnettir, hayatın çeşitli yönlerini
düzenleyen bir grup prensipler, hükümler, kurallar, emirler ve yasakları
içerir. Bu yüzden, o, kültürün kaynağı ve kişiliğin esasıdır. Bununla birlikte,
o zaman ve mekanın değişmesiyle değişen olaylar ve meseleleri içeren muamelatla
ilgili konularda, bir takım ölçü ve kriterler çerçevesinde, beşerî aklın ve
içtihadın kullanılmasına geniş bir alan bırakmaktadır. Bu arada İslamî kaynaklı
siyasî ve sosyal güçlerin, fikrî akımların ve bunların İslam'la olan münasebetlerinin
değişmesiyle değişen, İslam'la ilgili bir grup görüş düşünce ve anlayış
şekilleri ortaya çıkmıştır.
Bu görüş ve anlayışların çoğu, İslam hakkında, daha önceden
sahip olunan tarafgir ve ideolojik hükümler ve anlamlarla yüklü fikrî
zeminlerden hareket etmektedirler. Aynı şekilde bunlar, İslam'ı kullanmak ve
belirli gayelerini gerçekleştirmek için İslam örtüsüne bürünmeyi hedefleyen
pragmatik ve fırsatçı eğilimlerle irtibatlıdır. Bu çerçevede, resmî görüşten
veya İslam'ın resmî olarak kullanımından bahsedilebilir. İslam ülkelerindeki
bazı siyasî yönetimler, İslam'ı,
yönetimlerinin meşruiyet kaynağı olarak kullanabilmek maksadıyla pek çok
yöntem ve vasıtalara başvurmaktadırlar. Diğer taraftan İslam'ı anlamak ve
çözmek için, tarihî materyalizm, diyalektik materyalizm, sınıf, sınıf çatışması,
sağ, sol gibi kavramların kullanıldığı, İslam'ın solcu ve Marksist yorumundan
bahsedilebilir. Bu akım "İslamî
sol" etrafında odaklanmaktadır. Bu, bazen, halkın ve sufilerin İslam dininin
özünden son derece uzak bulunan İslam'la ilgili bakış ve yorumlarını ihtiva
etmektedir. Nitekim bazı muhalif cemaat ve örgütler siyasî hedeflerini
gerçekleştirmek için İslam'ı kullanmışlardır. Daha önce zikredilen bu görüş ve
yaklaşımlar, ayet, hadis ve tarihî gerçekleri İslamî çerçevelerinde kapsamlı
olarak ele alma yerine belirli ayet ve hadislere, belirli tarihî uygulamalara
dayanmaları ve bunları belirli bir şekilde tevil etmeleri İslam'a seçmeci bir
bakışı yansıtmaktadır.
İslam ise bölünmeyen bir bütündür. Bu yüzden, İslamî siyaset
alanındaki tecrübe veya tecrübeleriyle alakalı uygulamaları, kendi şartları ve
tarihî ilişkileri çerçevesinde ele almak gerektiği gibi, parçaya da bütün
çerçevesinde bakmak gerekir. Günümüzü, mekanik bir şekilde bunlarla kıyaslamak
doğru olmaz. Buna göre bu tip düşünce, yaklaşım ve uygulamalardan her hangi
birini İslam aleyhinde bir hüccet kabul etmek imkansızdır.
3- İslamî diriliş olgusunu açıklamada ve bu olgunun,
etkin bünyesini teşkil eden güçleri tanımlamada kullanılan kavramlardan biri
olan İslamî Köktencilik (Islamic
Fundamentalism/الأصولية الإسلامية) kavramı üzerinde duracak olursak, bu
kavramla ne kastedilmektedir? Bu tarihî köktenciliğin mahiyeti ve kapsamı
nedir? Bu soruya aşağıdaki şekilde cevap vermek mümkündür.
1- Usûliyye[8]
(Köktencilik) olarak Arapça'ya çevrilen Fundamentalizm kelimesi, her ne kadar,
kökleri 19. asrın ilk yarısına götürülebilirse de, I. Dünya Savaşı sırasında
ABD'de faaliyet gösteren Protestan hareketi için kullanılan bir isimdir. Bu hareketin
fikir sistemi, ilk Hıristiyan dogmalarına dönmeye davet, Kitab-ı Mukaddes'te
mevcut her şeye harfiyen uyma, İsa'nın dönüşünü müjdeleme ve saire esaslar
üzerine kurulmuştur. Bu hareketin üyelerine, Fundamentalistler (Kökenciler)
ismi verilmiştir. II. Dünya Savaşı'ndan
sonra bunlar, kendilerine, İncilciler (Evangelicals/الإنجيليون), ismini taktılar. Şu anda onların, ABD'de cemiyet ve kiliseleri bulunmaktadır.
Bunların başında Amerikan Muhafazakar Vaftiz Cemiyeti (Conservative Baptists
Association of America) olarak bilinen cemiyet gelmektedir.
Bu bağlamda, İngilizce olan "Fundamentalizm"
kelimesi sözlük anlamıyla, şu şekilde kullanılmaktadır:[9]
"Bilimsel bilgiden etkilenmiş Modern Hıristiyan
düşüncesinin aksine, Hıristiyan kilisesinin bir dizi öğretilerine ve özellikle
de İncil ayetlerinin mutlak doğruluğuna inanmak ve onu desteklemek." (The
belief in and support of the order teaching of christian church esp.,
Concerning the exact Truth of the words of Bible, opposed of more modern
Christian thought which has been influnced by scientific knowledge).
Bu kelime, Batıdaki kullanımında geniş anlamıyla, Hıristiyan
kilisesinin prensip ve emirlerine yardım ve destekleme inancına, dar anlamıyla
da, İncil'in sözlerinin lügat anlamlarına önem vermeye işaret eder. Öyleyse
Köktencilik, yeni ve modern kiliseye ve onun bilimsel bilgiden etkilenen
fikirlerine zıt bir harekettir. 19. asırdan beri bu köktenci fikirlerde dikkate
değer bir değişiklik olmadı. Bunların fikirleri altı temel prensip etrafında
yoğunlaşmaktadır:[10]
1-
Hatadan masum İncil vahyine iman (immune
inspiration of Bible),
2-
İsa'nın bakire Meryem’den doğduğuna iman
(the Virgin Birth),
3-
Günahların affedilmesine iman
(Atonement),
4-
Yeniden dirilmeye ve Kıyamet Günü'ne
iman (Resurrection)
5-
Mesih'in mucizevî gücüne iman
(Miracle-working power of Chirist),
6-
İsa'nın dönüşüne iman.
Bu köktencilerin çoğu sigara ve içki içmez, dans etmez, tiyatro
ve sinemaya gitmez, kürtaja ve tekamül nazariyesine karşıdırlar. Bu
uygulamalar, genellikle köktenci Hıristiyan kurumlarında kesin olarak
yasaklanmıştır.
Bu kavramın, bilinen Amerikan tecrübesiyle alakalı olduğu
ve tarihin belirli bir devresinde ABD'de faaliyet gösteren sınırlı ve belirli
bir grubu tanımlamak için kullanıldığı açıktır. Bununla birlikte Batılı
kaynakların çoğu, kaynakları ve hareket noktaları farklı yönelişleri değişik
İslamî diriliş hareketlerini tanımlamada da, bu kavramları kullanmaktadırlar.
İslamî hareketlerin hususiyetleri ve kendine has özellikleriyle irtibatlı
olmayan bu tip kavramlar ideolojik ve tarafgir hükümlerle yüklü olarak
kullanılagelmiştir. Batılı araştırmalar çoğu kere, İslamcı köktenci
cemaatlerin, eskiye sıkı sıkıya bağlılığa davet ettiklerini, ilmi ve yeniliği
reddettiğini -hatta düşman kesildiğini- vurgulamaktadırlar. Bu kullanımın, İslamî
diriliş hareketini, genel olarak da İslam'ı karalayan bir görüşü içerdiği
şüphesizdir.
Batılı yazarlar, özellikle Amerikan basını, bu İslamî
olguya sadece, selefî, hurafeci, kapalı ve Protestan -Anglikan Cemaati
Hareketi'ne denk ortaya çıkmış bir olgu olarak görmektedirler.[11]
b- Usûliyye kelimesi, türevi itibariyle, Arapça bir
kelime olup, ASL kelimesinin çoğulu olan USÛL kelimesinin nisbetidir. Bir şeyin
aslı, onun esası demektir. Mesela; ağacın aslı kökleridir. Kur'an'ı Kerim'de
"Görmedin mi, Allah nasıl bir benzetme yaptı. Güzel söz, kökü (aslı)
sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir." (İbrahim 24) bu manada
kullanılmıştır. Buna göre, ASL bir şeyin kaynağı ve esasıdır. Mesela; Assale Fulan eş-Şey'e denildiğinde, bir
kimsenin bir şeyi, temel kılması veya bir şeyi üzerine bina edilecek sabit bir
esas kılması anlamı kastedilir.[12] Usul
ilminin iki dalı olan, Usûlu'd-Dîn ve Fıkıh Usûlü'nde kullanıldığı gibi Usûl,
Arapça bir lafız ve ilmî bir ıstılahtır. İslam düşüncesinde Usûliyyûn, Usûl
ilminde ihtisas sahibi olan, içtihat
tekniğini ve onun malzemesi olan şer'i delilleri bilen kimselerdir.[13]
Buna rağmen Batılı araştırmacılar Fundamentalizm kelimesini,
İslamî dirilişin güç ve akımları için kullandıklarında, bu kullanım, İran'da,
İslam devriminden sonra ortaya çıkan yeni bir olgu anlamını içermektedir. Bu
olgu, geri kalmışlık, gericilik, şekilcilik ve şiddet olarak bilinmektedir. Bu
yüzden, bu olgu, İslam Dünya'sında endişe kaynağıdır ve bundan kurtulmak ise,
İslam Dünyası'nda Liberalizm, modernleşme ve çağdaşlaşmanın gelişmesi demektir.[14]
Usûl kavramının Arap dilinde olumlu delaletleri olmasına
rağmen, Arapça'ya "Usûliyye" olarak tercümesi yaygın olan İngilizce
Fundamentalizm kelimesi; kelime ve terim anlamı itibariyle olumsuz anlamlar
taşımaktadır. İslamî diriliş hareketi için bu ismin kullanılmasındaki asıl
amaç, bu olumsuz anlamları yerleştirmektir. Bununla beraber, İslam
ülkelerindeki araştırmacılar, uzmanlar ve gazetecilerin çoğu, dildeki
anlamlarını, teorik ve felsefî kullanımlarını, onun taşıdığı ideolojik ve
tarafgir anlamlarını ve günümüz İslam gerçeğiyle ilgili olarak neyi
kastettiğini araştırıp incelemeksizin, bu kavramı hemen alıp,
"Usûliyye" (Köktencilik), olarak çevirdiler.
c- Bildiğimiz kadarıyla, "Usûliyye" kelimesinin
ne asırlar süren İslam tarihiyle ne de günümüz İslamî diriliş olgusu gerçeğiyle
ilgili hiç bir anlamı yoktur. Çünkü ne geçmişte ne de günümüzde bu isimle
isimlendirilen ne cemaat ne de hareket bulunmamaktadır. Bu yüzden
Fundamentalizm kelimesinin İslamî dirilişin kaynakları ve yansımaları için
kullanımı, gelişmekte olan İslamî dirilişin kaynaklarıyla ve akımlarıyla
karşılaştırıldığında, kendine özgü farklı itikadî ve kültürel sistemi olan ve
farklı iktisadî, sosyal siyasî şartlara sahip çevrelerde yaşayan belli cemaatlerin
isimlendirildiği Batı kökenli kavramların bir yansımasıdır.
d- Burada, bu İslamî köktencilik kavramına, Muhammed Abid
el-Cabirî'nin ileri sürdüğü diğer bir tenkit daha bulunmaktadır. O'na
göre,"Fundamentalizm" kelimesi, Selefî hareketine- Afganî ve Abduh-
selefciliğini ifade etmek için kullanılmıştır. Çünkü Avrupa dillerinde,
"selef" kelimesinin karşılığı, yani bu Arapça lafzı tam olarak
karşılayan kelime bulunmamaktadır. Bu yüzden Avrupalılar, Afganî ve Abduh
hareketinin muhtevasını, geleneğe yönelmesini ifade eden "Traditionalism" (Gelenekçilik) ve
tek bir İslam ümmetinin oluşturulması çağrısını ifade eden "Nationalisme Islamique (Ümmetçi İslam)”
gibi kelimelerle tercüme ettiler. Bu kavramlar, maksadı karşılamadığından, Enver
Abdülmelik, 1965 yılında yayınladığı "Muhtarat
mine'l-Edebi'l-Arabî'l-Muasır" kitabında, Afganî ve Abduh hareketinin muhtevasını
tercümesi olarak "Fundamentalizm" lafzını önerdi ve bu kelime Batıda
hemen kabul gördü, daha sonra Arap mütercimler -ki pek çoğunun hatalarının
düzeltilmesine ihtiyaç vardır- bu lafzı Usûliyye kelimesiyle tercüme ettiler.
Arapça aslına döndürerek "Selefiyye" demiş olsalardı, daha iyi
olurdu. O zaman kendi malımız, yabancı bir kelime olarak bize geri döndü.[15]
Cabirî'nin Fundamentalizm kelimesinin aslı ve medlûlü etrafında
ileri sürdüğü, bu kavram I. Dünya Savaşı sırasında ABD'de ortaya çıkan
Protestan cemaati için mi kullanıldı, yoksa Batılı yazarlar 1965 yılında Enver
Abdülmelik'ten mi aldılar, şeklindeki mülahazalarının sebep olabileceği
tartışmalara rağmen, bu kavramın köklerinin ortaya çıkışının ve gelişmesinin
aydınlatılması için daha fazla araştırma ve incelemeye ihtiyaç vardır. Nitekim
daha önce zikredilen iki mülahaza bu kavramın Arapça'ya tam tercümesinin veya
çeşitli İslamî tecrübelerle ilgili olarak belirli herhangi bir delaletinin
bulunmadığına işaret etmektedir. Bu durum, bu kavramın İslamî diriliş olgusunun
muhtevasını ifadeye uygun olup olmadığı konusunda zihinlerde pek çok soru
işareti bırakmaktadır.
4- Batılı çalışmaların çoğu, olumsuz anlamlara sahip bir
grup kavram ve tabirler üzerinde yoğunlaştı. Bunların en önemlileri arasında İslamî Şiddet, Dinî Aşırılık, İslamî
Kızgınlık, Savaşçı İslam, Aşırı İslamcılar, Direnişçi veya Mücahit İslamcılar vs. gelmektedir.
Bu kavramlar, İslamî cemaatlerle şiddet, akabinde de İslam'la
şiddet arasında ilişki kurma maksadı taşıyan temel bir anlayıştan
kaynaklanmaktadır. Bunu, bu çalışmaların çoğunda hakim olan Oryantalist anlayış
çerçevesinde anlamak mümkündür. Bu anlayış, genellikle, İslam'ın gerçek
çehresini karalamak ve İslamî harekette temel eğilimi ifade etmeyen ve bazı
durumlarda da İslam olarak kabul edilen, belirli bazı cemaat ve örgütlerin
uygulamalarına bakarak, İslam'ı sorgulamak için ileri sürülmüştür. Bu, Batıdaki
basın yayın kurumları ve siyasî birimlerce yürütülen, bazı İslamî cemaatlerin
yaptığı bir kısım faaliyetlerin ve tasarrufların abartılmasından ibaret planlı
bir saldırıyı da beslemektedir. Aynı
zamanda, bu kurumlar, aşırı İslamcıların, İslam ülkelerindeki istikrarsızlığın
ve endişenin kaynağı olarak kabul edilmesi türküsünü söylemektedirler. Burada,
fikir ve davranışta bir çeşit şiddet olarak tanınan ve mevcut nizamlara karşı
bir takım şiddet faaliyetlerine girişen bazı İslamî cemaat ve örgütlerin
varlığını kabul etmekle beraber, İslam'la şiddet arasında bağ olduğunu ileri
süren Batılı çalışmaların anlayışına aşağıdaki değerlendirmeler ışığı altında
bakmak gerekir:
a- Bu gibi cemaatler,
aşırı teşkilatçı olmalarına ve seslerini her yere duyurmalarına ve
mevcut yönetimlerin bazı sembollerine karşı sistemli ve komplocu şiddet
faaliyetlerinde oldukça güçlü olmalarına rağmen, daha önce de zikredildiği
gibi, bunlar İslamî hareketin ana akımı olarak kabul edilemezler. Yusuf
el-Kardavî, bu ana akım için, "İslamcı Mu’tedil Akım" ismini kullanmaktadır.
Bu akım, İslam'a; selefilikle modernizmi birleştirme, değişenlerle
değişmeyenler arasını dengeleme, donukluk, yozlaşma ve ondan işine geleni
almayı engelleme ve onu kapsamlı olarak anlamanın gereğini vurgulama açısından
bakmaktadırlar.[16] Bu cemaatler, ancak İslamî uyanışın
örgütlenmiş siyasî kesimi olarak görülebilirler. Fehmi Hüveydî'nin ortaya koyduğu
aşağıda zikredilecek olan diğer üç kesim daha vardır.[17] Sufî tarikatlar ve Selefîler, Hindistan'da
Tebliğ Cemaati, Mısır’da Ensaru's-Sünneti'l-Muhammediye Cemati vs.'yi içine
alan siyasî olmayan örgütlenmiş kesim, uyanışın îtikadî ve ahlakî yansımalarını
ve manalarını şekillendiren dindarlar grubunu içeren ve siyasî olmayan
örgütlenmemiş kesim. Bu kesim kendiliğinden gelişmekte ve kendi kendini
yönetmektedir ve onların, ne dini anlamda,
ne de dindarlığı ifade konusunda ortak görüşleri yoktur. Yalnız çeşitli
üsluplarla Allah'a giden yolu arayan, İslamî sahada hakim bir gruptur. Bu hakim,
fakat dağınık kesim, İslamî olgunun temel esasıdır. Bunun da ötesinde, bu
kesimin yapısı, ister siyasî mutedil, isterse şiddet yanlısı gruplardan oluşsun
diğer bütün grupların kaynağını teşkil etmektedir. Burada herhangi bir örgüte
mensup olmayan yalnız günümüz İslam düşüncesinin oluşturulmasında önemli rol
üstlenen İslamcı düşünürler kesimi de bulunmaktadır. Örneğin; bunlar arasında
Mısır'da Şeyh Şa'ravî, Şeyh Abdülhamit Keşk, Şeyh Mahallevî vs. bulunmaktadır.
Bu görüşü, Dr. Muhammed Amare şu şekilde teyid etmektedir: "İslamî uyanış
akımındaki inkılapçı, protestocu grubun oranı sınırlıdır. Fakat bu kızgınlık ve
protesto, geldikleri kaynağın hacminden
daha büyük gürültü ve toz koparmaktadır. Nitekim -tabiatının ötesinde- bu
grubun varlığı ve bu varlığın bazı sebeplere bağlı olması bu İslamî uyanış
akımının hacmini bilenlere göre herhangi bir endişeye sebebiyet vermez.”[18]
Kısacası, günümüz İslamî harekette en büyük kesim, sözde
ve fiilde ılımlılığı (i'tidali) temsil etmektedir. Birinci derecede İslamî
değerlere ve prensiplere bağlılığa davet konusuna önem vererek barışçı baskı
yollarıyla hükümetlerden şeriatın tatbikini ve dinî şuurun yayılması için
çalışılmasını istediler.[19]
Günümüz İslamî hareketlerinde en büyük kesimi bunlar oluşturduğuna göre, o
zaman burada siyasî olarak mücadele veren, mevcut nizamları devirmek ve Kur'an
ve Sünnet'ten hareketle İslamî bir toplum oluşturmak için şiddete başvuran
sınırlı bir kesim vardır. Bu yüzden Batılı araştırmacıların genelinin, bir taraftan
İslam'la diriliş güçleri, diğer taraftan da İslam'la şiddet arasında bağ
kurmaları, konularının dışına çıkmaları demektir ve bunlar tarafsız ve objektif
olmaktan uzak, tamamen İslam'ı karalamak ve kötü göstermek amacıyla yapılmış
çalışmalardır.
Bu tür bazı cemaat ve örgütlerin uygulamaları hiç bir
şekilde İslam'ın göstergesi olamaz.
b- Bazı İslamî cemaatler, mevcut nizama karşı şiddet uygulamalarını
haklı göstermek için Kur’an ve Sünnet'ten bir kısım dinî dayanaklar ileri
sürmektedirler. Kur'an ve Sünnet, şiddet ve güç kullanmayı yasak kılmadı.[20] Fakat Kur'an ve Sünnet, güç ve şiddetin
kullanılmasını, zulüm ve haksızlığa direnme, kafirlerle ve düşmanlarla savaş,
Darü'l-İslam'ı koruma ve hadleri uygulama gibi yüce hedef ve amaçları
gerçekleştirmeye yönelik bir takım şarta bağlayarak, onun kullanımını
sınırlandırmıştır. Nitekim İslamî verilerde, İslamî düşünce ve siyasî
uygulamalar seviyesinde, zalim yöneticiye direnmeyi, ona karşı çıkmayı ve kötülüğü
kuvvet ile değiştirmeyi esas alan "Devrim veya İsyan Ekolü" olarak
bilinen bir ekol ortaya çıktı. Hariciler ve bazı aşırı Şiî gruplar, İslam
tarihinde bu ekolün önde gelen temsilcilerinden sayılır.[21]
Günümüzdeki bazı İslamî cemaat ve örgütlerin karşı karşıya bulundukları
problemler, güç kullanma ve özellikle güç kullanmakla ulaşılacak hedef ve
amaçlarla ilgili konulardan oluşmaktadır. Bu cemaatler, mevcut nizamlarla olan
ilişkilerinde, bir metot olarak şiddete sadece, güç kullanmakla ulaşılacak hedef
ve amaçlar konusunda Kur'an ve Sünnet'in belirlediği esas ve kaidelerin bulunmadığı
anda, başvurmaktadırlar. Mevcut nizamları güç kullanarak yıktıktan sonra ne
olacak? Şiddete başvuran İslamî cemaat ve örgütler, önerdikleri bazı genel İslamî
prensipleri bir kenara bırakacak olursak,
bu soruya cevap teşkil edecek açık ve net düşüncelere sahip değildirler.
c- Temel bir ilke ve genel anlayıştan dolayı, bu araştırmalar, ister İslamî olsun veya
olmasın, mevcut nizamlarla, muarız güçler arasındaki ilişkilerde bir metot
olarak şiddete başvurulmasını hoş karşılamazlar ve bu yüzden, bazı İslamî örgüt
ve cemaatlerce gerçekleştirilen bir çok masum vatandaşın kurban gittiği bu
şiddet faaliyetlerini doğru bulmazlar. Bu araştırmalar, ister İslamcı olsun,
isterse olmasın bazı cemaat ve örgütlerin şiddet faaliyetlerine başvurmasını,
günümüz İslam devletlerinin yaşadığı, yaşamakta olduğu ve bazısının da
gelecekte yaşayacağı muhtemel olan bir grup iktisadî, sosyal, siyasî ve
kültürel şartlar ve zorunlu durumlar ışığında anlaşılmasını önermektedirler.
Aynı şekilde bu konuyu, bazı İslamî cemaat ve örgütlerin kendine has sosyal
oluşumları, fikrî ve îtikadî sistemleri doğrultusunda anlamak gerekir. Çünkü
üyeleri arasında gençlik unsuru ağır basmaktadır. Bu gençlerin bir kısmı,
Kur'an ayetlerinin ve bazı Hadisi Şeriflerin harfiyen katı tefsir ve
tevillerine dayanan inkılapçı bir görüşü benimsemektedir. Aynı şekilde onlar,
cemaatlerin esas yapısını oluşturan Mevdudî, Seyid Kutub ve Hasan el-Benna gibi
bazı İslamcı mütefekkirlerin fikir ve içtihatlarından oluşan geniş etütlere de
başvurmaktadırlar.
İslam toplumlarının çeşitli derecelerde ve farklı
şekillerde şikayetçi olduğu ekonomik ve sosyal değişikliklere ve kimlik krizine; kültür savaşı, fikrî ve siyasî Batılılaşma,
yönetimde tek kişi hakimiyeti ve istibdat, yönetici ile yönetilen arasındaki
ilişkiyi düzenleyecek ve sağlamlaştıracak partiler, baskı gurupları, faydalı
örgütler gibi aracı siyasî kanalların yokluğu veya zayıflığı da eklenmelidir.
Resmî ve kanunî kanalların kapatılması neticesinde, İslamcı ve İslamcı olmayan
güçlerin, isteklerine ulaşabilmek için şiddete başvurmaktan başka çareleri
yoktur. Bunun diğer bir sebebi de, muhtelif sosyal gruplara, isteklerini
barışçı yollarla temin edecek resmî örgüt kurmalarına müsaade edilmemesidir. Bu
zikrettiklerimize, İslam devletlerinin pek çoğundaki siyasî yönetimlerin, aktif
İslamî hareketlere nasıl baktıklarını da ilave edebiliriz. Çünkü onlar, bu
akımları, emniyet -soruşturma- meselesi, ülkenin emniyet ve istikrarını tehdit
eden ve yabancı makamlar adına çalışan, doğruluktan ayrılarak suç işleyen unsurlar
olarak görmektedirler. Bu yüzden onların üstesinden gelme görevi, silahlı ve
örgütlü emniyet ve istihbarat birimlerine bırakılmaktadır.
Neticede bu yönetimler ister İslamcı olsun ister olmasın,
bu muhalif güçlere karşı düzenli olarak ve çeşitli şekillerde (tutuklama
operasyonları, işkence uygulamaları, hapis ve idam cezaları vs.) şiddet kullanmada tereddüt etmediler. Bu
yüzden bazı İslamî cemaat ve örgütlerin karşıt şiddet eylemlerinden, belli ölçüde, bu yönetimler sorumludur. Bu hüküm, gerek
ekonomik ve sosyal problemlerle ilgili yoğun şiddeti, insan haklarının ihlalini,
İslam medeniyetini karalama faaliyetlerini, kültürel yozlaşmayı, İslam
şeriatının hükümlerinin tatbik edilmemesini, mevcut nizamlarca İslam dininin
gülünç ve karikatürize bir şekilde gösterilmesini reddetmek için, gerekse bazı
yönetimlerin bu cemaatlerin bazılarına karşı uyguladıkları maddî şiddet
faaliyetlerini reddetmek için yapılmış olsun, bütün şiddet eylemleri için geçerlidir.
Yani bütün bunlarda, mevcut yönetimlerin bir sorumluluğu söz konusudur. Dr.
Muhammed Amare, bu konuda şunları söylemektedir: "İslamî gerçeğin İslamî
metottan uzaklaşacak kadar şiddet ve hiddete varması, protestoyu -İslamî
metottan uzaklaşılmasına başkaldırı- esas alan inkılapçı asî kesimin ortaya çıkmasının
esas amilidir ki bu tefritin doğurduğu bir ifrattır."[22] Fehmi
Hüveydî de bir makalesinde, şu soruyu sormaktadır: Niçin, bunun gerçek
sebeplerinden birisi olan dünyevî aşırılık üzerinde durulmuyor da, sürekli
bütün ilgi dinî aşırılık üzerinde yoğunlaşıyor? Bu zikrettiklerimize, şiddet
eylemlerine giren İslamî cemaatlerin çoğunun sosyal yapısındaki gençlik unsuru
gerçeğini ve onlardaki isyancı ruh etkenini de ilave edersek, bu problemi daha
iyi anlayabiliriz. Şöyle ki, gençlik devrim ve güç demektir. O idealist ve
hayalci olmakla tanınır, vakıayı reddederek değişim için uğraşır. Bu sebeple
bunların şiddete başvurma ihtimalleri artmaktadır.[23]
d- Şiddet, sadece bir toplumun özelliği olmayıp insan
tabiatına bağlı evrensel ve insanî bir olgudur.
Bütün toplumlar, değişik şekillerde ve derecelerde bu olguyu
yaşamaktadır. Şiddetin sebepleri ve toplumda şiddet ve çatışmayı kontrol ve
idare eden araç ve kurumların oranı, toplumdan topluma farklılık gösterebilir.
Burada, gelişmiş demokratik Batı devletleriyle, üçüncü dünya ülkeleri arasında
fark vardır. Birinci grup; sosyal çatışmayı kontrol altına almak ve ona
hükmetmek için faaliyet gösteren kanallar ve kurumlar geliştirdi. Fakat ikinci
grup; henüz geçiş döneminde olduğundan, bu dönemde istenen siyasî, ekonomik, sosyal
örgütlenmenin şekli etrafında, diğer ülkelerde mevcut olan genel uzlaşmanın
yokluğundan şikayetçidirler. Bu sebeple bazı siyasî şiddet eylemlerinin
yaygınlaşmasını bu geçiş döneminin özelliklerini göz önüne alarak anlamak
gerekir.
e- İslam devletlerindeki siyasî terör, sadece herhangi
bir fikrî ve siyasî bir akıma ve sosyal bir gruba has özellik değildir. Bilakis
o, çeşitli güç ve akımların, değişik zamanlarda, farklı şekillerde ve çeşitli
yollarla uyguladıkları genel bir olgudur. Bazı İslamî cemaat ve akımların
kullandıkları şiddetin tehlikesi, birçok sebepten dolayı, gün geçtikçe
artmaktadır. Bu cemaatler, dinî akîde veya bir bölümü ile ilgili anlayış ve
yorumlarını görmezlikten gelirsek, onun kapsamlı dinî bir akîde esasına dayanmaktadırlar.
Aynı şekilde dinî hitabetin sadeliği ve onun bir Müslüman nazarındaki yüce ve
duygusal yönlerine bakarak, bu cemaatler, mevcut nizamlara karşı Müslümanları
tahrik ve birleştirmede en büyük güce sahiptirler. Buna ilaveten Marksizm,
Milliyetçilik ve Liberalizm gibi diğer güç ve akımlar, fikrî dayanakları
itibariyle zayıf, sosyal ve toplumsal prensipleri itibariyle de sınırlıdır. Bunlar,
sınırlı sayıdaki seçkinlerin bulunduğu cemaat ve akımlardır. Bu yüzden de
mevcut nizamlara karşı gerçek bir tehlike teşkil etmezler. Bu durum, büyük bir
tehlike teşkil eden siyasî İslamî örgütlerde tam tersinedir.
Son olarak,
şiddet, devamı istenen bir olgu değildir. Sadece bazı durumlarda, tarihî
bir zorunluluk, bazı haksız ve sıkıntı veren çeşitli problemlerden kurtulmak
için başvurulacak en son ve en etkin bir yoldur.
İnsanlık tarihindeki, şiddete başvurarak ortaya çıkan
büyük devrimci değişiklikleri, anlamak ancak bu çerçevede, mümkündür. Çünkü eğer bunlar belli ölçüde
şiddete başvurmasalardı, var olamayacaklardı. Batıda ve aynı zamanda İslam ülkelerinde
pek çok yazar ve gazeteci, şiddete başvuran bazı İslamî cemaatlere mensup
gençleri, aşırılık, şiddet yanlısı ve kanunları çiğnemekle vasıflandırırlar. Bu
tip bir tanımlamaya, bu cemaatlerin
bazısını inceleme ve araştırma konusu edinen pek çok araştırmada (Arapça ve
İngilizce) ulaşılan neticeler ışığında bakmak gerekir. Çünkü bu araştırmalar,
"aşırılar" ismi verilen kimselerin, genelde, orta tabakanın eğitim
görmüş çocuklarından ve yüksek öğrenim görmüşlerden oluştuğunu
vurgulamaktadırlar. Bu yüzden, onlar eğitim görmemiş kesim değildirler. Bilakis
onlar, bu toplumların en seçkin kimseleridir. Onların fikirlerini ve faaliyetlerini,
daha önce işaret ettiğimiz bir grup objektif değerlendirmeler ve şartlar
ışığında değerlendirmek gerekir. Dr. Rıdvan Seyyid, bu konu da şöyle
demektedir: "Bu gençlerin maharetinde ve topluma karşı davranışlarındaki
beceriklilikleri konusunda şüphe edilebilir, ama diğerleriyle beraber İslamcıların
da yaptığı gibi, onların dinî ve sosyal bakımdan İslam'a mensup olduklarından
şüphe edilemez.”[24]
Fakat cevaplanması gereken soru şudur: Bu şiddetin arzulanan
bir diriliş olgusuna dönüşmesine engel olan şartlar, prensipler ve hükümler
nelerdir?
Değişim ve ıslaha çağıran bazı güçlerin şiddet
faaliyetlerine başvurma olgusunu, İslam devletlerindeki siyasî, ekonomik,
sosyal ve kültürel sıkıntıların artması ve mevcut siyasî yönetimlerin bu
problemlerin üstesinden gelmede etkisiz kalması ışığında anlamak mümkündür.
Bazı güç ve cemaatler, İslam aleminin içte ve dışta karşı karşıya bulunduğu
saldırılara ve karalamalara karşı koymak ve mevcut problemleri çözmek için şiddete
başvurmaktadırlar. Ancak onların sunduğu plan ve projelerin aslı ve etkinliği
konusundaki gerçek problem davam etmektedir. Bu güçler belirli ölçüde mevcut
yönetimlerin sunduğu sistem ve politikalara canlı bir alternatif olacak
düşünceler ve projeler geliştirme gücüne sahip bulunmaktadırlar. Bu yüzden, bu
gibi düşünce ve projelerin İslamî nasları anlamada ve onlarla vakıa arasında
bağ kurmada yaratıcı aklı ve içtihadı kullanmayı hareket noktası almaları ve
İslam kültürünü fikir, sistem ve uygulama bakımından tahlil etmede tenkitçi
metodu kullanmaya önem vermeleri gerekmektedir. Aynı şekilde onların, İslam devletlerinin
önünde bulunan mevcut problemleri çözmede, ciddî, objektif gözlem ve dikey
tahlil metodunu hareket noktası almaları gerekmektedir. Günümüz İslam cemaatlerinin önündeki gerçek
engelin, bu olduğuna inanıyoruz. Önemli olmasına rağmen, sadece genel İslamî
prensipler üzerinde yoğunlaşmak yetmez. Mevcut sorun ve meselelerin geniş
ayrıntılarına ve tartışmasına da girmek gerekir.
Kısacası, Batılı çalışmaların çoğu, şiddete başvuran İslamî güçlerin tabiatını,
genel İslamî hareketler içerisindeki konumunu ve İslam ülkelerinde şiddetin
gelişmesine uygun bir ortam oluşturan şartları ve durumları tahlil
ederken, İslam'la şiddet veya bu İslamî
cemaatlerle şiddet arasında kurdukları bağa, genelde itibar etmemektedirler.
Buna, bütün toplumların yaşadığı ve çeşitli güçlerin farklı şekillerde, değişik
metotları uyguladıkları evrensel, insanî bir olgu şeklinde var olan şiddetin
kendisi de eklenebilir. Yani onlar bu ilkeyi de görmezlikten gelmektedirler. Bu
bağlamda, İslam'la şiddet arasında kurulan mekanik bağ, İslam'a ve İslamî
diriliş güçlerine tarafsız, objektif bir yaklaşımdan ziyade, İslam'a
Oryantalist bir bakışı ve karalamacı bir eğilimi içermektedir. İkinci olarak; Batılı
çalışmaların, İslamî Şiddet, Dinî Aşırılık, Savaşçı İslam vs. gibi belirli
kavramlar üzerinde yoğunlaşması, onlar için, önyargılı, ideolojik ve politik
sembol ve işaretlerle yüklü bir çıkmaz olarak kabul edilebilir. Çünkü günümüz
İslamî diriliş hareketleri zemininde bu görüşleri tam olarak destekleyen hiç
bir şey yoktur.
İslamî diriliş olgusuyla ilgili Batılı araştırmaların
incelenmesi ve tahlili neticesinde, bunların çoğunun, bu vakıayı tahlil inceleme
ve değerlendirme üsluplarında ve şekillerinde ağır basan fikrî ve felsefî
prensipler çerçevesi anlamında birçok metodik nokta üzerinde yoğunlaştığını
söylemek mümkündür. Bunların en önemlileri arasında, olguya Oryantalist bakış
ve parçacı veya bütüncü olmayan bakış gelmektedir. Oryantalist bakış; bu vakıayı
tanımlamada kullanılan pek çok kavramda ve ileri sürülen yorum ve
değerlendirmelerde kendini göstermektedir. Bu olguyu ele almada Oryantalist
yaklaşımın en önemli özelliklerine ve gerekçelerine daha önce işaret etmiştik.
Oryantalist bakış, Batılı araştırmacılar tarafından ileri sürülen olguya tek boyutlu
parçacı bakışla tamamlanmaktadır. Bu da iki aşamada gerçekleşmektedir. Birincisi;
İslam dininin bir bölümünü ele alarak değerlendirme ve daha önce izah edildiği
gibi, onun farklı sûret ve şekilleri olduğunu çağrıştıran kavramlar kullanma.
İkincisi; bu olgunun boyutlarından biri üzerinde yoğunlaşma. Onlar, pek çok İslam devletinde mevcut yönetimlerle
mücadele eden ve bazı şiddet eylemlerine başvuran siyasî İslamî cemaatleri ele
almaktalar, ancak önemli olmasına rağmen, vakıanın diğer boyutları üzerinde
durmamakta veya onlara çok az önem vermektedirler.
Bu eserler, Siyasî
İslamî cemaat ve hareketleri inceleme çerçevesinde, İslamî faaliyette bulunan
bütün güç ve cemaatleri incelemeksizin, çoğu kere, mevcut nizamlarla çatışmalara
giren sınırlı sayıdaki aktivist cemaat ve hareketler üzerinde yoğunlaşmıştır.
Vakıanın tek bir boyutunu ve değişkenlerini ele almada veya incelemede tek bir
devletle yetinmek, anlama ve tahlilde derinleşme yönünden faydalı olmuştur.
Ancak parçayı anlamada derinleşme, bütün çerçevesinde, ona bakmayı gerektirir.
Özellikle burada, İslamî diriliş olgusunun çeşitli yansımaları ve değişkenleri
arasında birbirinden etkilenmiş ve girift alakalar olunca, bunun önemi daha da
artmaktadır. Nitekim parça seviyesinde tahlil, vakıanın bütün içerisinde daha
iyi anlaşılmasına yardım edecektir. Bu yüzden, İslamî diriliş olgusunun, sadece
tek bir boyutunu veya değişkenini ele almakla, ona bir bütün olarak bakmak
arasındaki alakanın tartışılır olmasını vurgulamak gerekir. Bu konuya karşı
çıkan Batılı araştırmaların çoğu, bu bakımdan eksiktir.
Bu olguyu Oryantalist ve parçacı bakış çerçevesinde ele
alan Batılı çalışmaların çoğu, İslamî diriliş açısından önemli anlamlara sahip
pek çok metodik noktaları görmezlikten gelmektedirler. Mesela, bu olgunun
tarihî boyutunu ihmal ettiler. Burada bazı araştırmalar, olgunun tarihî boyutu
olarak, 1928'den beri Mısır'da var olan İhvan-ı Müslimîn Cemaati'ni ele alsalar
da, bunların çoğu, olgunun çağdaşlığı ve İran'da İslam Devrimi'nin başlamasından
sonra ortaya çıktığına bakarak, bu asrın yetmişli ve seksenli yılların ürünü
olduğu intibaını vermektedirler. Tarihî boyutun gerçekliği ve özellikle de İslamî
diriliş vakıasının büyüklüğünün ve öneminin gerçekliği, bu tarihî boyutun
önemini bir kaç noktada ortaya çıkarmaktadır. Bu, vakıanın ilk köklerini ve başlangıcını
anlama ve tespitte veya değişik tarihî dönemlerde ortaya çıkan değişme ve
gelişmeleri tanımada yardımcı olmaktadır. Aynı şekilde, günümüzdeki bu vakıanın
yorumuna yardımcı olacak genel faraziyeler ve kanunlar, herhangi bir vakıanın tarihî olarak
araştırılması ve değişik tarihî dönemlerde benzerliklerinin ve kendini
oluşturan unsurlardaki farklı ve benzer yönlerinin tespiti yoluyla, ancak, ortaya konabilir. Bu zikredilenlere ilaveten, her hangi bir
olgunun tarihî arka planının araştırılması, tahlil edilmesi ve günümüzdeki
çeşitli yönlerinin incelenmesi, bu vakıanın geleceği ile ilgili tutarlı ve net
tahminlerde bulunmada ve bu vakıanın değişim ve devamlılığının sınır ve imkanlarını
tespitte katkısı olabilir.
İslamî diriliş veya İslamî uyanışı, saf İslamî ilke ve
prensiplere dönüş veya İslam toplumunun karşılaştığı çeşitli sorunların
çözümlerini içermesi bakımından, İslam'ın hayatın kapsamlı bir nizamı olarak
benimsenmesi için çalışmaya davet olarak alırsak, bu anlamda İslamî uyanış,
"İslam'a karşı samimi duyguların oldukça güçlenmesi, İslam’ın, akîde,
ibadet, ahlak, davranış, muamelat ve yasama mercii olarak görülmesi, asıl şekliyle, ebedî ilkeleriyle, yüce
prensipleriyle günümüz Müslümanlarının İslam'ı yaşamasına ve çeşitli çağdaş
problemlerin çözümünde onun hareket noktası alınmasına çağrı"[25] olarak
şekillenmektedir. İslamî uyanışı veya İslamî dirilişi, bir kısım Batılı
yazarların anlayışında da, doğrudan veya dolaylı olarak işaret edildiği gibi,
daha önce zikrettiğimiz manada anlarsak; Batılı araştırmaların, bu olgunun
yeniliği ve çağdaşlığı konusundaki fikrini kabul etmek ve benimsemek imkansızdır.
Bu yüzden, Hulefa-i Raşidîn çağının sonundan itibaren bu olgunun tarihî
köklerini araştırmak mümkündür. Çünkü İslam Tarihi ve çeşitli İslamî
tecrübeler, ister Emevî ve Abbasî döneminde, ister Osmanlı dönemi vs. hakim
yönetimlerde var olandan farklı İslamî idealizm düşüncelerini ileri süren İslamî
güç ve akımların varlığını doğrulamaktadırlar. Nitekim diriliş hareketinin
devamlılığını koruma yönünde, çok farklı şekillerde, fikrî faaliyetler ortaya çıkmıştır.
Mesela; Ahmed b. Hanbel ve onun Abbasî halifelerine yaptığı eleştirilerden,
İbn-i Teymiye ve Moğollarla ilgili fetvalarından ve aynı şekilde, yenilikçiler
silsilesi içerisinde, Cemalettin Afganî, Muhammed Abduh, Reşit Rıza ve Hasan
el-Benna gibi isimlerin ortaya çıkışını bu türden hareketler olarak saymak
mümkündür. Bu vakıanın tarihî geçmişinin tespiti çerçevesinde şunu ileri sürebiliriz;
yabancı Batı egemenliğine direnme veya ona ret şeklinde de ortaya çıkan,
Libya'da Senûsiye, Sudan'da Mehdîlik, Arap Yarımadası'nda Vehhabiye, Mısır'da İhvan-ı
Müslimîn Hareketi, bu diriliş olgusunun bir devamıdır. Aynı şekilde, İslam
devletlerinde yabancı sömürgeciliğe karşı başlatılan millî bağımsızlık hareketlerinde
de, İslam'ın rolü esas unsurlardan biri olarak araştırılabilir.
Kısacası; İslamî diriliş olgusunun köklerini, gerek
mevcut durumu reddederek İslamî idealizm konusunda düşünceler ileri süren İslamî
güç ve hareketler şeklinde olsun, gerekse, İslam devletlerinde veya bu
devletlerin başkalarıyla, özellikle de Batıyla olan ilişkilerinde İslam'ın
nasıl anlaşılacağı ve tatbik edileceği hususunda pek çok yaratıcı görüş ve
fikirler ileri süren İslamî faaliyetler şeklinde olsun, Hulefa-i Raşidîn
döneminin sonlarına kadar götürmek mümkündür. Bu diriliş çizgisi; İslam
devletleri içerisindeki etkileşimler, münasebetler ve çekişmelerde hakim, pek
çok zorunlu şartlar ve durumlar itibariyle- ki bunlar dış güçlerle olan
münasebetlerin özünü de belirlerler- inişle çıkış arasında seyreden bir çeşit
tarihî sürekliliği temsil etmektedir.
Fakat Batılı çalışmalar İslamî diriliş olgusunun tarihî
boyutunu niçin görmezlikten gelmektedirler? Bu soruya bir kaç şekilde cevap
vermek mümkündür.
Birincisi; tarihî
araştırma geleneklerinin zayıflığı. Özellikle bu Amerikalı araştırmacılar için
geçerlidir. Çünkü ABD tarihi olmayan bir devlettir. O, tarihte yeni bir
dönemdir. Burada pek çok araştırma faaliyetleri, Sulukiye (davranışçılık)
ekolünün ve daha sonrakilerin geleneklerini hareket noktası aldılar ve bu olguların
tarihî yönlerine ve tarihî geçmişlerine yeterince önem vermediler. Bu, İslamî
diriliş olgusunun ele alınışında ve tahlilinde de kendisini göstermiştir. Çünkü
Batılı araştırmacılar, bazı sosyolojik ve psikolojik araştırma teknik ve
metotlarını kullandılar ve olgunun bazı niceliksel gösterge ve yansımaları
üzerinde yoğunlaştılar. Olgunun bazı yönlerini anlamada bu araştırma metotlarının
ve tekniklerinin önemine rağmen, bunlar olguya, parçacı bakış doğrultusunda
sınırlı düzeyde önem vererek, onun tarihî uzantısını görmezlikten gelmektedirler.
İkincisi; İslamî
diriliş olgusunun tarihî tecrübesi, Batı açısından belirli anlamları
yansıtmaktadır. İslamî diriliş, önemli bir yönüyle, İslam alemi üzerindeki
yabancı egemenliğinin plan ve girişimlerine bir reaksiyon olarak ortaya çıktı.
Haçlı seferlerinde, geleneksel sömürge
döneminde ve İslam aleminin kalbinde Siyonist varlığını, yeni sömürge olgularını ve şekillerini reddetmede
görüldüğü gibi, İslam, Batıya karşı direniş hareketlerinde asıl unsuru
oluşturmaktadır.[26] Bu bağlamda, İslamî dirilişin tarihini
incelemek, onun önemli bir yanı olan, İslam alemi üzerindeki Batı egemenliği ve
hakimiyeti girişimlerini incelemek demektir.
Nitekim İslam'ın rolü, günümüz İslam devletlerindeki
millî bağımsızlık hareketlerinde ve aynı şekilde daha önceki tarihî dönemlerde,
barbar Batıya karşı direniş ve ret hareketlerinde açıkça görülmüştü. Bu rol,
bir kaç boyutta ortaya çıkmaktadır: İslam ister bir devlet, isterse bütün İslam
devletleri düzeyinde olsun, birlik ve kaynaşma unsurudur. Nitekim o, bu devletlerde
kimliğin esas kaynağı olup, teknolojik başarı ve askerî güce dayalı barbar Batı
medeniyeti örneğine tam bir alternatif örneği sunmaktadır. Son olarak, İslam,
önemli birleştirici güç ve imkanlara sahiptir. Çünkü Müslümanları, başta İslam diyarını korumak için Cihad olmak
üzere, pek çok genel İslamî prensip ve ilkeler etrafında birleştirmektedir. Bu
cihad, geçmişte ve günümüzde İslam alemini hedef alan dış saldırılara karşı
direnme hareketlerinde, odak kavram ve temel unsur olmuştur.
Üçüncüsü;
dil problemi, Batılı
araştırmacıların bu olgunun tarihî köklerini araştırmasını engellemektedir. Bu
konuda, Müslüman araştırmacıların çalışmalarının olmaması veya az olması, İslamî
diriliş olgusunun tarihî köklerini ihmalde önemli bir sebep teşkil etmektedir.
İslamî diriliş olgusunun tarihî boyutunu görmezlikten gelmeye
ilaveten, Batılı çalışmaların çoğu bu olgunun evrensel boyutunu da ihmal
etmektedirler. Araştırmalarda asıl yoğunluk, esasen, Ortadoğu'daki İslamî
diriliş olgusu ve sık sık tekrarlanan Ortadoğu
İslam'ı (Middle Eastern Islam) üzerindedir. Bu araştırmalar, dinî uyanışın
ve dine dönüşün, günümüz toplumlarının çoğunun yaşadığı genel bir olgu olduğunu
görmezlikten gelmektedirler. Nitekim Dr. Ahmed Sıdkî ed-Ducanî bu konuda şunu
ileri sürmektedir: "Çağdaş dünyamız, bugün çeşitli toplumlarda gördüğümüz "Manevî (Ruhî) uyanış"
olgusunu yaşamaktadır. Bu olgu, ruhî uyanış hareketlerinde, şekil itibariyle
farklı olsa da insanın arzularına cevap verme ve insanın ruhî boyutuna hitap
etmede birleşmektedir. Bu olguyla, çağdaş dünyamızda ve özellikle Batıdaki
insanın şikayetçi olduğu ruhî krizler arasında sıkı ilişki vardır.”[27]
Dinî uyanış olgusunun evrenselliğini destekleyen onlarca
misal getirilebilir. Mesela; Amerika eski başkanı Reagan, başkanlık seçimi
kampanyalarında temel unsurlardan biri olarak dine dayanmıştır, dinî
makamlardan biri olan Vatikan’daki Papa, dünya siyaset meydanında önemli bir
rol icra etmektedir. Hiç kimse Avrupa
devletlerindeki Demokratik ve Sosyalist Hıristiyan Partilerinin rolünü ve faaliyetlerini
görmezlikten gelemez. Aynı şekilde, kilise Doğu Avrupa ülkelerinde ve Latin
Amerika'da sosyal ve siyasal anlaşmazlıklarda önemli bir rol oynamaktadır.
Sonuncu olmayan bir diğeri ise; İsrail'deki dinî parti ve hareketlerin -Şas
(Tevrat'ın Doğulu Muhafızları), Ağudat Yısrael (İsrail Birliği), Mızrahi
(Milliyetçi Dinci Cephe), Degel Ha Tora (Tevrat’ın Bayrağı)- rollerinin ortaya
çıkmasını zikredebiliriz. Çünkü bunlar, 1988 Kasım'ında yapılan 12. Kilise
seçimlerinde 18 sandalye kazandılar.[28]
İslam, dine dönüşle ilgili bu evrensel yöneliş çerçevesinde,
yansımaları yaklaşık bütün İslam ülkelerini kapsayan diriliş olgusunun, coğrafî
ve sosyal çerçevesinin genişliğiyle, belirgin bir ayrıcalık kazanmaktadır. Bu
sosyal çerçevede, çeşitli şekillerde ve farklı görünümlerde faaliyet gösteren
geniş sosyal kesimler ve gruplar bulunmaktadır. Bütün bunlardan daha önemlisi
İslamî güç ve akımların İslam'ı, Batı medeniyeti örneğine karşı tam bir
alternatif olarak sunmalarıdır. Çünkü İslam, günümüzde insanlığın şikayetçi
olduğu çeşitli problemlere çözümler sunmaktadır. Aynı şekilde İslamî diriliş
olgusunun ayrıcalığı, siyasî İslamî güç, cemaat ve örgütlerin ortaya
çıkmasından ve onların artmasından kaynaklanır. Çünkü bu cemaatler mevcut
nizamları yıkmak ve yerine Kur’an ve Sünnet'teki İslamî esaslardan hareketle
gerçek İslam toplumunu kurmak için şiddet ve inkılabı bir metot olarak
benimsediler.
Batılı araştırmacılar, İslamî uyanış olgusunun evrensel boyutunu
niçin görmezlikten gelmektedirler?
Gerçekte bu, ancak olguyla ilgili Batılı siyasî ve akademik ihtimamın
artmasının sebeplerini yorumlarken kendisinden daha önce bahsettiğimiz Oryantalist
gerekçe ve Siyasî-Stratejik gerekçe ışığı altında anlaşılabilir. İslamî diriliş
olgusu, merkezinde Arap dünyasının bulunduğu
İslam alemindeki Batı çıkarları için bir tehlikedir. Aynı şekilde bu, Batı
medeniyeti örneğine meydan okuyan bir alternatif durumundadır. Dine dönüş
şeklindeki evrensel yöneliş boyutu, daha önce de zikredildiği gibi, insanın
maddî ihtiyaçlarını sağlayan, fakat ruhî ve manevî yönlerini öldüren Batı
medeniyetinin tökezlediğinin delilidir. Bu durum "Batı Medeniyeti'nin Hastalıkları"
olarak ortaya çıkan bir grup tehlikeli sosyal ve ahlakî hastalıkların
yayılmasına sebep olmuştur. Bu yüzden, dine dönüş şeklindeki genel eğilim,
kişiyi esas alan Batı medeniyetinin merkez alınması kompleksinden hareketle,
Batılı araştırmacıların pek çoğunun kabul edemediği bir durum olan Batı medeniyetinin
iflasından ortaya çıktı. Çünkü Batılı araştırmacıların çoğu, araştırma ve incelemelerinde,
temelini, insanlığın gelişmesi için, tek yolun Batı toplumlarının takip ettiği
yol olduğu, bu yüzden diğer devletlerin bu yola tabi olup onun izinden yürümesi
gerektiği fikrini oluşturan önyargılardan hareket etmektedirler. Bu bakımdan
Liberal değerlerin, insanlığın gelişiminin hedef ve ideallerinden olan demokrasi,
özelleşme ve kişi hürriyeti şeklinde ortaya çıktığı kabul edilir. Bu diğer
toplumların kültürel ve îtikadî sistemlerine, medenî ayrıcalıklarına
aşağılayıcı bakışı içermektedir. Batıda ve Doğu Avrupa toplumlarındaki din ve siyaset
arasındaki yakın ilişki ve münasebet gerçeğinin iyice anlaşılması, asıl
itibariyle, Batı düşüncesinin temel dayanaklarından biri olan din ve devleti
birbirinden ayırma anlamına gelen laiklik etrafında pek çok soru işareti ortaya
çıkarmaktadır. Bu problemle ilgili özel durumu göz önünde bulundurulduğunda, İslam,
Ortaçağda Batıda hakim olan din adamları yönetiminin varlığını tanımaz.
Çünkü İslam'da yönetim sistemi esas itibariyle yönetilenlerin, yöneticiye rıza gösterme
ve gönülden kabul etmelerine dayanan sivil bir yönetimdir. Bunun tanımı pek çok
İslamî prensip arasında, şura, özel bir kesimin biatı (Ehlü'l-Hal ve'l-Akd) ve
bütün toplumun biatı gibi kavramlarla yapılmaktadır. İslam'da yönetim, esasını
şeriatın tatbiki veya Allah'ın indirdiği ile hükmetmeye bağlılığın oluşturduğu
dinî bir kaynağa dayanmaktadır. Bu yüzden iktidarın kaynağı sivil, bu yönetimin
uygulamak zorunda olduğu kanunların kaynağı da ilahî ise ve bu kanunlar da
yönetici ile yönetilen arasındaki manevî bağın özünü oluşturuyorsa, neticede
İslam'da din ve siyasetin ayrılığından bahsetmeye gerek kalmaz.[29] Bazı Batılı
toplumlarda, dinin siyasal rolünün ortaya çıkarılması çerçevesinde, siyasî
seçim propagandaları ve sosyal ve siyasal çekişmelerde de olsa din
kullanılıyorsa, Batı düşüncesinin, modernleşme ve gelişmişliğin kaynağı olarak,
din ve devletin birbirinden ayrılması şeklinde ileri sürdüğü temel
dayanaklardan birisinin sarsıldığı söylenebilir. Din, bütün toplumların ruhî ve
îtikadî bir hazinesidir. Böyle olunca onun belirli bir çerçeve içine sıkıştırılması
mümkün olmaz. İster resmî, ister gayrı resmî olsun, bazı dinî müesseselerin
rolünün azaltılması mümkün ise de, kimlik kaynağı, emniyet duvarı ve hatta ret ve protesto
vasıtası olarak insanların dine ve onun değerlerine yönelmelerine engel olmak
imkansızdır. Nitekim dinlerin, doğup büyüdüğü yerlerde devrimci değişimler meydana
getirdiği inkar edilemez.
Kısacası; Batılı araştırmacılar bu diriliş olgusunu ele
alırken pek çok metodik ve objektif prensipleri ön plana çıkarmakta ve onun
delaletlerini içeren diğer noktaları görmezlikten gelmektedirler. Yine onlar bu
olguyu, parçacı ve Oryantalist yaklaşımla ele alarak, onun tarihî boyutunu ve dine dönme gibi
evrensel yönelişte ortaya çıkan evrensel boyutunu inkar etmektedirler. Aynı
şekilde onun îtikadî ve kültürel boyutlarına yeterince yer vermeyerek, din ve devlet arasındaki bağ konusunda İslam'ın
özel durumunu ihmal etmektedirler.
Daha önce de zikredildiği gibi, Batılı araştırma ve incelemeler,
İslamî diriliş olgusuyla ilgili pek çok yorum ortaya koydular. Fakat bu
çalışmaların olguyla ilgili yorumlarında mevcut olmayan önemli boyutlar
bulunmaktadır. Bunların başında; içerisinde canlılık ve süreklilik unsuru
bulunduran İslam dininin ayrıcalığı ve tabiatı ile ilgili boyut gelmektedir.
İslam dininin özellikle muamelat konusunda ihtiva ettiği bir grup genel
prensip, hayatın bütün alanlarına uzanmakta olup, günümüz problemlerine çözümler
ve düşünceler üretebilmek için bu konularda aklın ve içtihadın kullanılmasına
geniş bir alan bırakmaktadır. Bunun için İslam'ın bütün zaman ve mekanlara
uygunluğu ilkesinin ilmî gerçeklik düzeyinde temellendirilmesi mümkündür. Bu
konuda Dr. Yusuf el-Kardavî'nin şu sözünü zikredebiliriz: "İslam ümmetinin
inandığı, sabah akşam kitabını okuyup dinlediği, Resul'ünün ve kahramanlarının yaşantılarının
hatıralardan kaybolmadığı İslam'ın tabiatı gereği, onların bu uykularının uzun
sürmemesi, bu ümmetin en belirgin özelliğidir. Bu sebeple İslam, ümmetini
sürekli ilme ve çalışmaya çağırmakta ve düşünce ve incelemeye, mücadele ve
cihada teşvik etmekte ve bunun neticesinde zaferin kazanılacağını ve bu dininin
yükseleceğini vaat etmektedir. Ayrıca, o, Allah'ın inananlarla beraber
olduğunu, neticenin takva sahipleri lehine olduğu, zaferin doğrunun yanında
olacağını ve batılın ise kesinlikle yok olacağını vurgulamaktadır. İslam
ümmetinin tarihindeki büyük uyanışlar, Müslüman olmayanların tarihinde yoktur.
Çünkü İslam kendi davetini yüceltecek, ona çağıracak ve ümmetinin gücünü kendi
sancağı altında gerçekleştirecek kimseleri bulabilmiştir."[30] Dr. Hişam Cuayt da şunu söylemektedir:
"İslam kültür ve medeniyet olarak teslimiyeti kabul etmez. Varlığının
kaynağını kendinde görür. Çünkü onun kendine has olağanüstü bir gücü olup,
modernleşmenin ortaya koyduğu insanî ve siyasî bütün kültürlere meydan okumaktadır. Ancak, bu durum, İslam'ın zaaf noktasıdır.
Bu, onun başkalarını reddetmesine ve kendi fikrî sisteminin donukluğuna sebep olmuştur.
O gerçekte, başkalarını dışlayan bir güçtür. Fakat diğer taraftan
modernleşmenin (Hadase) ferdiyetçilik, uzlet, maddî ve iktisadî aldatma,
psikolojik bunalım gibi olumsuzluklarına bakarak, İslam'ın 21. yüzyıl insanı
için yenilikçi bir mesaj yayabilecek ruhî bir güç olduğunu düşünmek mümkündür."[31]
İslamî diriliş olgusuna önem veren Batılı araştırmalar, İslam
dininin tabiatına en küçük ihtimam göstermediler. Bu durum olguyla ilgili
ortaya konan bütün yorumları doğru olmalarına rağmen eksik ve yetersiz kılmaktadır.
Bazı çalışmalar, bu olguyu geniş bir şekilde sunmuşsa da,
onların, derinliğine ele almadığı diğer bir problem daha vardır. Değişim
sloganı atan ve bunun için çalışan, ancak farklı ideolojik bir zeminden
kalkarak bunu gerçekleştirmek isteyen, temelde, solcu pek çok güç ve örgütlerin
varlığına rağmen niçin halk ve özellikle de gençlerimiz, bu İslamî cemaat ve
örgütlerde, daha çok, yer almaktadır?
Zikrettiğimiz bu sorunun cevabını, önemli İslam toplumlarında
dinin bağlayıcılığının etkinliği ve İslam dünyasının karşı karşıya bulunduğu
sorunların teşhisinde ve onlara çözüm sunmada İslamî mesajın kolay ve anlaşılır
bir dil kullanması gibi bir kaç gerekçe ışığında vermek mümkündür. Bu bağlamda,
cemaatler, geniş kesimlerde yayılma ve
taban bulmada, son derece etkileyici bir güce ve ikna edici güçlü bir mantığa,
sahiptirler. Buna, Fehmi Hüveydî'nin İslamî hareketlerde örgütlenmemiş ve
siyasî olmayan kesim olarak isimlendirdiği halk tabanının genişliği de ilave
edilebilir. Bu kesim, farklı şekillerde Allah'a giden yolu arayan bir grup
dindarı içermekte olup, siyasî ve siyasî olmayan aktif İslamî cemaat ve
örgütlerin en sağlam ve en güvenilir kesimini oluşturmaktadır.
Solun İslam dünyasındaki fikir, örgütlenme ve uygulama
seviyesindeki krizi, geniş sosyal kesimlerde yayılamamasına ve hareketini
destekleyecek sosyal kesim kazanamamasına sebep oldu.[32] Bu yüzden sol, bazı kültürlülerin ve sınırlı
sayıdaki talebe ve işçileri içeren belirli bir seçkin kesimin sözcüsü olmaya
devam etti.
Marksist kavramların anahtar teslimi metoduyla, yani kavramların
Arap ve İslam devletlerindeki toplumsal gerçeğe daha iyi uyum sağlayabilmesi
için herhangi bir açıklamaya ve geliştirilmesine çaba sarf edilmeksizin aynen
taşınması yüzünden, solun fikir düzeyindeki krizi, onların anlaşılması zor bir
siyasî dil kullanması şeklinde ortaya çıktı. Bu yüzden sol, gerçekten uzak,
muğlak bir fikir olarak devam etti ve bir grup mücerret tılsım ve gizemliliğin
ötesine gidemedi. Örgütlenme ve uygulamalar düzeyine gelince, solun krizi, solcu güç ve örgütlerin çokluğu,
parçalanmışlığı ve pek çok durumlarda bu solcu güç ve örgütler arasında
koordinasyon ve işbirliği stratejisinin bulunmaması olarak görüldü. Aynı
şekilde Arap devletlerinde Sosyalizmi tatbik denemeleri başarısızlığa uğradı ve
başta Mısır, Sudan ve Tunus'ta belirli bir ölçüde de Cezayir, Suriye ve Irak'ta
olduğu gibi pek çok ülke, farklı tarihî dönemlerde bundan vazgeçtiler.[33]
Marksizm denemesi Güney Yemende de başarısızlığa uğradı. Çünkü 1986 yılının
başlarında hakim seçkin taraflar arasında savaşın alevlenmesiyle neticelendi.
Ve bu savaşta silahlı kuvvetler, emniyet birimleri ve Dr. Gassan Selame'nin
deyimiyle; Marksistleşmiş gruplar kullanıldı. Buna ilaveten, pek çok İslam
devletinde mevcut yönetimlerin yoğun siyasî ve emniyet operasyonlarını, bu
solcu güç ve örgütlere yöneltmesi bunların çoğunun yeraltında faaliyet
göstermesine sebep oldu. Diğer yandan, buna, mevcut yönetimlerin uyguladığı ve
uygulamaya devam ettiği sola karşı, siyasal teşhir girişimleri eklenebilir. Bu
girişimler asıl itibariyle, solu karalamakta ve solun toplumdaki güvenilirliğini
sarsmaktadır. Zikrettiğimiz bu faktörler, solun İslam ülkelerinde zayıflamasına
sebep olmuştur. Böylece, fikrî örgütlenme, uygulama ve münasebetler düzeyinde
soldaki gizli kriz, geniş halk kitlelerini kendisine çekerek, hareketine destek
için bunları bir araya toplayamamasına sebep oldu.
Arap ve İslam devletlerinde soldaki bunalım ve gerilemenin
yanı sıra Milliyetçi Dayanışma Hareketi, teori ve pratikte, 70'lerin başından
hatta 1967 yılından itibaren gücünü kaybetmeye başladı. Bunun iç ve dış pek çok
sebebi vardır. Ancak bunlara girmeye gerek yoktur.[34] Bu
bunalım neticesinde Milliyetçi ve Nasırcı güç ve örgütler, mevcut anlaşmazlıkları ortadan kaldırmada,
Milliyetçi fikrin canlılığını tekrar hakim kılmada ve Milliyetçi faaliyetleri
sürdürmede başarısız kaldılar. Bütün bu sebepler, güvenilirliklerini kaybeden ve oralarda
yaşayan halkların toplumsal şuurunda yer edinemeyen solcu ve milliyetçi ideolojik
sistem ve uygulamalara karşı İslamî cemaat ve örgütlerin bir alternatif olarak
İslam'ı sunmalarına zemin hazırladı.
Kısacası; İslamî hitaptaki yayılmayı hızlandıran ve ikna
gücünü artıran gizli bazı unsur ve özelliklerin yanı sıra, milliyetçi, solcu ve
liberal diğer ideoloji ve örgütlerin bunlara bağlı olarak kalkınma ve
modernleşme tecrübelerindeki başarısızlık gibi bütün bu etkenler, İslamî
diriliş hareketlerinin çeşitli kaynaklarla ve şekillerle ortaya çıkmasına uygun
bir ortam hazırladı.
İslamî diriliş konusundaki Batılı çalışmaların çoğu, bu
İslamî diriliş hareketi ile ilgili aşırı kötümser bir görüşü içermekte olup
diğer İslam ülkelerinde İran örneğinin tekrarlanmasının imkansız olmasa bile,
zor olacağını vurgulamaktadırlar. Bunlar, bazı İslamî cemaatlerin şu veya bu
devlette iktidara gelseler bile mevcut problemleri İslamî zeminden hareketle
çözmeyi başaramayacaklarına işaret etmektedirler. Bu araştırmalar, şiddete başvurmanın, bu
cemaatlerin itikadî ve sosyal yapılarının bir parçası olduğunu dikkate alarak,
İslamî cemaat ve örgütlerin İslam devletlerindeki siyasî istikrarsızlığın
kaynağı olmaya devam edeceğini sürekli tekrarlamaktadırlar.
Bu zikrettiğimiz yaklaşımın boyutlarını dikkatle
incelediğimizde onların, esas itibariyle, mevcut nizamlara karşı şiddet eylemlerine
girişen siyasî İslamî hareket ve örgütlerce temsil edilen diriliş olgusunun
yansımaları ve kaynaklarından bir boyutu ile uyuştuğunu görürüz.
Bu cemaatlerin, her ne kadar seslerini daha fazla duyursalar
bile, geniş bir yönelimi ve hatta İslamî hareketteki ana bünyeyi ifade
etmediği, daha önce, vurgulanmış ve kanıtlanmıştı. Bu yüzden, şiddete başvuran
İslamî hareketlerin geleceğini, diriliş hareketinin bütünü ve bu vakıanın bütün
boyutlarının geleceği olarak görmek, bu olgunun boyutlarından, özellikle de
asıl ve ana boyut olmayan bir boyutunun geleceği ile ilgili düşünceye
dayandığından, bu görüş oldukça sakıncalıdır. Aynı şekilde, diriliş olgusunun
geleceğini, bu olgunun artmasında etkili olan Arap ve İslam gerçeği ile ilgili
mevcut problemleri ve meydan okumaları anlamadan ve bu olgudaki devamlılığın ve
değişmenin sınırlarını tanımadan anlamak imkansızdır.
Bu durumda, düşünülmesi ve araştırılması gereken pek çok
problem ortaya çıkmaktadır.
Birincisi; Arap
ve İslam aleminin geleceğinin, İslam'ı,
temel bileşimlerden biri olarak kabul etmeden düşünülemeyeceği üzerinde,
İslam devletlerindeki pek çok araştırmacı, düşünür ve hatta siyasîler arasında
ittifak vardır.
İkincisi; İslamî
diriliş olgusunun ortaya çıkması ve tırmanması İslam aleminin yaşadığı hayatın
bütün yönlerine yayılmış toplumsal krizlerle irtibatlıdır. Bu krizin en önemli
özellikleri, kalkınma ve modernleşme tecrübelerinin başarısızlığa uğraması ve
yarıda kalması, kimlik bunalımının kökleşmesi, dışa bağımlılığın artması,
Batılı değer ve davranışların yayılması, Siyonist İsrail'in saldırganlığının
önlenmesinde etkisiz kalınması vs. olarak ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlara
rağmen, Arap ve İslam dünyasında mevcut
problemlerin çözümünde başarısız kalınması neticesinde, sadece bir reaksiyon
olduğunu kabul etmek imkansız olup, bu uyanış olgusu, aynı zamanda İslam
dininin tabiatının asıl bir parçasıdır ve onun temel bir prensibine dayanmaktadır.
Aynı şekilde, o, İslam ümmetinin uzun tarihî deneyimleri akabinde ortaya çıkan
tarihî oluşumunun bir parçasıdır. Bu olgunun coğrafî ve sosyal çerçevesinin
genişliği, onu İslam toplumlarındaki sosyal oluşumların önemli bir unsuru yapmıştır.
Bu yüzden diriliş olgusunun devamlılığı, onun kendine has bazı özellik ve
unsurlarına ve de asgari düzeyde bu olgunun ortaya çıkması ve tırmanmasına etki
eden bazı problemlerin devamlılığına bağlıdır.
Üçüncüsü;
bu olgunun geleceği ile ilgili görüşler çerçevesinde Batılı çalışmalar,
siyasî İslamî cemaat ve örgütlerin İslam dünyasındaki mevcut problemleri
çözebilecek açık ve net düşünce ve projelere sahip olmadıkları üzerinde
yoğunlaşmaktadırlar. Bu bir ölçüye kadar doğrudur. Fakat İslamî zeminden hareketle
mevcut problemlere çözüm ve projeler sunmak maksadıyla pek çok İslam aliminin
gerçekleştirdiği yaratıcı çabalar, bu eserlerin görmezlikten geldiği ve
üzerinde düşünülüp netleştirilmesi gereken bir konudur. Burada iktisadî
sistemin tabiatı, siyasî sistemin özellikleri, sosyal adalet problemi ve
eşitlik, vatandaşlık, azınlıklar ve saire konusundaki pek çok problemle ilgili
mevcut sorunlara İslamî bakış çerçevesinde pek çok ciddî çalışmaya işaret
edilebilir. Bu bakımdan, bu fikrî kaynakla siyasî olan veya olmayan diğer
diriliş hareketlerinin kaynakları arasındaki bu kolay etkileşim, mevcut
sorunlara çözüm ve projeler sunmada etkinlik açısından diriliş olgusunun geleceği
için hakim değişken durumundadır. Özellikle bu fikrî kaynak, olumsuz manada
değil olumlu manada, daha fazla etkili ve tesirli olabilmek için, siyasî
kaynağı yönlendirecek, hareketini kontrol altına alacak ve olumsuzluklarını
ortadan kaldıracak dayanaklara sahiptir.
Dördüncüsü; Batılı
çoğu araştırmalarda olduğu gibi, İslamî
cemaat ve örgütleri, İslam ülkelerindeki siyasî istikrarsızlığın doğrudan
sorumlusu olarak görmek imkansızdır. Çünkü bazı cemaatlerin şiddet
faaliyetleri, istikrarsızlığın sadece bir yansımasıdır. Fakat bu,
istikrarsızlığın kaynaklarından değildir. Yani o, istikrarsızlığın ifadesi
olup, onu yaratmamaktadır. Nitekim şiddet faaliyetleri, sadece bazı İslamî
cemaatlerin yaptığı şeyler değildirler. İslam toplumlarında askerler, işçiler,
talebeler, bazı solcu örgütler gibi diğer güçlerin de başvurduğu bir olgudur.
Bu bakımdan siyasî istikrarsızlığın köklerini, İslam ülkelerinin şikayetçi
olduğu ve bunların üstesinden gelmede veya azaltmada mevcut yönetimlerin siyaset
ve uygulamalarının başarısızlığa uğradığı bir grup yapısal bozukluk ve
çelişkilerde (sosyal, siyasî, itikadî ve haricî) bulmak mümkündür.
Bu sıkıntıların başında kimlik bunalımı, millî kalkınma sorunları,
tabakalar arasında iktisadî farklılıklar ve bu uçurumun büyümesi, yönetimde
krallık ve tek kişinin yönetimi ve dışa bağımlılığın artması vs... gelmektedir.
Bunun neticesinde bu çelişki ve sıkıntıların devamı, İslam ülkelerindeki siyasî
istikrarsızlık olgusunun yayılması ve devam etmesinin birinci sorumlusu olarak
kabul edilebilir.
Bu araştırmaların genel özeti olarak şunları
söyleyebiliriz. İslamî diriliş olgusunu ele alan Batılı çalışmalar, aşağıdaki
birçok özelliğiyle tanınmaktadırlar: İslam'ı tanımlamak ve araştırma konusu bu olguyu
vasıflandırmakta kullanılan kavramların fazlalığı ve kapalılığı söz konusudur.
Buna ilaveten, İslam'a ve İslamî diriliş olgusuna tek bir boyutundan bakan
(parçacı) görüş, tarihî ve evrensel boyutu görmezlikten gelme, bu olguyla
şiddet ve aşırılık arasında bağ kurma şeklindeki yaygın görüş, olgunun yorumu
çerçevesinde ise, Batılı çalışmalar, İslam dininin tabiatı ile ilgili
yorumların bu canlılık ve dirilişin kaynağı olduğunu görmezlikten gelmektedir.
Batılı çalışmaların çoğu, bu vakıanın geleceği ile ilgili olarak, bu
cemaatlerin, İslam'dan hareketle mevcut sorunlara çözüm ve projeler ortaya
koymada başarısız kalacakları ve İslamî cemaat ve örgütlerin İslam devletlerinde
siyasî istikrarsızlığın temel kaynağı olmaya devam edeceği fikri üzerinde ısrar
etmektedirler.
Acaba, bu olguyla ilgili Arapça çalışmalar hakkında ne söylenebilir?
Burada genel bir kaç mülahazayı ortaya koymak mümkündür.
Birincisi; bu
konuda, ciddi Arapça araştırmalarının sayısı az ve beklenen düzeyde değildir.
Bu eserler, olgunun, tabiatı, iç ve
dışta kazandığı önem ve tesirleriyle uyuşmamaktadır.
İkincisi; bu olguyu tanımlamada kullandıkları kavramlar
ve onunla ilgili ileri sürülen yorumlar dolayısıyla Batılı çalışmalara
yöneltilen pek çok tenkidi, bundan çok daha şiddetli ve daha güçlü bir şekilde
Arapça çalışmalara yöneltmek mümkündür. Batılı araştırmalarda olduğu gibi
bunlarda da, İslam'ı tanımlamada ve bu diriliş olgusunu ve bu olgunun sosyal
yapısını oluşturan güçleri tanımlamada kavram kargaşası mevcuttur. Bu konuda
pek çok kavram ve ıstılahlara dikkat çekmek mümkündür. Örneğin; Devrimci İslam, İlerici İslam, Siyasî İslam,
Protestocu İslam, İtirazcı İslam, Aydınlatıcı İslam, Şekilci (Amelî) İslam, İntikamcı
İslam, Medeni İslam, Resmî İslam, Halk İslamı, İslamî Köktencilik, İslamî
Yayılma, Aşırı İslamcılar, Siyasî İslamî Hareketler, İslamî Muhalefet, Akılcı
Köktencilik, Aktif Köktencilik vs...[35] Bu
kargaşa ve kapalılık sadece kavramların çokluğu ile sınırlı kalmayıp bu
kavramların delalet ve manalarına da hakimdir.
Üçüncüsü; İslamî
diriliş olgusunu yorumlama çerçevesinde,
pek çok Arapça araştırma, bu olgunun yorumlarını Batılı araştırmaların
zikrettiğinden farksız bir şekilde zikretmektedirler. Aynı şekilde bunlar, bu
olgunun önemli yorumlarından biri olan, İslam dininin tabiatı ve onun
dinamizminin kaynakları ile ilgili yorumu çoğu kere görmezlikten
gelmektedirler. Arapça çalışmaların çoğu, bu olgunun tarihî ve evrensel iki
boyutunu ihmal ettikleri şeklinde Batılı çalışmalara yöneltilen eleştiriyi
kabul etmez.
Dördüncüsü;
onların çoğu İslamî diriliş olgusunu değerlendirirken çeşitli ideolojik
zeminlerden ve fikirlerden hareket etmektedirler. Böylece bunlar, özelde İslamî
diriliş olgusuna, genel olarak da İslam'a yönelik daha önceden sahip oldukları
değer hükümlerini serdetmektedirler.
Vakıayla ilgili Arapça çalışmaları, aşağıdaki şekilde üç
temel eğilim etrafında tasnif etmek mümkündür:
Birinci
Eğilim; olguyu reddeden bir grup çalışmayı içermektedir. Bu tip
çalışmalar, olumsuz bir bakış açısıyla
ona baktıkları için, onu donukluk, aşırılık, ilme, modernleşmeye ve insan haklarına düşman
olarak görmektedirler. Onlar, İslamî cemaat ve örgütlerin, mevcut problemlere çözümler getirecek açık projelere
ve net düşüncelere sahip olmadıkları,
sadece, ahlakî ve îtikadî yönle yetindikleri konusu üzerinde
durmaktadırlar. Bu yönelişe, pek çok
solcu yazar ve düşünür ve bazı Liberaller dahil edilebilir.[36]
İkinci
Eğilim; bu olguya, araştırmacı bir gözle bakan bir grup
araştırma ve incelemeyi ihtiva etmektedir. Çünkü onlar, bu olguyu İslam
toplumlarındaki canlılık ve uyanışın bir unsuru olarak kabul etmekte ve onda bu
toplumların geleceğinin bir suretini görmektedirler. Yine bu araştırmalar,
diriliş olgusunu, doğruya yönlendirmenin ve bazı eksikliklerini gidermenin
önemi üzerinde durmaktadırlar. Bu eğilime Şeyh Yusuf el-Kardavî, Fehmi Hüveydî,
Dr. Muhammed Amare, Dr. Rıdvan Seyid, Adil Hüseyin, Dr. Hamid Rebi', Şeyh Muhammed
Gazzalî ve diğer pek çok isim dahil edilebilir.[37] Bu
eğilimin taraftarları, İslam kültürünü, onun sağlamını ve çürüğünü ayırmak ve
bu kültürden hareketle mevcut problemlere çözümler ortaya koymak ve neticede İslam'ı
(değer, fikir ve sistem olarak) günümüz gerçeği ile irtibatlandırmak amacıyla
yeniden gözden geçirmek ve onu metodik açıdan yeniden değerlendirmektedirler.
Üçüncü
Eğilim; bu olgunun
özelliklerini ortaya çıkarmak ve boyutlarını tahlil etmek amacıyla Arap
araştırmacıların Arapça ve İngilizce olarak hazırladıkları bir grup akademik
araştırma ve çalışmayı kapsamaktadır. Bu araştırmalar, olguyu tahlilde, sosyal
ve siyasî bazı araştırma yöntemleri ve araçlarına dayanmadığı için, onlarda
akademik ve araştırmacılık özelliği ağır basmaktadır. Bunlar, ister olguyu
tanımlamada kullanılan kavramlarla isterse, onun hakkında ileri sürülen
yorumlarla ilgili olsun bazı önyargılı ve ideolojik fikir ve tercihlerden ari
değildir. Esas itibariyle, onlar bu İslamî diriliş olgusunun aktifliğini ve
pratik faaliyetlerindeki dinamiklerini tahlil üzerinde yoğunlaşarak, bazı İslamî
cemaatlerin sosyal temellerini, teşkilat ve fikir sistemlerini tahlil etmekte
ve bir taraftan bu cemaat ve örgütler arasında ilişki şekillerini, diğer
taraftan da, bu cemaatlerdeki mevcut gruplar ve bunlarla ilişki halinde bulunan
siyasî yönetimler arasındaki bazı ilişki ve etkileşim şekillerini
gözlemlemektedirler.[38]
Kısaca; İslamî diriliş olgusu etrafındaki Arapça araştırma
ve incelemelere, gerek olgunun önemi, tesirleri ve uzantıları, gerekse vakıayla
ilgili Batılı araştırmalar çerçevesinde baktığımızda, bunların nitelik ve
nicelik açısından istenen düzeyde olmadığını söylemek mümkündür. Bu durum, İslam
ülkelerindeki araştırmacılara ve akademik merkezlere, bu olgunun analizini yapma,
boyutlarını ve sınırlarını, güç
kaynaklarını ve zaaf noktalarını, devamlılık imkanlarını, Arap ve İslam aleminde,
şu anda ve gelecekteki gelişmelerle olan irtibatını tesbit konusunda büyük
sorumluluklar yüklemektedir.
Acaba bunun gerçekleşmesi mümkün müdür?
İşte meydan...
* Bu makalenin
Arapça orijinal metni, Minberü'l-Hivar adlı derginin 25. sayısında (1992), 6-44
sayfaları arasında yayınlanmıştır. Makale,
bu olgunun, özellikle, Arap
ülkelerindeki durumunu ele aldığından ülkemizdeki işaret ve yansımaları
konusunda eksiktir. Bu eksikliği gidermek için yapılacak ciddî araştırmalara
acilen ihtiyaç vardır.(Mütercim)
** Her iki
araştırmacı da, şu anda, Kahire Üniversitesi İktisadî ve Siyasî Bilgiler
Fakültesi'nde Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadırlar.
[1] Bu çalışma aşağıdaki araştırmaların tahlil ve
değerlendirilmesine dayanmaktadır:
-Altman,
I. "Islamic Movements in Egypt", Jerusalem
Quarterly, 10 (1979), s. 87-106.
-Bari,
Zohural. "Impact of Iranian Revoluation on the Movement of Islamıc Revival
in Arab East", International
Studies, 3(1986),s. 39-55.
-Berger, M. Islam in Egypt: Social and Political Aspects of
Popular Religion, (New York: Cambridge Univ. Yayını,1970).
-Bill,
A.James. "Resurgent Islam in Persion Gulf", Foreign Affairs, cilt:63,No:1 (1984).
-Bortwick,
M.Bruce. "Religion and Politics in Israel and Egypt", Middle East Journal, cilt:33, No:2, s.
145-163.
-Cudsi, S.
Alexander. "Islam and Politics in the Sudan", "Islam in
the Political Procces", -editör P. James Piscatori- adlı kitabın
içerisinde, (Cambridge: Cambridge Univ. Yayını,1983), s. 36-56.
-Carrol,
G.Terrance. "Islam and Political Community in the Arab World", International
Journal of Middle East Studies, 18 (1986).
-Davis, Eric.
"The Concept of Revival and Study of Islam and Politics", "The
Islamic Impulse " -editör F. Barbara Stowaser- kitabı içerisinde,
(London:Croom Helm 1987). s. 37-58.
-Dekmecian,
R.H. "The Anatomy of Islamic Revival: Legitimacy Crises, Etnic Conflict
and the Search of Islamic Alternatives",
Middle East Journal, cilt:34,
No:1, (1982), s. 1-12.
--------------------.
"The Islamic Revival in the Middle East and North Africa", Current History, 456 (1980), s. 169-179.
--------------------.
"Fundamentalism in Islam: Theories, Typologies and Trends", Middle East Review, cilt:17, No:4,
(1985), s. 28-33.
--------------------.
Islam in Revolution: Fundamentalism in
the Arab World, Syracuse: Syracuse Univ. Yayını 1984.
-Esposito,
J.I. Islam and Development: Religion and
Sociopolitical Change, Syracuse: Syracuse Univ. Yayını 1980.
--------------.
Vocies of Resurgent Islam, (New York:
Oxford Univ. Yayını 1983).
--------------. Islam and Politics, (Syracuse:
Syracuse Univ. Yayını 1983).
-Gilsenan,
Micheal. "Popular Islam and the State in Contemporary Egypt", "State and Ideology in the Middle East
and Pakistan" editörler: Fred Halliday ve Hamza Alevi- kitabı içerisinde, (London 1988), s. 167-190.
-Griffith,W.E.
"The Revival of Islamic Fundamentalism: The Care of Iran", International Security , 4 (1979), s.
132-138.
-Hinnebush,
A.Raymond. "The Islamic Movements in Syria: Secterian Conflict and
Urban Rebellion in an authoritarian Populist Regime", "Islamic
Resurgence in the Arap World" - editör A.E. Hilal Dessouki- kitabı içerisinde, (New York 1982), s.
138-169.
-Hudson, C.Michael. "The Islamic Factor in Iraqi and Syrian Politics", "Islam in the Political
Process" -editör P. James Piscatori- kitabı içerisinde (Cambridge
1983, s. 13-98.
-Jansen,G.H. Militant Islam, (New York Harper 1979).
---------------.
“Islamic Fundamentalists: Islamic Resurgence or Decadence
-----------------."The Islamic Review,
cilt:2, (1981).
-Keddie,
R.Nikki. "Islamic Revival in the
Middle East: A Comparison of Iran and Egypt",
Arap Society: Continuity and Change (London
Cromm Helm,1985), s. 65-82.
-Kepel,
Gilles. Muslim Extremism in Egypt: The
Prophet and Pharaon (Los Angeles California Univ. Yayını 1985).
-Lawrance,
B.Bruce. "Muslim Fundamentalist Movements: Reflections towards a new
approach" , The Islamic Impulse
adlı kitabın içinde s. 15-36.
-Lewis,
Bernard. "The Return of Islam", Middle East Review,12 (1979), s. 17-23.
--------------------."Islamic
Political Movements", Middle East
Review, cilt:8 N0:4 (1985), s. 23-37.
Liebesny,
J.Herbert. "Judical Systems in the Near and Middle East Evolutionary
Development and Islamic Revival", Middle
East Journal, Cilt: 37, No: 2 (1983).
-Manson, Henry.
"The Social Base of Islamic Militancy in Morocco", Middle East Journal, cilt:40, No:2 (1983).
-Macintrye,
R.Ronald. "Saudi Arabia", The Politics of Islamic Reassertion,
-editör Muhammed Eyüp- kitabı içerisinde
(New York St. Martin’s 1981), s. 1-29.
-Mayer, E.Ann.
"Islamic Resurgence or New Prophethood: The Role of Islam in Qadhadafi’s
Ideology", Islamic Resurgence in the
Arab World kitabı içerisinde, (New York 1982), s. 196-220.
-Nash,
Manning. "Fundamentalist Islam:
Reservoir for Turbulence", Journal
of Asian and African Studies, 1-2
(1984), s. 37-79
-Ochsen, Wald
William. "Saudi Arabia and
Islamic Revival", International
Journal of Middle East Studies, cilt:13,No:3 (1981), s. 271-286.
-Pipes, D.
"This World is Political: The Islamic Revival of Seventies", Orbis, 24 (1980), s. 17-39.
-Rabinowitch,
I. "The Islamic Wave", Washington
Quarterly, 1 (1979), s. 139-143.
-Sivan,
Emmanuel. Redical Islam: Medieval
Theology and Modern Politics,(New Haven Yale Univ. Yayını, 1985).
-Springborg,
R. "Egypt Syria and Iraq" ,
The Politics of Islamic Reassertion,
(New York 1981) kitabı içerisinde, s.
30-52.
-Segre,V.Dan
ve Szyliowicz, S.Joseph. "The Islamic Revival", Washington Quarterly, cilt:4 No:2 (1981), s. 126-137.
-Taylor,
R.Alan. "The Political Psychology of Islamic Resurgence in the Middle
East", Amarican-Arab Affairs,
No:4 (1983), s. 120-131.
-Tessler, M.A.
"Political Change and Islamic Revival in Tunisia", Magreb Review, cilt:5 (1980), s. 8-19.
-Vatikiotis,
P.J. "Islamic Resurgence: Artical View", Islam and Power -editörler S.A. Cudsi ve A.E.Hilal Dessouki- kitabı
içerisinde (London Croom Helm 1981), s. 169-187.
-Vatin, C.J. "Reviwal
in Magreb: Islam is an Alternative Political Language", Islam and Power (London 1981) kitabı
içerisinde, s.221-257,
-----------------------."Religious
resistance and state Power in Algeria ", Islam and Power kitabı
içerisinde, s.119-157.
------------------------.
"Popular Puritanism versus. State Reformism: Islam in Algeria", Islam in the Political Process (Cambridge
1983), kitabı içerisinde, s. 98-122.
-Warburg,
R.Gabries. “Islam and Politics in Egypt”, 1952 s. 80, Middle Eastern Studies, cilt:18, No:2 1982, s. 131-157.
-Walt, Suzan.
"Islamic Appeal in Tunisia", Middle
East Journal, cilt:40, No:4 (1986).
-Alan,
Rosilian. "el-Harekat'ül-İslamiyye
İ‘adetün li Teşkili's-Sahveti's-Siyasiyye fi Mısr", en-Nizamü's-Siyasiyyü'l-Mısri: et-Teğayyür ve'l-İstimrar (Kahire
1988)- editör Aliyüddin Hilal- kitabı
içerisinde, s. 985-1040.
Fransuva,
Burga. "et-Teyyaratü'l-İslamiyye
fi'l-Mağribi'l-Arabî", 15-18
Ocak 1988'de Kahire'de düzenlenen, Arap Ülkelerinde Yeni Siyasi Değişimler
adlı sempozyuma sunulan tebliğ.
[2] Bruce
B.Lawrence, "Muslim Fundamentalist...",
The Islamic Impulce kitabı içerisinde,
s. 15-20.
[3] Age., s. 15-20.
[4] Jean, Claude
Vatin, "Popular Puritanism..", İslam and Power kitabı içerisinde, s. 98-122,
Terrange G.Garrol, "Islam and Political Community in the Arab
World", International Middle East Studies, 18 (1986), s. 185-189.
[5] Jean Claude
Vatin, "Revival..", aynı kitap içerisinde, s. 221-222.
[6] Muhammmed
Haseneyn Heykel, "Havacis
Mustakbeliye", el-Mustakbelü'l-Arabî,
108 ( 1988 ), s. 4-9.
[7] Örneğin bkz.
Edward Said, el-İstişrak, Arapçaya
Ter. Kemal Ebû Dîn, Beyrut 1981. (I.Baskı), Nasr Muhammed Arif, Nazariyyetü't-Tenmiyeti's-Siyaseti'l-Muasıra:
Dirase Nakdiyyet fî dav'i'l-Manzûr el-İslamî, s. 48-73, (Kahire Üniversitesi İktisadî ve
Siyasî Bilimler fakültesinde yapılmış Master tezi, Kahire 1988).
[8] "Fundamentalizm"
kelimesinin kökleri ve bu konudaki görüşlerle ilgili fazla bilgi için bkz.
Rabıtatü'ş-Şebabi'l-Müslim'il-Arabi, El-İslamü's-Siyasî
ve Tahavvülatü'l-Fikri'l-Muasır, s.
23-24. (Müslüman Arap Gençliği Birliği Kültür Derneği Yayını 1988.), Muhammed
Said el-Aşmavî, el-İslam ve's-Siyase, s. 129, Kahire 1987.
[9] The New Encyclopedia Britannica, s. 777-780, London
1973-1974, Longman Dictionary of Contemporary English, s. 416,
London 1987.
[10] The New Encyclopedia Britannica, s. 779.
[11] Fehmi Huveydî, “Da'vetün ila'l-Farz", el-Ehram, 24/5/1988.
[12] Daha fazla bilgi
için bkz. İbn Manzûr, Lisanü'l-Arap,
I/90, 790, Kahire trz., Mu'cemü'l-Lüğati'l-Arabiyye
el-Mu'cemü'l-Kebîr, I/334-337, Kahire 1970,
Mu'cemü'l-Vasît, I/20. (III.
Baskı). el-Mevsuatü'l-Arabiyye
el-Müyessere, I/17, Beyrut 1987.
[13] Fehmi Huveydî, a.g.makale, el-Ehram, 24/5/1988.
[14] Hasan Hanefî,
"el-Harekatü'l-İslamiyye el-Muasıra: Merhale tarîhiyye Salise", el-Yevmü's-Sabi', 254 (1989),
s. 18.
[15] Muhammmed Abid
el-Cabirî, Zaruretü'l-Bahs an
Nukatü'l-İltikai li Muvaceheti'l-Masîr el-Müşterek, el-Yevmü's-Sabi', 254 (1989),
s. 19.
[16] Dr. Yusuf
el-Kardavî, "el-İtar el-Amm li's-Sahveti'l-İslamiyye
el-Muasıra", es-Sahvetü'l-İslamiyye ve Hümûmü'l-Vatani'l-Arabî -ed. Sa'düddin İbrahim- kitabı içerisinde, s. 17-114, Amman 1988.
[17] Fehmi Hüveydî, es-Sahvetü'l-İslamiyye ve'l-Muvatana
ve'l-Müsavvat, (bir önceki dipnotta geçen kitap içerisinde), s. 190-191.
[18] Dipnot
belirtilmemiş.(Mütercim)
[19] Daha fazla bilgi
için bkz. Dr. Sa'duddin İbrahim, es-Sahvetü'l-İslamiyye
el- Muasıra: verakatün Halfiyye, (16. Dipnotta geçen eser içerisinde), s. 396-398.
[20] "Unf",
(şiddet) kelimesi her ne kadar, hadislerde değiştirme, kınama ayıplama gibi
anlamlarda kullanılsa da, Kura'n-ı Kerim'de geçmemektedir. Hz. Peygamber (SAV)
şöyle buyurdu: "Allah yumuşaktır, böyle davrananları sever. Şiddete (Unf)
karşı vermediği şeyi, yumuşak davranmaya karşılık verir." (Nevevî rivayet
etti). Fakat Kur'an ve Sünnet'te, belirli hedefleri gerçekleştirmek amacıyla
güç kullanma ve tehdit anlamında bazı kelimeler kullanılmıştır. Bu kelimeler
arasında, İkab, katl, bağy, advan, cihad bulunmaktadır. Yine Kur'an ve Sünnet,
ister İslam ülkesi içerisinde, isterse bir Müslüman ülkenin dış güçlerle
ilişkileri çerçevesinde olsun güç kullanmanın bir grup şart ve kaidesini
içermektedir. Daha fazla bilgi için bakınız. Abdülmecid eş-Şerefî, el-İslam ve'l-Unf: fî'd-Damîr el-İslamî
ve'd-Damîr el-Mesihî fî Muvacehetihima li't-Tehaddiyati'n-Nümüv, s. 190
Tunus 1976.
[21] Fazla bilgi için
bkz. Nevin Abdülhalık Mustafa, el-Muaraza
fî'l-Fikri's-Siyasî el-İslamiyye, s. 171-172. (Kahire Üniversitesi İktisadî
ve Siyasî Bilimler Fakültesi'nde yapılmış Doktora tezi 1983), Muhammed Amare, el-İslam ve's-Sevre, Beyrut 1980 (I. Baskı).
[22] Muhammed Amare, el-Ğulüv ve't-Tatarruf... , s. 80.
[23] Bu neticeler,
bazı İslamî cemaat ve örgütleri tahlil eden Arapça ve yabancı dillerde
yayınlanan pek çok araştırma tarafından desteklenmektedir. Örneğin, Dr.
Muhammed Abdülbakî el-Hermasî, “el-İslam el-İhticacî fî Tunus", el-Harekatü'l-İslamiyye el-Muasıra fî
Vatani'l-Arabî, (Beyrut 1987) -editörler İbrahim Sabri Abdullah ve
diğerleri- kitabı içerisinde, s. 247-249, Dr. Muhammed Abid el-Cabirî,
"el-Hareketü's-Selefiyye ve'l-Cemaati'd-Diniyye el-Muasıra fî'l-Mağrib”,
aynı kitab içerisinde. s. 187-235. Saha araştırması için bkz. Kahire Sosyal
(Suçlar) ve Cinayet Hadiselerini Araştırma Merkezi tarafından "el-Fethiyye
el-Askeriyye" ve "et-Tekfîr ve'l-Hicre" adlı iki cemaatle ilgili olarak, 14/10/1979'da
düzenlenen "Dinî Aşırı
Hareketler" adlı birinci toplantıya sunulmuş bir inceleme. Sa'düddin
İbrahim, “Islamic Militancy as a social movement: the case of two groups in
Egypt" , Islamic Resurgence in the Arab World , -editör Ali E. Hilal
Dessouki- (New York 1982) kitabı içerisinde,
s. 117-137.
[24] Rıdvan es-Seyyid,
el-İslam el-Muasır: Nazarat fî'l-Hadır
ve'l-Mustakbel, s. 23, Beyrut 1986.
[25] Dr. Ahmed Sıdkî
ed-Deccanî, es-Sahvetü'l-İslamiyye ve
Meşarî'ü'l-Heymeneti'l-Ecnebiyye, 16
nolu dipnotta geçen kitab içerisinde. s. 130.
[26] Fazla bilgi için
bkz. Ducanî, age. s. 129-140.
[27] Deccanî, age.
s. 131.
[28] Vahid Abdülmecid,
"İntihabü'l-Kenîseti's-Sanî Aşare ve'n-Nizamü'l-Hizbî el-İsrailî",
Kahire Üniversitesi İktisadî ve Siyasî Bilimler Fakültesi Siyasî İncelemeler ve
Araştırmalar Merkezi'nin 3/1/1989 tarihinde düzenlediği "Tahlîl Haici'l-İntihabati'l-İsrailî" adlı toplantıya sunulan tebliğ.
[29] Fazla bilgi için
bkz. Muhammmed Amare, el-İslam ve
Usûlü'l-Hükm ala Abdürrazık, s. 45, Beyrut 1972. Dr. Ahmed Kemal
Ebû'l-Mecd, "es-Sultatü's-Siyasiyye fî'l-İslam", Arabî,
300 (1984), s. 24. Şihabü'd-Dîn b. Ebî Rebi', Sülûkü'l-Memalik fî Tedbîri'l-Memalik, thk. Hamid Rebi', I/17,
Kahire 1980. Dr. Seyfüddin Abdülfettah, et-Tecdîdü's-Siyasî
ve'l-Vakı'ı'l-Arabî el-Muasır: Rü'ye İslamiyye, Kahire 1989.
[30] Kardavî, age, s.
22-23.
[31] Dr. Hişam Cüayt,
"Sur’a beyne’l-Alemeyn", el-Yevmü's-Sabi',
260 (1989), s. 46.
[32] Arap dünyasında
solun bunalımının sebepleri ve tezahürleri konusunda geniş bilgi için bkz.
Hüseyn Muhammed Mahmud Ma'lum, "Kıraat fî Nakdi'l-Yesar el -Arabî", el-Mustakbel
el-Arabî, 114 (1988), s. 134-152, Tarık Y. İsmail, "The Communist
Movements in Arab World", Law,
Personalities and People of Middle East, (Boulder 1987) -editör James Piscatori ve
George S. Harris- kitabı içerisinde, s. 169-204.
[33] Helen Desfosses,
Jacques Levesque, ed., Socialism in the
Thirdworld, London 1975.
[34] Muhammed
Safiyüddin Muhammed Cevdet Salim, el-Fikrü'l-Kavmî
el-Arabî ve's-Siyase el-Arabiyye maa Tatbîk ala Masdari'l-Cezair-Suriye
1952-1970, Kahire Üniversitesi İktisadî ve Siyasî Bilimler Fakültesinde hazırlanmış
tez. Kahire 1989.
[35] Bu kavram ve
isimler, İslamî diriliş olgusunun bazı yönlerini ele alan Arapça pek çok
araştırmada kullanılmaktadır. Aynı şekilde, bu kavramlar, basında ve parti
kulislerinde oldukça rağbet görmektedirler.
[36] Örnegin bkz. Dr.
Ferec Fude, et-Tayyar es-Siyasî ed-Dinî
ve Bidayat es-Sukût, el-Ezmine, 15 (1989), s. 34-94, el-Cemaatü'l-İslamiyye ve Hukûkü'l-İnsan fî Mısr, (Mısır İnsan
Hakları Derneği'nin 8-9 Aralık 1985 tarihinde düzenlediği, Mısır'da İnsan
Hakları toplantısına sunulmuş bir bildiri), Kable's-Sukût,
Kahire 1985, Dr. Fuad Zekeriyya, el-Hakîka
ve'l-Vehm fî'l-Harekati'l-İslamiyye el-Muasıra, Kahire 1986,
"et-Tatarruf es-Siyasî ed-Dinî fî Mısr: el-Cüzûr, el-Vakıa el-Mustakbel”,
Fikr, 8/12/ 1985, s. 31-111,
Dr. Nizar el-Hadisî, Kadiyyetü'd-Demokratiyye
ve'l-Cemaatü'l-Diniyye, el-Bahis el-Arabî, Nisan-Temmuz 1986, s. 28-34.
[37] Örneğin bkz. Dr.
Hamid Rebi', Mustakbelü'l-İslam es-Siyasî,
Bağdat 1984, Rıdvan es-Seyid, a.g.e.,
Tarık el-Beşerî, "Seyabkî el-Ğulüv ma Bakiye et-Tağrîb", el-Arabî,
309 (1984), s. 58-61, Huveydî,
"el-İslamiyyûn ve'l-Unf", el-Ehram, 1/10/1985,
“Da'vetün ila Farz”, el-Ahram,
25/5/1988, Muhammed Rıza Muharrem, "el-Hareketü'l-İslamiyye
ve'l-Unf", el-Müslim el-Muasır,
35 (1978), s.9-18, el-Aşmavî, el-İslam
ve's-Siyasî, Kahire 1987, Amare, es-Sahve el-İslamiyye ve't-Tahaddî
el-Hadarî, Kahire 1985, Muhammed Gazalî,
"Hezar mine't-Tedeyyün el-Mağşûş",
el-Arabî, 309 (1984), s. 41-43, Dr.
Muhammed Fethi Osman, “el-Kam'u Sebeben li't-Tatarruf ve Leyse I'lacen leh",
el-Arabî, 309 (1984), s. 56-57, Dr. Vecih Kevseranî,
"Selase Ezmine fî Meşrûi en-Nehdati'l-Arabiyye ve'l-İslamiyye”, el-Mustakbelü'l-Arabî, 120 (1989), s.
4-25, Dr. Kardavî, Eyne'l Halel, Kahire
1985, el-Harekatü'l-İslamiyye
beyne'l-Cümûd ve't-Tatarruf, Doha
1402.
[38] Örneğin bkz. Esma
el-Arîf, "el-Harekatü'l-Usûliyye ed-Diniyye fî Tunus”, el-Menar, 18 (1986), s.
6-12, el-Habîb el-Cinhanî, "es-Sahvetü'l-İslamiyye fî Biladi'ş-Şam: Misal
Suriye", el-Harekatü'l-İslamiyye el-Muasıra fî Vatani'l-Arabî, (Beyrut
1987) kitabı içerisinde, s. 105-154, Hasen Sabra,
"ani's-Sahvet'il-İslamiyyi fî Lübnan", aynı eser içerisinde, s.
161-186, Rıfat Seyid Ahmed, Zahiretü'l-İhya
el-İslamî fî's-Sebî’niyyat: Dirase Mukarene beyne Mısr ve İran, Kahire
1989, Cabirî, "el-Hereketü's-Selefiyye...", el-Harekatü'l-İslamiyye el-Muasıra fî Vatani'l-Arabî,
(Beyrut 1987), kitabı içerisinde, s. 187-235, Muhammed Abdülbakî el-Hermasî,
"el-İslam el-İhticacî fî Tunus", el-Harekatü'l-İslamiyye
el-Muasıra fî Vatani'l-Arabî, (Beyrut 1987) kitabı içerisinde, s.247-249,
Mustafa el-Ğaylanî, "Takrîr Tacmiî': es-Sahvetü'l-Diniyye el-İslamiyye:
Hasaisuha, Etvarüha -Mustakbelüha", el-Harekatü'l-İslamiyye el-Muasıra fî Vatani'l-Arabî, (Beyrut
1987), kitabı içerisinde, s. 333-409, Zahiretü'l-İhya el -İslamî Dosyası,
es-Siyase ed-Devliyye, 61 (1989), Arap Sosyal Bilimler Cemiyeti'nin 4-7 Nisan
1989 tarihinde Kahire'de düzenlediği " Arap Toplumlarında Din" adlı
toplantıya sunulan bir grup araştırma, Hişam Cuayt, "es-Sahvetü'l-İslamiyye
ve's-Sekafetü'l-Muasıra", es-Sahvetü'l-İslamiyye
ve Hümûmü'l-Vatani'l-Arabî, (Amman 1988) , kitabı içerisinde, s. 275-280, Afif Lütfi es-Seyid,
"Religion or opposition: Urban protest movement in Egypt", International Journal of Middle East
Studies, C.16, 4 (1984), s. 541-551,
Ali E. Hilal Dessouki, "The Islamic Resurgence: sources, dynamics and
implications", Islamic Resurgence in the Arap
World ( New York 1982) kitabı içerisinde,
s. 3-31, "The Resurgence of Islamic Organization in Egypt: an interpretation", Islam and Power (Londra 1981) kitabın içerisinde, s. 107-117, Faruk A. Sankari, "Islam and Politics in
Saudi Arabia", Islamic Resurgence in the Arap World
(New York 1982), kitabı içerisinde, s.
178-195, Hamid A. Ansari, "The Islamic Militant in the Egyptian Politics", International Journal of Middle East Studies,
C.16, 1 (1984), s. 123-143, Hana Batatu, "Syria Muslim
Brothren", "State and Ideology in the
Middle East and Pakistan", -editör Halliday ve Alavi- (London
1988), kitabı içerisinde, s. 112-132,
İbrahim İbrahim, "Religion and politics Under Nasser and Sadat,
1952-1981", The Islamic Impulse, (London
1987) kitabı içerisinde. s. 121-134,
Sadüddin İbrahim, "Anatomy of Egypt's Militant Islamic Groups.", Islamic Resurgence in the Arap World, (New
York 1982), kitabı içerisinde, "Islamic Militancy or as a Social Movements....", Islamic Resurgence in the Arap World, (New York 1982) kitabı içerisinde, s. 117- 137.