• Prof. Dr. Sönmez Kutlu
    • Prof. Dr. Sönmez Kutlu

Üyelik Girişi
Başlıklar
Site Haritası
Onat Kitaplığı
   

Hasan Onat Kitaplığı
Hazırlayan Prof. Dr. Sönmez Kutlu


Sorularla İslam Mezhepleri
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu


İslam Bilimlerinde Yöntem
 Prof. Dr. Hasan Onat
  Prof. Dr. Sönmez Kutlu


Din Anlayışımız Üzerine Denemeler
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Osman Aydınlı



Küreselleşme Din ve Terör
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu


Alevilik Kızılbaşlık Bekataşilik
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu ve Prof. Dr. Ömer Faruk Teber


Din İnsan ve Anlam Arayışı
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Dr. Betül Yurtalan


Aforizmalar
Toprak Tohum ve Kökler
Yazar: Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Dr. Fatıma Nur Demir


İslam'ın Akılcı Yorumu
Prof. Dr. Hasan Onat
Hazırlayan: Prof. Dr. Sönmez Kutlu 

Kitabu'l-İrcâ ve Analizi

            İLK MÜRCİÎ METİNLER ve KİTÂBÜ'L-İRCÂ

           

      Dr. Sönmez KUTLU

    

            Diğer mezhep mensupları gibi,  Mürciî'ler  de,  kendi akîdelerini  açıklamak   ve muhaliflerine cevap vermek için  bir çok eser yazmışlardır.   Bunlar arasında, bizzat İrcâ akidesinin izahı ve temellendirilmesi amacıyla yazılan Kitâbü'l-İrcâ adlı eserlerin önemli bir yeri vardır. Bizzat Mürciî alimlerce Kitâbü'l-İrcâ adıyla kaleme alınan  beş ayrı eserin[1]   ve  bunlara yazılmış reddiyelerin[2] adları   bilinmektedir.  Ancak biraz sonra üzerinde duracağımız Hasan b. Muhammed'in  Kitâbü'l-İrcâ'sı  dışındakiler, maalesef,  bize ulaşmamıştır.

            Kaynaklarda,  Sâbit Kutna (110/728)[3], Muhârib b. Disâr (116/734)[4], Avn b. Abdillah (120/737)[5], Ebû Rü'be (145/762)[6], Ebü'l-Âsım el-Leysî (?)[7] , Attâbî (208/823)[8] , Ka'b b. Me'dân (100/718'li yıllar), Abbasi dönemi şairlerinden Ebû Nüvâs (198/813'den sonra) ve Ebû Dülâme(161/777) gibi pek çok  şairin[9] Mürciî akîdeyi benimsediği ve şiirlerinde ona yer verdiği sık sık dile getirilmektedir. İlk ikisi istisna edilecek olursa, diğerlerinin bize ulaşan şiirleri hem oldukça azdır, hem de Mürciî akîdeyle ilgili pek az bilgi içermektedir.  Ancak Ebû Nüvâs'ın elimizde bulunan divanı[10] ve diğer zikredilen şairlerin şirleri[11] incelendiğinde, onların bu akîdeyi gerçekten benimsediklerini söyleyebilmek biraz zordur. Bu Mürciî şairlere ait ve doğrudan  İrcâ akidesini işleyen, tesbit edebildiğimiz,  iki  kaside bulunmaktadır. Bunlardan birisi Sâbit Kutna (110/728) tarafından yazılan İrcâ Kasidesi ( I  )[12], diğeri ise Muhârib b. Disâr(116/734)'ın yazdığı İrcâ Kasidesi ( II )[13]'dir. Tarihî kaynaklar bu ikincisi için böyle bir isim kullanmamışlarsa da, İrcâ akidesi açısından önemine binaen ve bundan  sonraki araştırmalarda karışıklığa sebep olmaması için  bu şekilde isimlendirmeyi uygun bulduk. Biz bu makalemizde, Hasan b. Muhammed'in Kitâbü'l-İrcâ'sını ve az önce zikrettiğimiz  ilk Mürciî fikirlerin oluşumasında ve kitlelere ulaştırılmasında önemli yeri olan bu üç eserden birincisi hakkında bilgi vermek ve tercüme ederek Türkçe'ye kazandırmak istiyoruz.[14]  

 

 

HASAN B. MUHAMMED ve KİTÂBÜ'L-İRCÂ ADLI  ESERİ

 

a-Hasan b. Muhammed b. el-Hanefiyye

 

            Haşimoğulları soyundan gelen ve Ebû Muhammed künyesiyle bilinen Hasan'ın babası, Hz.Ali'nin oğlu olan Muhammed b. el-Hanefiyye'dir.[15] Annesinin adı Cemal bt. Kays b. Mahreme b. Abdülmuttalip b.Abdülmenaf'tır.[16] Kesin olmamakla beraber, o, hicri 30/650 yılında Medine'de ailenin en büyük çoçuğu olarak dünyaya gelmiştir.[17] Şiiler arasında adından sıkca sözedilen Ebû Haşim  Abdullah b. Muhammed, onun küçük kardeşidir.[18]

            Hasan b. Muhammed, Abdullah b. Abbas ve babası Muhammed b. el-Hanefiyye başta olmak üzere diğer pek çok alimden dersler aldı. Fakih ve muhaddis olan Hasan,  ortaya çıkan anlaşmazlıkları, bu konuda ileri sürülen fikirleri yakından takip ediyor ve  bunlara yeni çözümler üretmeye çalışıyordu. Bu yüzden bazı kaynaklar, onu Sebeiye'ye  meyilli[19] kardeşine tercih edilen, bu sülalenin en zekisi, en güveniliri[20] ve  yaşadığı dönemin ihtilaflarını (itikadî ve amelî) en iyi bilen[21] birisi olarak göstermektedirler. Zührî gibi meşhur bir alim bile, onun yanında ikinci sırada gelmekteydi.[22] Bu sebepten, siyasi ve ilmi çevrelerde, kardeşinden daha fazla itibarı vardı.

            Hasan hakkında bilgi veren kaynakların çoğu, ondan İrcâ fikrini ilk ortaya atan ve bu konuda Risâletü'l-İrcâ veya Kitâbü'l-İrcâ adıyla ilk eser yazan birisi olarak bahsetmektedir.[23] Ancak biz onu, İrcâ fikrini ilk ortaya atan değil[24], onu temellendirmek için eser yazan ilk kişi olarak görmekteyiz.

            Hasan b. Muhammed, Hz. Ali'nin torunu olmasına rağmen, içinde doğup büyüdüğü Medine ve Mekke'nin Hz. Ebû Bekir ve Ömerci siyasî  atmosferinin[25] etkisinde kalması sebebiyle, babasına ve Sebeî hadisleri rivayet eden[26] kardeşine  İrcâ konusunda muhalefet ederek[27], Ehl-i Beyt arasında bu iki halifeye en fazla meyilli birisi olarak meşhur olmuştur.[28] Çünkü o, " Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den ayrılanı sünnetten ayrılmış " kabul ediyordu.[29] Muhtemelen Hasan, Kitâbü'l-İrcâ'yı babası ve kardeşi Ebû Haşim etrafında oluşan spekülasyonlar dolayısıyla ve Muhtar'ın " Hz. Ali için vasî sıfatını Hz. Peygamber'in " hukûkî ve dinî halefi" anlamında kullanması"[30] neticesinde Hz. Ebû Bekir ve Ömer'le ilgili  ileri geri konuşulmaya başlanmasına tahammül edemediği için yazmıştır

            Hasan, böyle bir eseri yazmakla kalmamış onu bazı önemli şehirlere öğrencileri veya başkaları yoluyla göndererek İslam ümmetindeki daha önce varolan birlik ve beraberliğin tekrar sağlanmasına çalışmıştır. Özellikle Haricilerin Hz. Osman , Hz. Ali ve diğer sahabileri tekfir etmelerine ve babası etrafında oluşturulan asılsız iddialara karşı çıkarak yazdığı eserinde onları eleştirmiştir.  Dönemindeki siyasi ve itikadi bazı mezheplere ve görüşlerine yer vermesine bakılırsa, onu Makalât geleneğini başlatan ilk kimselerden göstermek mümkündür.

            Hasan'ın ölüm tarihi konusunda, kaynaklar, farklı tarihler vermekle beraber, hicri 100 /718 yılında öldüğünü belirten rivayetler daha doğru görünmektedir.[31]

                                  

b-Kitâbü'l-İrcâ:

            Hasan b. Muhammed b. el- Hanefiyye(100/718[32])'ye nisbet edilen bu eser, İrcâ akîdesinin bize ulaşan en eski ilk yazılı metni kabul edilmektedir. İki sayfalık bu risâle, İbn Ebî Ömer el-Adenî (243/857)  tarafından nakledilmek suretiyle günümüze kadar ulaşmıştır.[33]İbn Hacer, Kitâbü'l-İrcâ'yı, adı geçen eserin sonunda görüp incelediğini, bu konuda verdiği bilgilerde ona dayandığını belirtmiş ve bazı kısımları iktibas etmiştir.[34]Ayrıca, Zehebî, Hasan b. Muhammed ve onun iki sayfalık Kitâbü'l-İrcâ'sı ile ilgili haberleri, Ya'kub b. Şeybe (262/875)'nin Müsned  İmam Ali (RA) adlı eserinden aldığını zikrederek, bazı alıntılar yapmak suretiyle, oldukça önemli bilgiler vermektedir.[35] Fuat Sezgin'in   verdiği bilgiye göre, Yakub b. Şeybe'nin Müsnedü'l-Kebîr el-Muallel adında bir başka eseri daha vardır. Bunun 11.bölümü olarak bilinen Müsnedi Emîrü'l-Müminîn Ömer b.el-Hattab kısmı günümüze kadar ulaşmıştır[36]. Müsnedi İmam Alî de bu eserin bir başka bölümü olabilir ve Zehebî'nin de Kitâbü'l-İrcâ'yı oradan aldığı söylenebilir.             Kitâbü'l-İrcâ, ilk defa, Zahiriye Kütüphanesi 104 numarada kayıtlı mecmuanın 233a- 250b varakları arasındaki metni van Ess tarafından ortaya çıkarılarak, tahkik edilmiş ve hakkında geniş bilgi verilmek suretiyle, "  Das Kitâb al-Irğâ' des Hasan b. Muhammed b. al- Hanafiyya ", (Arabica  XXIII (1974),  20-52.) adlı  hacimli bir makalesinde yayınlamıştır. Ayrıca, o, konuyla ilgili görüşlerini İngilizce olarak yazdığı bir başka makalesinde de tartışmaktadır.[37] Biz tercümemizde bu neşri esas aldığımız için sayfa numaralarını buna göre yaptık. Anlaşılması zor görünen yerlerde, İbn Ebî Ömer el-Adenî'nin naklettiği metne, Zehebi ve İbn Hacer'in alıntılarına da müracaat ettik. Özellikle İbn Ebî Ömer el-Adenî'nin Kitâbü'l-İmân'ının tahkikinde metinde anlaşılması  zor kelimelerle ilgili dipnotlarda yaptığı açıklamalardan büyük ölçüde istifade ettik.

            Son olarak van Ess,  Theologie und Gesellschaft im 2. und 3. Jahrhundert Hidschra (Berlin 1991)'da , bu konuyu, bir alt başlık altında[38]  ele alarak  değerlendirmelerde bulunmaktadır. Ayrıca bu eserin son cildinde, Kitâbü'l-İrcâ'yı ve diğer Mürciî metinleri Almanca'ya çevirmiştir.[39]

            Kaynaklarda adı belirtilerek veya belirtilmeden, Hasan b. Muhammed'in böyle bir eserinden bahsedilmesi ve İbn Ebî Ömer el-Adenî'nin onun tamamını[40], İbn Ebî'l-Hadîd[41], Zehebî[42] ve İbnü'l-Hacer'in[43]  farklı kaynaklardan ve bazı farklılıklarla beraber bir kısmını bize ulaştırmış olması, bu eserin Hasan b. Muhammed'e aidiyeti konusunda şüphenin olmadığını açıkça ortaya koyması bakımınadan oldukça önemlidir. Hasan b. Muhammed 100/718 yılında öldüğü ve eserin gerçek sahibinin kendisi  olduğuna göre,  " onun Emevîlerin sonlarına doğru yazıldığını "[44] ileri sürmek mümkün görünmemektedir.  Diğer taraftan, Hasan'ın çağdaşları Basra'lı Eyyûb es-Sahtiyânî(131/748) ve Kufe'li Zadân(82/701), bu eseri niçin yazdığı konusunda onunla özel olarak görüşmüşlerdir.[45] O halde eserin kimin olduğu değil, Hasan b. Muhammed tarafından ne zaman yazıldığı tartışılmalıdır. Butün bunlar dolayısıyla,  van Ess[46]  gibi eserin ona nisbeti konusunda şüphe olmadığı kanaatindeyiz.

           

c-Kitâbü'l-İrcâ'nın Tarihlendirilmesi

 

            Eseri  tahkik eden van Ess, 75/694 yılına[47]; Madelung 73/692'ü takip eden yıllara[48],  Cook  ise, daha sonraki yıllara tarihlemektedirler.[49]  Fakat biz eserin 75/694 ila 80/699 yılları arasında yazılmış olabileceği kanaatindeyiz.

            Hasan b. Muhammed, bir rivayete göre, bu eseri yazdığı için gerek çağdaşı Zadân gerekse babası Muhammed el-Hanefiyye tarafından tenkid edilmiştir.[50] Zadân'ın ölüm tarihi 82/701, Hasan b. Muhammed'in babasının ölüm tarihi ise 81/700 olduğuna göre[51] eser, bu tarihlerden önce yazılmış olmalıdır.

            Eserin  kimlere veya ne zaman yazıldığı konusunda, bizzat metinden kesin bir delil bulabilmek  mümkün değilse de, özellikle yazılış tarihi konusunda bazı ipuçlarından da yoksun değildir. Metinde Hz. Osman, Hz. Ali ve ilk ayrılıklarda yer alanların durumunun Allah'a bırakılmasından çok Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in tartışmasız kabul edilmesi  ve onları tartışan bir grubun düşman ilan edilmesine bakılacak olursa[52],  basit şekliyle İrcâ fikrinin ilk defa bu eserde işlendiğini söylemek zordur. Çünkü hicrî II.asrın ilk yarısından itibaren Hz. Osman ve Ali'inin durumlarını erteleme(İrcâ) bizatihi siyasî bir tavrın işaretiydi. Bu durumda özellikle, onları tekfir eden Haricî veya onlardan sadece birisini seven, diğerini kötüleyen zihniyete karşı yapılmaktaydı. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in durumları, henüz hiç kimse tarafından tartışma gündemine sokulmamıştı. 50/670'li yıllardan itibaren Muhtar'ın ölümüne kadar Sebeiyye, Emevilerin  Hz. Ali'yi lanetleme fikrine bir tepki olarak " Hz. Osman aleyhtarlığı "[53] anlamında kullanılmaktaydı. Çünkü eğer Muhtar, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i kötüleme fikrine sahip olsaydı, Abdullah b. Ömer, onu serbest bırakmaları için Ubeydullah b. Ziyad'a[54] ve Abdullah b. Yezid'e[55] aracılık yapmazdı. O halde Muhtar'ın ölümünden sonra, onun etrafındakiler arasında ilk iki halifeyi de kötülemeye başlayan kimselerin bulunduğu gündeme gelmektedir.Ancak,  Madelung'un da ifade ettiği gibi[56] , Sebeiyye bu dönemde, Muhammed el-Hanefiyye ve Ebû Haşim adına ortaya çıkan ve ilk üç halifeyi tekfir eden kimseler için kullanılmaktaydı. 96/714 yılında ölen İbrahim en-Nehaî " Ben ne Sebeîyim, ne Mürciîyim" sözüyle böyle bir anlamı kasdetmiş olabilir.[57] Kanaatimize göre, Muhtar hareketine, Sebeî unsurların sızmasından dolayı[58], düşmanlarınca bütün Muhtar taraftarlarına böyle bir isim verilmiş olabilir.[59]

            Kitâbü'l-İrcâ'da geçen Sebeiyye hakkındaki bilgiler, Salim'in Sîre'siyle[60] karşılaştırıldığında her ikisinde de aynı kavramın kullanıldığı  görülecektir. Ancak burada, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hakkında ihtilafa düşen ve onları dost edinmeyen kimselere karşılık olarak kullanılmıştır.[61] Salim, daha önce Hz. Osman aleyhtarlığı anlamında kullanılan Sebeî kavramını Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer aleyhtarlığı için  de kullanmaktadır. Sîre'de ilk ve basit şekliyle kullanılmış olan bu kavram, Kitâbü'l-İrcâ'da açık ve daha net olarak yer alması, onun Sîre'den sonra kaleme alındığı intibaını uyandırmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Sîre, Hz. Osman ve Ali'nin ve ilk ayrılıklara karışanların durumunun Allah'a bırakılması, İrcâ fikrinin esasını oluştururken, Kitâbü'l-İrcâ'da " ilk ayrılıkta yer alanları erteleriz(irca ederiz) " fikri silik kalmış, daha çok ilk iki halifenin tartışılmazlığı İrcâ fikrinin önemli bir esasını oluşturmuştur. Bütün bunlar göz önüne alınacak olursa, Kitâbü'l-İrcâ 73/692'le tarihlenen Sîre'den bir kaç yıl sonra 75/694'li yıllarda kaleme alındığını söylemek mümkündür.[62] Sîre'de yer alan, İrcâ fikrinde, birinci derecede Haricileri, ikinci derecede Hz. Osman aleyhtarı olan Sebeîleri ve Hz. Ali aleyhtarı olan Emevîleri red, Kitâbü'l-İrcâ'da ise Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer aleyhtarlığı yapan Sebeî'leri red ağır basmaktadır.

 

d-Kitâbü'l-İrcâ'nın Tercümesi

           

            İbrahim b. Uyeyne'nin Abdülvahid b. Eymen'den rivayet ettiğine göre; Hasan b. Muhammed b. el-Hanefiyye, kendisine şu kitabı insanlara okumasını emrediyordu:

            1- İlk önce Allah'tan korkmanızı tavsiye eder, emirlerine itaat etmenizi öneririz. Ona itaat etmenizden hoşlanacağımızı , isyan ettiğinizde öfkeleneceğimizi bildiririz.  Şüphesiz " Allah bu  kitabı kendi ilmiyle indirdi " , onu muhkem kıldı, sonra da ( ayetleri ) uzun uzun açıkladı, onu yücelterek her taraftan gelebilecek yanlışlık ve saldırılardan  korudu. Yüce Allah bu kitapta örnekler vermek, ibret alınacak şeyleri açıklamak suretiyle, onu iyiyi kötüden ayırdedici, zulmetten nura çıkarıcı, görmeyene yol gösterici, sapıklıktan hidayete ulaştırıcı bir rehber kıldı. Sonra bu nimet tamamlandı ve ibadetler son halini aldı, Allah'ın vasiyetleri  korundu, kanunu ( sünneti ) uygulandı, öğüt verme sona erdi ve neticede misak gerçekleştiği için emredileni yerine getirmek vacip oldu. İşte bu Allah'ın sağlam ipidir, yani kopmak bilmeyen sağlam bir kulptur. Ona hem öncekiler hem  de sonrakiler yetişti.  Allah , ( bu Kur'an'ı ) kendi hükümlerinin geçerli olduğu, kendi nefsi için seçtiği ve kullarına da uymayı farz kıldığı kitap olarak indirdi.  Bu kitabı koruyan ve ezberleyen başkasına ulaştırsın. Çünkü Kur'an'ı ihmal edip kaybedenden, onun dışında başka hiç bir şey kabul edilmiyecektir.

            2- İkinci olarak; Allah Teala, Hz. Muhammed'e nübüvvet verdi ve bütün insanlara rahmet olması için onu Peygamber olarak gönderdi. Halbuki insanlar, o zaman, cahiliyye karanlığı ve sapıklığı içindeydiler, putlara ibadet ediyorlar, fal oklarıyla şanslarını deniyorlar, işlerini fal oklarına göre yönlendiriyorlar, onlarının helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını haram sayıyorlardı.  Onların dini bidat, davetleri ise yalan ve iftiradır. İşte bu sebeplerden dolayı Aziz ve Celil olan Allah size bir rahmet ve iyilikte bulunarak gerçekle  ( Kur'an'la ) Muhammed'i resul olarak gönderdi. Sizden önceki ümmetler gibi sizi de kitapla  hem müjdeledi, hem de uyardı. Allah'ın elçilerinin onlara nasıl  nasihatte bulunduklarını, bu ümmetlerin onları nasıl yalanlayıp yüz çevirdiklerini  ve bu yüzden Allah'ın onları nasıl cezalandırdığını, kitabındaki İbrahim kıssasında anlattı. Böylece Allah onların uğratıldığı ceza ile sizi uyararak , öncekilere sadece, salih amellerinizde uymanızı emretti.

            3- Hz. Muhammed, Rabbinden kendisine indirileni tebliğ etti, ümmete öğüt verip, güzel işler yaptı ve düşmanlarıyla çarpıştı. Böylece Allah onunla kendi hükmünü yücelterek nurunu parlattı ve sözünü tamamladı. Allah kendi için haklarını bilen ve onları kabul eden, bu uğurda kanlarını akıtan ve mallarını feda eden, yurtlarını ve yakınlarını terkederek Yüce Allah'a hicret eden, onlara kucak açıp yardım eden, onlarla kaynaşan,  onları sevip kendi nefislerine tercih eden topluluklar seçti. Allah , onlarla dinini güçlendirdi, hakkı batıla galip getirdi, putlara (tağuta) daveti kaldırdı, fal okları kırıldı, putlara ibadet terkedildi. Allahın elçisinin kabul edilmesiyle Allah'ın dini hakim oldu. İnsanlar Yüce Allah'ın emrini tanıdı ve onun hükümlerine boyun eğdiler. Yine insanlar gerçeği kabul ederek Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah'ın peygamberidir dediler. Allah'ın farzlarını yerine getirdikleri için Allah da nebisi Muhammed'i ve hayır talep eden kimseleri sevap, yardım, müjde ve hakimiyetle ( delil ) mükafatlandırarak insanlar için seçtiği dinini sağlamlaştırdı ve korkularını giderip güven ve emniyetlerini sağladı.

            4- Allah, kendisine isyanı yasaklayıcı bir hüküm koyduktan, davetini tamamlayıp İslam'ı müminlerin kalbine yerleştirmesinden sonra dininin kanun ve farzlarını belirledi. Allah, müslümanlara  dini kendisiyle tanıyabilecekleri alametleri bildirdi, ibadet şekillerini öğretti. Böylece Allah'ın hükmü (sünneti) gerçekleşti. Bundan sonra günahkarları tevbe ederek hicret etmeye çağırdı, Allah tevbe kapısını hem kendisi için bir delil hem de kulları için bir öğüt olsun diye açtı. İslam inanırları katında şanı yüce ve yolları açık seçik bilinen bir din olmakla beraber, mazlumların ve Ehl-i Zimmet'in[63]  haklarını da teminat altına alan bir dindir. Bu hususu Ehl-i Zimmet ve mazlumlar bilmekte ve itiraf etmektedir. Dünya'da elde edecekleri çıkar umudu, onları Allah rızası için ictihadda bulunmaktan ve  Kur'an'la[64]  yetinmekten alıkoymaz. Başlarına gelebilecek şiddetli bir bela korkusuyla da onları ihmal etmezler. Çünkü onlar Allah'tan gelen bütün emirlere gönülden inandılar ve kalplerine onu sindirdiler. Böylece onlar şaşmaz ve dosdoğru bir yolda hevaların karışmadığı ve kalplerin şaşmıyacağı Allah'ın koymuş olduğu kesin bir hüküm üzerinde , Allah'ın kendileriyle yaptığı sözleşme doğrultusunda yürürler. Muhakkak ki bu ümmetin durumu daha önceki ümmetlerin durumlarıyla aynıdır. Şöyleki, onlar için de kendi aralarından bir korkutucu gelmiş,  hayatta kalabilmeleri ve sapasağlam durabilmeleri için gerekli şeye onları davet etmiş, mücadala etmiş ve üzerine düşeni  yapmıştı. Bunun sonucunda Allah'ın elçisi, kendisine inananlarla bir olup yalanlayanlara karşı, Allah'ın helallerini helal, haramlarını haram kılıncaya  ve ona itaat edilinceye kadar  savaşmıştı.

            5- Daha sonra bu ümmetin başına Allah'ın gerçekleşeceğini haber verdiği fitne belası inince, insanlar birbirlerini terkettiler ve aynı tarafta yer alanlar birbirlerini dost edindiler. Bu konuda bizim tavrımızı ve fikrimizi soranlara cevabımız şudur: Biz öyle bir grubuz (kavimiz )  ki , Rabbimiz Allah; dinimiz İslam; önderimiz Kur'an, Nebimiz Muhammed'dir. Görüşlerimizde onu ölçü alıyoruz, durumumuzu Allah'a ve resulüne havale ediyoruz. Biz, imamlarımız Ebu Bekir ve Ömer'den razıyız. Bu sebepten onlara itaat edilmesini istiyoruz. İsyan edenleri ise nefretle kınıyoruz. O ikisine düşman olanları düşmanımız olarak ilan ediyoruz.  Onlardan ilk ayrılıklarda yer alanlara (Ehlü'l-Firkati'l-Ûlâ)[65]  gelince, onlarla ilgili verilecek hükmü  Allah'a bırakıyoruz. Ebu Bekir ve Ömer yüzünden bu ümmet birbiriyle savaşmadı, hatta onların durumları hakkında ihtilaf etmek şöyle dursun, şüpheye dahi düşmedi. Gerçekte İrcâ, bizzat yetişemediğimiz ve daha önce yaşamış kimseler( fî men Ğâbe ani'r-Ricâl)[66]  hakkındadır.

            6- Bu ümmetten bazı kimseler, " İrcâ " fikrimiz dolayısıyla bizi ayıplayarak bu fikrin ne zaman ortaya çıktığını soruyorlar ? Bize göre, İrcâ, Allah'ın nebisi Musa zamanında ortaya çıktı. Şöyleki, Firavun Musa'ya: " Peki ya ilk nesillerin hali ne olacak diye sorunca " [67], kendisine vahiy gelen Musa şöyle dedi: " Onların bilgisi Rabbimin yanında bir kitaptadır, Rabbim şaşmaz ve unutmaz."[68] Firavun onun bu deliline karşı başka bir cevap veremedi.

            7- Sebeiyye Mütemenniye[69]   de bizim düşman olduğumuz kimseler arasındadır. Çünkü onlar, Allah'ın kitabına görünüşte uydular.  Ama diğer yandan   Allah'a ve Nebi'sine[70] karşı yalan ve iftirada bulundular. Onlar, insanları müslümanlıkları konusunda şaşmaz bir gözle ve yanılmaz bir akılla ayıramadılar. Bir tarafta günah işleyeni günahı dolayısıyla suçlarken diğer tarafta aynı günahı kendileri işlediler.  Böylece günah işlemekle fitneye yardım etmiş oluyorlardı, ancak bu fitneden nasıl kurtulacaklarını bilmiyorlardı. Arab'ın Ehl-i Beyt'ini imam edindiler ve onların dinlerini taklid ettiler, onların sevdiklerine dost oldular, sevmediklerini terk ettiler. Kur'an'dan yüz çevirip  kahinlere uyarak Kıyamet kopmadan önce bir devletin kurulacağı beklentisi içerisinde oldular.  Allah'ın kitabını tahrif ettiler. Onun hükümlerini rüşvetle saptırdılar    ve " yeryüzünde bozgun çıkarmak  için çalıştılar. Allah bozguncuları sevmez. "[71] Böylece Allah'ın kapadığı kapıları açıp açtıklarını da kapadılar.

            8- Bu Sebeiyye'nin   bildiğimiz düşmanlıklarından birisi de, insanların şaşırdığı, yüz çevirdiği bir vahiy ile ve gizli bir ilim ile hidayete erdik demeleri  ve Allah'ın nebisinin Kur'an'ın onda dokuzunu gizlediğini iddia etmeleridir. Eğer o, kendisine indirilen her hangi bir şeyi gizleyecek olsaydı, Zeyd'in karısının durumu ile ilgili  " Ey Muhammed Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye eşini bırakma Allah'tan sakın diyordun, fakat Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun.... "[72] ayetini ve şu iki ayeti gizlerdi: " Ey Peygamber, niçin Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için  kendine haram kılıyorsun..... "[73]  ve  " Eğer seni pekiştirmemiş olsaydık, and olsun ki, az da olsa, onlara meyledecektin. "[74]

            9- Bizim tavrımız ve görüşümüz, işte budur. Bize katılanları Allah yoluna çağırıyor, bize böyle bir çağrıda bulunanların çağrısını da kabul ediyoruz. Bu konuda Rabbimize itaat etmekten ve üzerimize düşeni yerine getirmekten geri durmuyoruz.  Biz kendi grubumuza ve imamlarımız hakkında bizi sorgulayarak   kanlarımızı helal kılan  veya kendi kanlarını bizim için döken kimselere bunu hatırlatıyoruz. İnsanlar doğruların galip olacağı bir yer olan Allah'ın huzurunda toplanacaklar.  Allah'ın hakkı ve haklıyı tesbit edeceği o günde satıcı alıcıdan kaçaçaktır. Kişi kendi nefsine feryat ederek bağırıp çağıracaktır. Allah katında geçerli delillerinizi şimdiden hazırlayın. Çünkü bu dünyada sağlam kanıtlar ileri sürerek galip olamayan Ahirette asla galip olamıyacaktır.

            Bu, fikirlerimi kabul edenlere bir öğüt,  terkedenlere karşı ise bir hüccet olarak yazdığım bir kitaptır.  Selam bütün Peygamberlerin üzerine olsun. Alemlerin Rabbi olan Allah'a da hamdolsun.[75]   

           

 

 

 



[1]Tesbit edebildiğimiz kadarıyla, bize ulaşmayan Kitâbü'l-İrcâ'lardan bazıları  şunlardır:

                1-Ebû  Abdillah el-Hüseyin b. Muhammed b. Abdullah en-Neccâr  (220/835),  Kitâbü'l-İrcâ.  (İbn Nedîm, el-Fihrist,  255;   Ziriklî, el-A'lam ve'l-Esmâ,  II, 253.)

                2-İsmail b. Hammad b. Ebî Hanife (212/827),  Kitâbü'l-İrcâ.  ( Katip Çelebî, Keşfü'z-Zünûn, II, 1388.)

                3-Ebû Bekr Muhammed b. Şebîb, Kitâbü'l-İrcâ. ( Ahmed b. Yahya b.  Murtaza, Kitabü't-Tabakâti'l-Mutezile, 71.) 

                4-Bişr el-Merîsî (  219/834), Kitâbü'l-İrcâ.  ( Zehebî, Siyerü A'lami'n-Nübelâ,  X,  201.)

[2]Mürcie'ye karşı yazılmış, ancak zamanımıza ulaşmamış bazı reddiyeler  şunlardır:

                1-Yeman  b. Rebab, er-Red ale'l-Mürcie. (İbn Nedîm,   258.)

                2-Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Ma'cûr el-İhşid (İbnü'l-İhşîd),  Kitâbü'n-Nakz ale'l-Hâlidî fî'l-İrcâ. ( İbn Nedîm,  246.)

                3-Ahmed b. Hanbel,  Kitâbü'l-İrcâ. (Ahmed b. Hanbel, Kitabü Fedaili's-Sahabe, thk. Muhammed Abbas, Beyrut 1983,  I,  26  (Önsöz),  Fuat Sezgin, Târihu't-Türasi'l-Arabî,  C. 2, cüz.3,   226.   Sezgin'in de belirttiği gibi bu eser,  Ebû Bekr el-Hallâl'ın,  Câmi' (Müsned min Mesail.. British Museum, Or: 2675, v. 221-261 )  içerisinde bize ulaşmıştır. Ancak bu müstakil bir eser olmayıp, Câmi''nin bir bölümüdür.

                4-Fadl b. Şazan, Ebû Muhammed en-Nisâbûrî ( 260/873), Kitabü'r-Red ale'l-Mürcie. (Tusî, el-Fihrist, 150)

                5-Zeyd b. Ali(122/739),  Kitâbü'r-Red ale'l-Mürcie.  (Sezgin, Tarihü't-Türas, C. I,  cüz. 3,   323) Sezgin, bu eserin 116  sayfalık yazmasının  Berlin kütüphanesi  10265. numarada  bulunduğunu  kaydeder.  Başında ve sonunda eksiklik bulunan yazmanın elimizde bulunan mikrofilmin, 1.-5. varakları Mürcie'nin bazı iman görüşlerinin eleştirisi mahiyetinde, diğer varaklar,  daha çok,  Zeyd b. Ali'nin hayatı ve imameti,( v. 17a vd.) Kur'an yorumlarını (v. 28a vd.) ve Fıkhî görüşlerini ( v. 5a vd.) içermektedir.

                6-İsmail b. Ali b. İshak b. Ebî Sehl b. en-Nevbahtî,  Kitâbü'l-İrcâ.  ( Necâşî, Ricâlü'n-Necâşî,  I, 393.)

                7- Şebîb b. Atiyye, er-Red ale'ş-Şükkâk  ve'l-Mürcie. (Martin Hinds'e ait  Cambridge Üniv. Kütüphanesi Or: 1402  numaradaki  mikrofilm içerisinde,  279-285). 

                8- Dırar b. Amr, Kitâb ale'l-Ezarika ve'l-Haddâd ve'l-Mürcie. ( Michael Cook,  Early Muslim Dogma, 198. X. Bölüm 42. Dipnot) Cook,  van Ess'in, Kitâb ale'l-Mürcie fî'l-Esmâ  olarak verdiği bu eserin adının aslında yukarda zikredilen şekilde olduğunu ileri sürer.

                9-Vasıl b. Ata ( 80-131/ 699-748), Kitâbü  Esnâfi'l-Mürcie. ( İbn Nedîm, el-Fihrist, Tekmile   1;  Sezgin, Târîhu't-Türasi'l-Arabî, C.I,  cüz. 4,    19. ) Bu eser, Mürcie mensuplarından bahsediyor da olabilir.

                10-Yahya b. Ömer (289/902), Kitâbü'r-Red ale'l-Mürcie. ( Muhammed Talbi, " Theological Polemics at Qayrawân during the 3rd/9th Century", Rocznik Orientalistyczny, T. XLIII(1984),  153).

[3]Ebü'l-Ferec, Kitâbü'l-Eğânî, XIII, 50; Bağdâdî, Hızânetü'l-Edeb,   IX, 81-83.

[4]İbn Sa'd,  Tabakâtü'l-Kübrâ, VI, 214;  Ebü'l-Ferec, Kitâbü'l-Eğâni,  VII, 54 ; Muhammed b. Halef b. Hayyan Veki', Ahbârü'l-Kudât,  III, 29.

[5]İbn Sa'd, VI, 313; Ebü'l-Ferec, Kitabü'l-Eğânî, VII, 54;  Cahız, el-Beyan ve't-Tebyîn, I, 328; Yusuf Huleyf, Hayatü'ş-Şi'r fî'l-Kufe, 728;  Nebil Halil Ebû Haltem, el-Fıraku'l-İslâmiyye Fikren ve Şi'ren, 182.

[6]Taberî, Târîhu'l-Ümem ve'l-Mülûk, VI, 593;  İbnü'l-Esîr, el-Kâmil Fî't-Târîh,  V, 80.

[7]Müberred, el-Kâmil, III, 293; Beyyûmî, Tehzîbü'l-Kâmil, I, 122; İhsan Abbas, Şi'rü'l-Havâric, 185;  Ahmed Muhammed el-Hûfî, Edebü's-Siyâse fî Asri'l-Emevî, 129.

[8]Şehristanî, el-Milel ve'n-Nihal,  I, 164. Şehristanî, onu Mürciî olarak zikretse de, onun şiirlerinde böyle bir eğilimi tesbit edemedik. Öte yandan, onunla ilgili araştırma yapanlar, daha çok onun Mutezililiği ve zındıklığı üzerinde durmakatadırlar. ( Şevkî Dayf, Târihu'l-Edebi'l-Arabî:el-Asrü'l-Abbâsî el-Evvel, 414.; Ahmed Muhammed en-Neccâr, el-Attabî,  66.)

[9]Ahmed Emin, Duha'l-İslâm,  Kahire 1949,   III, 329;  Ebû Haltem,  188 vd.

[10]Ebû Nüvâs, Divânı Ebû Nüvâs (Mahmud Efendi Şerhi),  618.  Aynı adla basılmış başka bir baskısında da bu eğilimini gösteren şiirler tesbit edemedik.

[11]Ebû Haltem, 188 vd.

[12]Bu kasidenin  Arapça metni için bkz., Ebü'l-Ferec, Kitabü'l-Eğânî, XIII, 50; Bağdâdî, Hızânetü'l-Edeb , IX, 81-83.

[13] Veki', bu kasidenin tamamını ( Ahbâru'l-Kudât, III, 29-30 ); Ebü'l-Ferec ise, bir kısmını ( Kitabü'l-Eğânî, VII, 10 )  eserlerinde nakletmektedir.

[14]Daha sonraki Mürciî metinlerden olan Ebû Hanife'nin Risâle ila Osman el-Bettî, Kitâbü'l-Alim ve'l-Müteallim ( bu eser, Muhammed Revvâs Kal'acî ve Abdurrahman el-Hindî en-Nedevî tarafından tahkik edilerek  Haleb'te  1972 yılında yayınlanmıştır. ),   Kitâbü'l-Fıkhı'l-Ebsat, Kitâbü'l-Fıkhı'l-Ekber ve Vasiyye (İmamı A'zam'ın Beş eseri   çev. Mustafa Öz, İstanbul  1981) adlı beş eseri ve  Ebû Muti' Mekhul b. Fazl en-Nesefî(318/930)'nin, Kitâbü'r-Red ale'l-Bida', (thk. Marie Bernand , Annales Islamologiqes, 16 (1980),  39-126) gibi eserlerin İslam Mezhepleri  Tarihi açısından değerlendirilmesinde fayda vardır. İlk Mürciî metinlerden bazıları, tarafımızdan tercüme edilmekte olup bilahare yayınlanacaktır. Ebu Hanife'nin diğer eserlerinin de tahkik edilerek yayınlanması gerekmektedir.  Ebu Hanife'ye nisbet edilen eserlerin Mürcie açısından önemi konusunda geniş bilgi için bkz. Sönmez Kutlu, Mürcie ve Horasan-Maveraünnehir'de Yayılışı, Ankara 1994 , 7-19. (Basılmamış doktora tezi ) Ebû Muti' Mekhul b. Fazl en-Nesefî'nin  eserinin Mürcie açısından önemi ile ilgili geniş bilgi için bkz. Kutlu, agt., 19-20 ; 70-75.

[15]İbn Sa'd, V, 328; Belâzürî, Ensâbü'l-Eşrâf, III, 270-271;  İbn Asâkîr, Târîhu Medineti Dımaşk,  IV, 588; Zübeyrî, Kitâbü Nesebi Kureyş, I, 75, İbn Kudâme el-Makdisî,  et-Tebyîn fî Ensâbi'l-Kureşiyyîn,  136.

[16]İbn Sa'd, V, 328.

[17]İbn Kudame el-Makdisî, et-Tebyîn, 136 (dipnot 273'de muhakkık eserin asıl yazma nüshalarından birisinin sayfa kenarında  yazarın kendi yazısıyla onun 70 yaşında öldüğünün yazılı olduğunu belirtmektedir.)

[18]İbn Asâkîr,  IV, 588.

[19]Fesevî, Kitâbü'l-Ma'rife ve't-Târîh, II, 737, 742.

[20] İbn Sa'd, V, 328;  İbn İmâd, Şezârâtü'z-Zeheb,  I, 121; İbn  Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb,  II, 320.

[21]Fesevî,   I, 143; İbn  Kesîr, el-Bidâye, IX, 140; Zehebî, Siyer, IV, 130.

[22]Zehebî, Siyer, IV, 130;  İbn   Hacer, Tehzîb, II, 130; Safedî, Kitabü'l-Vâfî,  XII, 214.

[23]İbn Sa'd, V, 328; İbn Hibbân, Kitâbü'l-Meşâhiri'l-Emsâr,  62; İbn Rüste, A'lakü'n-Nefîse, VII, 200; Belâzürî, Ensâbü'l-Eşrâf, III, 270-271;  İbn Asâkîr,  IV, 58; Zübeyrî,  I, 75; el-Fesevî, el-Ma'rife  II, 13; .Ebû Bekir el-Hallâl, Mesâil.., v.127a. ;  İbn Ebi'l-Hadîd, Şerhü Nehci'l-Belâğa,  VIII, 120; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, IX, 140; Zehebî, Târîhü'l-İslâm, III, 357-358;  el-İber,  I, 100;  İbn Hacer, Tehzîb,  II, 320,  İbnü'l- İmad, Şezârât,  1, 121,   es-Safedî, Kitabü'l-Vâfî,   XII, 212; Taşköprüzade, Miftahü's-Saade ve'l-Misbâhi's-Siyâde, II, 163.

[24]İbn Sa'd, V, 328; İbn Ebî'l-Hadîd, VIII, 119-120;  Zehebî, Târîh, III, 359; Siyer, IV, 130; İbn  Hacer, Tehzîb, II, 320;  İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 140.

[25]Makdisî, el-Bed', VI, 59; İbnü'l-Fakih,  Kitâb al-Buldân, 315.

[26]Fesevî, II, 737, 742.

[27]İbnü'l-Murtazâ, Tabakâtü'l-Mu'tezile,  25.

[28]İbn Hibbân, Kitabü'l-Meşâhir,   62.

[29]İbn Hibbân, Kitabü'l-Meşâhir,   62.

[30]Fığlalı, İmamiyye Şiası, 145-146.  Muhtar'ın vasîliği  bu anlamda kullandığını gösteren rivayet için  bkz.  İbn Sa'd, V, 218.

[31]İbn Sa'd ( Bkz.  V, 328 ).  Halife b. Hayyat( Bkz. Târîh,  325 ), onun Ömer b. Abdilaziz döneminde ; İbn İmad ise, onun hicri 95 yılında öldüğü fikrindedir. ( Bkz. Şezerât, I, 121; Zehebi, Halife b. Hayyat'a dayanarak onun hicri 100 veya daha önce öldüğünü savunurken ( Bkz. Siyer, IV, 130; ) ; İbn Hacer de aynı kaynağa dayanarak hicri 99 veya 100 yılında öldüğünü ileri sürer. ( Bkz. Tehzîbü't-Tehzîb, II, 320.)

[32]İbn  Sa'd,  V, 328;  Zübeyrî,   I, 75.

[33]Bkz. Kitâbü'l-Îmân,  145-149.

[34]Tehzîb, II, 321.

[35]Târîh, III, 357-358.

[36]Sezgin, Târîhu't-Türâsi'l-Arabî, C.I, cüz.1,  279.

[37]Josef van Ess, " The Beginnings of İslamic Theology ", The Cultural Context of Medieval Learning, ed. J.E.Murdoch-E.D.Sylla,  Hollanda 1975,  87-111.

[38]Bkz. I, 175-179. Almanca metinleri benim için Türkçe'ye çeviren Doç. Dr. Cemal Tosun'a teşekkür ederim.

[39]Bkz. Theologie und Gesellschaft im 2. und 3. Jahrhundert Hidschra, Berlin 1993, V/6-11

[40]Bkz. Kitâbü'l-İmân,  145-149.

[41]Şerhü Nehci'l-Belâğa, VIII, 120.

[42]Zehebî, Târîh, III, 359.

[43]İbn Hacer, Tehzîb, II, 321.

[44]Cook,  88.

[45]İbn Sa'd, V, 328; Ahmed b. Hanbel, es- Sünne,  89; İbn Asâkîr,   IV, 593; Zehebî, Târîh, III, 358; İbn Hacer, Tehzîb, II, 320.

[46]Das Kitâb al-Irğâ',  40. Krş. Givony, The Murjia and The Theological School of Ebu Hanifa A Historical and Ideolojical Study, Edinburg 1977, ( Edinburgh Üniversitesinde Basılmamış doktora tezi ),  18.

[47]van Ess, " Das Kitâb al-Irğâ'.." ,   49;  " The  Beginning..," ,  96.

[48]Der Imam al-Qasım ibn İbrahim und die Glaubenslehre der Zaiditen,  229.

[49]Cook, eserin tarihlenmesi tartışmalarına  müstakil bir bölüm ayırmıştır. Bkz. Early Muslim Dogma,  68-88.

[50]İbn Asâkîr,  IV, 593;  Zehebî, Târîh, III, 358.

[51]Halife b. Hayyât, Kitabü't-Tabâkât, 230;  Zehebî, el-İber, 1, 68.

[52]Das Kitâb al-Irğâ'..,  23.

[53]Onat, Emevi Devri Şii Hareketleri, 60.

[54]Ya'kûbî, Târîh, II, 258; Taberî, II, 522.

[55]Taberî, II, 600.

[56]Der Qasım b. İbrahim..,   236.

[57]İbn Sa'd, VI, 2

[58]Taberî, II, 704.

[59]Vedad  el-Kâdî, Keysâniyye fî't-Târîh, 127;  Onat, 144.

[60]Salim ve eserindeki İrcâ konusundaki fikirlerinin geniş bir tahlili için bkz. Kutlu, agt., 66-72.

[61]Sîre, 161 . Cook, Sîre'deki Mürcie ile ilgili kısmı Early Muslim Dogma adlı eserinde 160-163. sayfalar arasında yayınlamıştır. Sîre'ye yaptığımız referanslar bu eserin sayfa numaralarıdır.  Bu metin, tarafımızdan Türkçe'ye çevrilmiş bulunmaktadır. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde neşredilecektir.

[62]van Ess, " Das Kitâb al-Irğâ'.." ,  49; Anfange Muslimischer Theologie,   6; " The Beginning ",  96;  Madelung,  Der Qasım b. İbrahim,   229.

[63]Anlaşmayla İslam'ın hakimiyetini benimseyenler.

[64]Hasan b. Muhammed, burada " el-İktisad fi's-Sünne " ifadesini kullanmaktadır. Onun daha önce  " sünnet "  kelimesini Allah'ın insanlara vahiy gönderme geleneği ve Allah'ın kanunu anlamında kullanması dolayısıyla,  bu şekilde çevirdik. Çünkü o, bu eserinde sünnet kelimesini Hadis ilminde kullanılan teknik anlamda kullanmamaktadır.

[65]Salim'in Sîre'sinde  (Bkz.,  160 )  bu şekilde geçtmektedir. Bu  sebeple van Ess'in neşrinde " Ehlü'l-Firkat'il-Evvel "'in buna uygun olarak düzelttik. (" Das Kitâb al-Irğâ'..",  23).  İbn Ebî Ömer el-Adenî'nin  Kitabü'l-İmân'ında  da " Ehlü'l-Firkat'il-Evvel " şeklindedir. ( Bkz.,  148). Zehebî ise, " Ehlü'l-Firka " olarak nakletmektedir.  (Târîh, III, 359).

[66]van Ess'in tahkik ettiği metinde " fî men  'Âbe'r-Ricâl"  şeklindedir.  İbn Ebî Ömer el-Adenî de aynı  şekilde nakletmektedir. (Kitâbü'l-İmân,  148). Ancak  Zehebî'nin  okuyunun daha doğru olduğu için onu tercih ettik.  (Târîh, III, 359). Çünkü, ilk metinlerden olan Salim'in Sîre'sinde de " fî men Ğâbe ani'r-Ricâl fî Emri'l-Firkati'l-Ûlâ"  olarak geçmektedir. (Bkz. 160).

[67] Taha 51.

[68]Taha 52.

[69]van Ess, asıl metindeki bu kelimeyi  Sebeiyye olarak okumaktadır. Bkz. Das Kitâb al-Irğâ'.., 23. Zehebî'nin naklettiği metinde ise, Şîa   şeklinde geçmektedir.  (Târîh, III, 359). Cook, bu kelimenin lâm-ı tarifsiz geçmesi dolayısıyla, Şîa Mütemenniye olarak okunması gerektiğini ileri sürmektedir.  (Early Muslim Dogma,  69). Ancak van Ess, daha sonra kaleme aldığı bir makalesinde bu kelimeyi es-Sebeiyye el-Mütemenniye şeklinde düzeltmiştir.  (The Beginning,  49).  İbn Ebî Ömer el-Adenî'nin Kitâbü'l-İmân'ını tahkik eden Hamed b. Hamdî el-Cabirî ise, Şebîbe Mütemenniye şeklinde oldukça garip bir noktalama ve harekeleme yapmıştır. (Bkz.    148). Biz bu kelimenin aslında Sebeiyye olduğunu ancak, bu fikirlerin Şîa tarafından da benimsenmesi dolayısıyla, Kitâbü'l-İrcâ'dan sonraki kaynakların onu naklederken Şîa olarak nakletmekte bir beis görmedikleri kanaatindeyiz. Ebû Hamza'nın hutbelerinde de Şîa olarak geçmektedir. Bkz. Nayif Ma'rûf,  Dîvânü'l-Havâric,   Beyrut  1983, 285, 293.

[70]Asıl metinlerde  "alâ Benî Ümeyye" şeklinde geçmektedir. Ancak gerek metinde gerekse diğer kaynaklarda Emevîlere nasıl bir iftirada bulundukları konusunda her hangi bir bilgi tesbit edemedik. Metinde Peygamber hakkında Kur'an'ı gizlediği iftirasında bulunulması kısımlarını hesaba katacak olursak, bunun "alâ Nebiyyihi " şeklinde olması gerektiği anlaşılmaktadır. (Das Kitâb al-Irğâ'..,  24). Cook da bu konuyu tartışarak, aynı görüşü savunmaktadır. Geniş bilgi için bkz. Early Muslim Dogma,  36-37.

[71] Maide 64.

[72] Ahzab 37.

[73] Tahrim 1.

[74] İsra 74.

[75]Kitâbü'l-İrcâ'nın  Mürcie açısından önemi ile ilgili tahlil ve değerlendirmeler için bkz. Kutlu, agt.,,  74-87.


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam170
Toplam Ziyaret907704
Yeni Çıkan Eserler


İnsani ve Ahlaki Değerler
Prof. Dr. Sönmez Kutlu


İmam Maturidi ve Maturidilik
(Özbek Türkçesi)
Prof. Dr. Sönmez Kutlu


 Türk Müslümanlığı Üzerine Yazılar


Güncel Dini- Siyasi Meseleler Üzerine Yazılar



Selefiliğin Fikri Arkaplanı