Dr.
Sönmez KUTLU
Diğer
mezhep mensupları gibi, Mürciî'ler de,
kendi akîdelerini açıklamak ve muhaliflerine cevap vermek için bir çok eser yazmışlardır. Bunlar arasında, bizzat İrcâ akidesinin izahı
ve temellendirilmesi amacıyla yazılan Kitâbü'l-İrcâ
adlı eserlerin önemli bir yeri vardır. Bizzat Mürciî alimlerce Kitâbü'l-İrcâ adıyla kaleme alınan beş ayrı eserin[1] ve
bunlara yazılmış reddiyelerin[2]
adları bilinmektedir. Ancak biraz sonra üzerinde duracağımız Hasan
b. Muhammed'in Kitâbü'l-İrcâ'sı
dışındakiler, maalesef, bize
ulaşmamıştır.
Kaynaklarda, Sâbit Kutna (110/728)[3],
Muhârib b. Disâr (116/734)[4],
Avn b. Abdillah (120/737)[5],
Ebû Rü'be (145/762)[6], Ebü'l-Âsım el-Leysî (?)[7] ,
Attâbî (208/823)[8] , Ka'b b. Me'dân
(100/718'li yıllar), Abbasi dönemi şairlerinden Ebû Nüvâs (198/813'den sonra)
ve Ebû Dülâme(161/777) gibi pek çok
şairin[9] Mürciî akîdeyi benimsediği ve şiirlerinde ona yer verdiği sık sık dile
getirilmektedir. İlk ikisi istisna edilecek olursa, diğerlerinin bize ulaşan
şiirleri hem oldukça azdır, hem de Mürciî akîdeyle ilgili pek az bilgi
içermektedir. Ancak Ebû Nüvâs'ın
elimizde bulunan divanı[10]
ve diğer zikredilen şairlerin şirleri[11]
incelendiğinde, onların bu akîdeyi gerçekten benimsediklerini söyleyebilmek
biraz zordur. Bu Mürciî şairlere ait ve doğrudan İrcâ akidesini işleyen, tesbit
edebildiğimiz, iki kaside bulunmaktadır. Bunlardan birisi Sâbit
Kutna (110/728) tarafından yazılan İrcâ
Kasidesi ( I )[12],
diğeri ise Muhârib b. Disâr(116/734)'ın yazdığı İrcâ Kasidesi ( II )[13]'dir.
Tarihî kaynaklar bu ikincisi için böyle bir isim kullanmamışlarsa da, İrcâ
akidesi açısından önemine binaen ve bundan
sonraki araştırmalarda karışıklığa sebep olmaması için bu şekilde isimlendirmeyi uygun bulduk. Biz
bu makalemizde, Hasan b. Muhammed'in Kitâbü'l-İrcâ'sını
ve az önce zikrettiğimiz ilk Mürciî
fikirlerin oluşumasında ve kitlelere ulaştırılmasında önemli yeri olan bu üç
eserden birincisi hakkında bilgi vermek ve tercüme ederek Türkçe'ye kazandırmak
istiyoruz.[14]
Haşimoğulları
soyundan gelen ve Ebû Muhammed künyesiyle bilinen Hasan'ın babası, Hz.Ali'nin
oğlu olan Muhammed b. el-Hanefiyye'dir.[15]
Annesinin adı Cemal bt. Kays b. Mahreme b. Abdülmuttalip b.Abdülmenaf'tır.[16]
Kesin olmamakla beraber, o, hicri 30/650 yılında Medine'de ailenin en büyük
çoçuğu olarak dünyaya gelmiştir.[17]
Şiiler arasında adından sıkca sözedilen Ebû Haşim Abdullah b. Muhammed, onun küçük kardeşidir.[18]
Hasan
b. Muhammed, Abdullah b. Abbas ve babası Muhammed b. el-Hanefiyye başta olmak
üzere diğer pek çok alimden dersler aldı. Fakih ve muhaddis olan Hasan, ortaya çıkan anlaşmazlıkları, bu konuda ileri
sürülen fikirleri yakından takip ediyor ve
bunlara yeni çözümler üretmeye çalışıyordu. Bu yüzden bazı kaynaklar,
onu Sebeiye'ye meyilli[19]
kardeşine tercih edilen, bu sülalenin en zekisi, en güveniliri[20]
ve yaşadığı dönemin ihtilaflarını
(itikadî ve amelî) en iyi bilen[21]
birisi olarak göstermektedirler. Zührî gibi meşhur bir alim bile, onun yanında
ikinci sırada gelmekteydi.[22]
Bu sebepten, siyasi ve ilmi çevrelerde, kardeşinden daha fazla itibarı vardı.
Hasan
hakkında bilgi veren kaynakların çoğu, ondan İrcâ fikrini ilk ortaya atan ve bu
konuda Risâletü'l-İrcâ veya Kitâbü'l-İrcâ adıyla ilk eser yazan
birisi olarak bahsetmektedir.[23]
Ancak biz onu, İrcâ fikrini ilk ortaya atan değil[24],
onu temellendirmek için eser yazan ilk kişi olarak görmekteyiz.
Hasan
b. Muhammed, Hz. Ali'nin torunu olmasına rağmen, içinde doğup büyüdüğü Medine
ve Mekke'nin Hz. Ebû Bekir ve Ömerci siyasî
atmosferinin[25]
etkisinde kalması sebebiyle, babasına ve Sebeî hadisleri rivayet eden[26]
kardeşine İrcâ konusunda muhalefet
ederek[27],
Ehl-i Beyt arasında bu iki halifeye en fazla meyilli birisi olarak meşhur
olmuştur.[28] Çünkü o, " Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer'den ayrılanı sünnetten ayrılmış " kabul ediyordu.[29]
Muhtemelen Hasan, Kitâbü'l-İrcâ'yı
babası ve kardeşi Ebû Haşim etrafında oluşan spekülasyonlar dolayısıyla ve
Muhtar'ın " Hz. Ali için vasî sıfatını Hz. Peygamber'in " hukûkî ve
dinî halefi" anlamında kullanması"[30]
neticesinde Hz. Ebû Bekir ve Ömer'le ilgili
ileri geri konuşulmaya başlanmasına tahammül edemediği için yazmıştır
Hasan,
böyle bir eseri yazmakla kalmamış onu bazı önemli şehirlere öğrencileri veya
başkaları yoluyla göndererek İslam ümmetindeki daha önce varolan birlik ve
beraberliğin tekrar sağlanmasına çalışmıştır. Özellikle Haricilerin Hz. Osman ,
Hz. Ali ve diğer sahabileri tekfir etmelerine ve babası etrafında oluşturulan
asılsız iddialara karşı çıkarak yazdığı eserinde onları eleştirmiştir. Dönemindeki siyasi ve itikadi bazı mezheplere
ve görüşlerine yer vermesine bakılırsa, onu Makalât geleneğini başlatan ilk
kimselerden göstermek mümkündür.
Hasan'ın
ölüm tarihi konusunda, kaynaklar, farklı tarihler vermekle beraber, hicri 100
/718 yılında öldüğünü belirten rivayetler daha doğru görünmektedir.[31]
Hasan
b. Muhammed b. el- Hanefiyye(100/718[32])'ye
nisbet edilen bu eser, İrcâ akîdesinin bize ulaşan en eski ilk yazılı metni
kabul edilmektedir. İki sayfalık bu risâle, İbn Ebî Ömer el-Adenî
(243/857) tarafından nakledilmek
suretiyle günümüze kadar ulaşmıştır.[33]İbn
Hacer, Kitâbü'l-İrcâ'yı, adı geçen
eserin sonunda görüp incelediğini, bu konuda verdiği bilgilerde ona dayandığını
belirtmiş ve bazı kısımları iktibas etmiştir.[34]Ayrıca,
Zehebî, Hasan b. Muhammed ve onun iki sayfalık Kitâbü'l-İrcâ'sı ile ilgili haberleri, Ya'kub b. Şeybe
(262/875)'nin Müsned İmam Ali (RA) adlı eserinden aldığını
zikrederek, bazı alıntılar yapmak suretiyle, oldukça önemli bilgiler
vermektedir.[35] Fuat Sezgin'in verdiği bilgiye göre, Yakub b. Şeybe'nin Müsnedü'l-Kebîr el-Muallel adında bir
başka eseri daha vardır. Bunun 11.bölümü olarak bilinen Müsnedi Emîrü'l-Müminîn Ömer b.el-Hattab kısmı günümüze kadar
ulaşmıştır[36]. Müsnedi İmam Alî de bu eserin bir başka bölümü olabilir ve
Zehebî'nin de Kitâbü'l-İrcâ'yı oradan
aldığı söylenebilir. Kitâbü'l-İrcâ, ilk defa, Zahiriye
Kütüphanesi 104 numarada kayıtlı mecmuanın 233a- 250b varakları arasındaki
metni van Ess tarafından ortaya çıkarılarak, tahkik edilmiş ve hakkında geniş
bilgi verilmek suretiyle, " Das
Kitâb al-Irğâ' des Hasan b. Muhammed b. al- Hanafiyya ", (Arabica XXIII (1974),
20-52.) adlı hacimli bir
makalesinde yayınlamıştır. Ayrıca, o, konuyla ilgili görüşlerini İngilizce
olarak yazdığı bir başka makalesinde de tartışmaktadır.[37]
Biz tercümemizde bu neşri esas aldığımız için sayfa numaralarını buna göre
yaptık. Anlaşılması zor görünen yerlerde, İbn Ebî Ömer el-Adenî'nin naklettiği
metne, Zehebi ve İbn Hacer'in alıntılarına da müracaat ettik. Özellikle İbn Ebî
Ömer el-Adenî'nin Kitâbü'l-İmân'ının
tahkikinde metinde anlaşılması zor
kelimelerle ilgili dipnotlarda yaptığı açıklamalardan büyük ölçüde istifade
ettik.
Son
olarak van Ess, Theologie und Gesellschaft im 2. und 3. Jahrhundert Hidschra (Berlin
1991)'da , bu konuyu, bir alt başlık altında[38] ele alarak
değerlendirmelerde bulunmaktadır. Ayrıca bu eserin son cildinde, Kitâbü'l-İrcâ'yı ve diğer Mürciî
metinleri Almanca'ya çevirmiştir.[39]
Kaynaklarda
adı belirtilerek veya belirtilmeden, Hasan b. Muhammed'in böyle bir eserinden
bahsedilmesi ve İbn Ebî Ömer el-Adenî'nin onun tamamını[40],
İbn Ebî'l-Hadîd[41], Zehebî[42]
ve İbnü'l-Hacer'in[43] farklı kaynaklardan ve bazı farklılıklarla
beraber bir kısmını bize ulaştırmış olması, bu eserin Hasan b. Muhammed'e
aidiyeti konusunda şüphenin olmadığını açıkça ortaya koyması bakımınadan
oldukça önemlidir. Hasan b. Muhammed 100/718 yılında öldüğü ve eserin gerçek
sahibinin kendisi olduğuna göre, " onun Emevîlerin sonlarına doğru
yazıldığını "[44]
ileri sürmek mümkün görünmemektedir.
Diğer taraftan, Hasan'ın çağdaşları Basra'lı Eyyûb es-Sahtiyânî(131/748)
ve Kufe'li Zadân(82/701), bu eseri niçin yazdığı konusunda onunla özel olarak
görüşmüşlerdir.[45] O halde eserin kimin
olduğu değil, Hasan b. Muhammed tarafından ne zaman yazıldığı tartışılmalıdır.
Butün bunlar dolayısıyla, van Ess[46] gibi eserin ona nisbeti konusunda şüphe
olmadığı kanaatindeyiz.
Eseri tahkik eden van Ess, 75/694 yılına[47];
Madelung 73/692'ü takip eden yıllara[48], Cook
ise, daha sonraki yıllara tarihlemektedirler.[49] Fakat biz eserin 75/694 ila 80/699
yılları arasında yazılmış olabileceği kanaatindeyiz.
Hasan
b. Muhammed, bir rivayete göre, bu eseri yazdığı için gerek çağdaşı Zadân
gerekse babası Muhammed el-Hanefiyye tarafından tenkid edilmiştir.[50]
Zadân'ın ölüm tarihi 82/701, Hasan b. Muhammed'in babasının ölüm tarihi ise
81/700 olduğuna göre[51]
eser, bu tarihlerden önce yazılmış olmalıdır.
Eserin kimlere veya ne zaman yazıldığı konusunda,
bizzat metinden kesin bir delil bulabilmek
mümkün değilse de, özellikle yazılış tarihi konusunda bazı ipuçlarından
da yoksun değildir. Metinde Hz. Osman, Hz. Ali ve ilk ayrılıklarda yer
alanların durumunun Allah'a bırakılmasından çok Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in
tartışmasız kabul edilmesi ve onları
tartışan bir grubun düşman ilan edilmesine bakılacak olursa[52], basit şekliyle İrcâ fikrinin ilk defa bu
eserde işlendiğini söylemek zordur. Çünkü hicrî II.asrın ilk yarısından
itibaren Hz. Osman ve Ali'inin durumlarını erteleme(İrcâ) bizatihi siyasî bir
tavrın işaretiydi. Bu durumda özellikle, onları tekfir eden Haricî veya
onlardan sadece birisini seven, diğerini kötüleyen zihniyete karşı
yapılmaktaydı. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in durumları, henüz hiç kimse
tarafından tartışma gündemine sokulmamıştı. 50/670'li yıllardan itibaren
Muhtar'ın ölümüne kadar Sebeiyye, Emevilerin
Hz. Ali'yi lanetleme fikrine bir tepki olarak " Hz. Osman
aleyhtarlığı "[53]
anlamında kullanılmaktaydı. Çünkü eğer Muhtar, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i
kötüleme fikrine sahip olsaydı, Abdullah b. Ömer, onu serbest bırakmaları için
Ubeydullah b. Ziyad'a[54]
ve Abdullah b. Yezid'e[55]
aracılık yapmazdı. O halde Muhtar'ın ölümünden sonra, onun etrafındakiler arasında
ilk iki halifeyi de kötülemeye başlayan kimselerin bulunduğu gündeme
gelmektedir.Ancak, Madelung'un da ifade
ettiği gibi[56] , Sebeiyye bu dönemde,
Muhammed el-Hanefiyye ve Ebû Haşim adına ortaya çıkan ve ilk üç halifeyi tekfir
eden kimseler için kullanılmaktaydı. 96/714 yılında ölen İbrahim en-Nehaî
" Ben ne Sebeîyim, ne Mürciîyim" sözüyle böyle bir anlamı kasdetmiş
olabilir.[57] Kanaatimize göre, Muhtar
hareketine, Sebeî unsurların sızmasından dolayı[58],
düşmanlarınca bütün Muhtar taraftarlarına böyle bir isim verilmiş olabilir.[59]
Kitâbü'l-İrcâ'da geçen Sebeiyye
hakkındaki bilgiler, Salim'in Sîre'siyle[60]
karşılaştırıldığında her ikisinde de aynı kavramın kullanıldığı görülecektir. Ancak burada, Hz. Ebû Bekir ve
Hz. Ömer hakkında ihtilafa düşen ve onları dost edinmeyen kimselere karşılık
olarak kullanılmıştır.[61]
Salim, daha önce Hz. Osman aleyhtarlığı anlamında kullanılan Sebeî kavramını
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer aleyhtarlığı için
de kullanmaktadır. Sîre'de ilk
ve basit şekliyle kullanılmış olan bu kavram, Kitâbü'l-İrcâ'da açık ve daha net olarak yer alması, onun Sîre'den sonra kaleme alındığı intibaını
uyandırmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Sîre,
Hz. Osman ve Ali'nin ve ilk ayrılıklara karışanların durumunun Allah'a
bırakılması, İrcâ fikrinin esasını oluştururken, Kitâbü'l-İrcâ'da " ilk ayrılıkta yer alanları erteleriz(irca
ederiz) " fikri silik kalmış, daha çok ilk iki halifenin tartışılmazlığı
İrcâ fikrinin önemli bir esasını oluşturmuştur. Bütün bunlar göz önüne alınacak
olursa, Kitâbü'l-İrcâ 73/692'le
tarihlenen Sîre'den bir kaç yıl sonra
75/694'li yıllarda kaleme alındığını söylemek mümkündür.[62] Sîre'de yer alan, İrcâ fikrinde, birinci
derecede Haricileri, ikinci derecede Hz. Osman aleyhtarı olan Sebeîleri ve Hz.
Ali aleyhtarı olan Emevîleri red, Kitâbü'l-İrcâ'da
ise Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer aleyhtarlığı yapan Sebeî'leri red ağır
basmaktadır.
İbrahim
b. Uyeyne'nin Abdülvahid b. Eymen'den rivayet ettiğine göre; Hasan b. Muhammed
b. el-Hanefiyye, kendisine şu kitabı insanlara okumasını emrediyordu:
1-
İlk önce Allah'tan korkmanızı tavsiye eder, emirlerine itaat etmenizi öneririz.
Ona itaat etmenizden hoşlanacağımızı , isyan ettiğinizde öfkeleneceğimizi
bildiririz. Şüphesiz " Allah bu kitabı kendi ilmiyle indirdi " , onu
muhkem kıldı, sonra da ( ayetleri ) uzun uzun açıkladı, onu yücelterek her
taraftan gelebilecek yanlışlık ve saldırılardan
korudu. Yüce Allah bu kitapta örnekler vermek, ibret alınacak şeyleri
açıklamak suretiyle, onu iyiyi kötüden ayırdedici, zulmetten nura çıkarıcı,
görmeyene yol gösterici, sapıklıktan hidayete ulaştırıcı bir rehber kıldı.
Sonra bu nimet tamamlandı ve ibadetler son halini aldı, Allah'ın
vasiyetleri korundu, kanunu ( sünneti )
uygulandı, öğüt verme sona erdi ve neticede misak gerçekleştiği için emredileni
yerine getirmek vacip oldu. İşte bu Allah'ın sağlam ipidir, yani kopmak
bilmeyen sağlam bir kulptur. Ona hem öncekiler hem de sonrakiler yetişti. Allah , ( bu Kur'an'ı ) kendi hükümlerinin
geçerli olduğu, kendi nefsi için seçtiği ve kullarına da uymayı farz kıldığı
kitap olarak indirdi. Bu kitabı koruyan
ve ezberleyen başkasına ulaştırsın. Çünkü Kur'an'ı ihmal edip kaybedenden, onun
dışında başka hiç bir şey kabul edilmiyecektir.
2-
İkinci olarak; Allah Teala, Hz. Muhammed'e nübüvvet verdi ve bütün insanlara
rahmet olması için onu Peygamber olarak gönderdi. Halbuki insanlar, o zaman,
cahiliyye karanlığı ve sapıklığı içindeydiler, putlara ibadet ediyorlar, fal
oklarıyla şanslarını deniyorlar, işlerini fal oklarına göre yönlendiriyorlar,
onlarının helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını haram sayıyorlardı. Onların dini bidat, davetleri ise yalan ve
iftiradır. İşte bu sebeplerden dolayı Aziz ve Celil olan Allah size bir rahmet
ve iyilikte bulunarak gerçekle (
Kur'an'la ) Muhammed'i resul olarak gönderdi. Sizden önceki ümmetler gibi sizi
de kitapla hem müjdeledi, hem de uyardı.
Allah'ın elçilerinin onlara nasıl
nasihatte bulunduklarını, bu ümmetlerin onları nasıl yalanlayıp yüz
çevirdiklerini ve bu yüzden Allah'ın
onları nasıl cezalandırdığını, kitabındaki İbrahim kıssasında anlattı. Böylece
Allah onların uğratıldığı ceza ile sizi uyararak , öncekilere sadece, salih
amellerinizde uymanızı emretti.
3-
Hz. Muhammed, Rabbinden kendisine indirileni tebliğ etti, ümmete öğüt verip, güzel
işler yaptı ve düşmanlarıyla çarpıştı. Böylece Allah onunla kendi hükmünü
yücelterek nurunu parlattı ve sözünü tamamladı. Allah kendi için haklarını
bilen ve onları kabul eden, bu uğurda kanlarını akıtan ve mallarını feda eden,
yurtlarını ve yakınlarını terkederek Yüce Allah'a hicret eden, onlara kucak
açıp yardım eden, onlarla kaynaşan,
onları sevip kendi nefislerine tercih eden topluluklar seçti. Allah ,
onlarla dinini güçlendirdi, hakkı batıla galip getirdi, putlara (tağuta) daveti
kaldırdı, fal okları kırıldı, putlara ibadet terkedildi. Allahın elçisinin
kabul edilmesiyle Allah'ın dini hakim oldu. İnsanlar Yüce Allah'ın emrini
tanıdı ve onun hükümlerine boyun eğdiler. Yine insanlar gerçeği kabul ederek
Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah'ın peygamberidir dediler. Allah'ın
farzlarını yerine getirdikleri için Allah da nebisi Muhammed'i ve hayır talep
eden kimseleri sevap, yardım, müjde ve hakimiyetle ( delil ) mükafatlandırarak
insanlar için seçtiği dinini sağlamlaştırdı ve korkularını giderip güven ve
emniyetlerini sağladı.
4-
Allah, kendisine isyanı yasaklayıcı bir hüküm koyduktan, davetini tamamlayıp
İslam'ı müminlerin kalbine yerleştirmesinden sonra dininin kanun ve farzlarını
belirledi. Allah, müslümanlara dini
kendisiyle tanıyabilecekleri alametleri bildirdi, ibadet şekillerini öğretti.
Böylece Allah'ın hükmü (sünneti) gerçekleşti. Bundan sonra günahkarları tevbe
ederek hicret etmeye çağırdı, Allah tevbe kapısını hem kendisi için bir delil
hem de kulları için bir öğüt olsun diye açtı. İslam inanırları katında şanı
yüce ve yolları açık seçik bilinen bir din olmakla beraber, mazlumların ve
Ehl-i Zimmet'in[63] haklarını da teminat altına alan bir dindir.
Bu hususu Ehl-i Zimmet ve mazlumlar bilmekte ve itiraf etmektedir. Dünya'da
elde edecekleri çıkar umudu, onları Allah rızası için ictihadda bulunmaktan
ve Kur'an'la[64] yetinmekten alıkoymaz. Başlarına gelebilecek
şiddetli bir bela korkusuyla da onları ihmal etmezler. Çünkü onlar Allah'tan
gelen bütün emirlere gönülden inandılar ve kalplerine onu sindirdiler. Böylece
onlar şaşmaz ve dosdoğru bir yolda hevaların karışmadığı ve kalplerin
şaşmıyacağı Allah'ın koymuş olduğu kesin bir hüküm üzerinde , Allah'ın
kendileriyle yaptığı sözleşme doğrultusunda yürürler. Muhakkak ki bu ümmetin
durumu daha önceki ümmetlerin durumlarıyla aynıdır. Şöyleki, onlar için de
kendi aralarından bir korkutucu gelmiş,
hayatta kalabilmeleri ve sapasağlam durabilmeleri için gerekli şeye
onları davet etmiş, mücadala etmiş ve üzerine düşeni yapmıştı. Bunun sonucunda Allah'ın elçisi,
kendisine inananlarla bir olup yalanlayanlara karşı, Allah'ın helallerini
helal, haramlarını haram kılıncaya ve
ona itaat edilinceye kadar savaşmıştı.
5-
Daha sonra bu ümmetin başına Allah'ın gerçekleşeceğini haber verdiği fitne
belası inince, insanlar birbirlerini terkettiler ve aynı tarafta yer alanlar
birbirlerini dost edindiler. Bu konuda bizim tavrımızı ve fikrimizi soranlara
cevabımız şudur: Biz öyle bir grubuz (kavimiz )
ki , Rabbimiz Allah; dinimiz İslam; önderimiz Kur'an, Nebimiz Muhammed'dir.
Görüşlerimizde onu ölçü alıyoruz, durumumuzu Allah'a ve resulüne havale
ediyoruz. Biz, imamlarımız Ebu Bekir ve Ömer'den razıyız. Bu sebepten onlara
itaat edilmesini istiyoruz. İsyan edenleri ise nefretle kınıyoruz. O ikisine
düşman olanları düşmanımız olarak ilan ediyoruz. Onlardan ilk ayrılıklarda yer alanlara (Ehlü'l-Firkati'l-Ûlâ)[65] gelince, onlarla ilgili verilecek hükmü Allah'a bırakıyoruz. Ebu Bekir ve Ömer
yüzünden bu ümmet birbiriyle savaşmadı, hatta onların durumları hakkında
ihtilaf etmek şöyle dursun, şüpheye dahi düşmedi. Gerçekte İrcâ, bizzat
yetişemediğimiz ve daha önce yaşamış kimseler( fî men Ğâbe ani'r-Ricâl)[66] hakkındadır.
6-
Bu ümmetten bazı kimseler, " İrcâ " fikrimiz dolayısıyla bizi
ayıplayarak bu fikrin ne zaman ortaya çıktığını soruyorlar ? Bize göre, İrcâ,
Allah'ın nebisi Musa zamanında ortaya çıktı. Şöyleki, Firavun Musa'ya: "
Peki ya ilk nesillerin hali ne olacak diye sorunca " [67],
kendisine vahiy gelen Musa şöyle dedi: " Onların bilgisi Rabbimin yanında
bir kitaptadır, Rabbim şaşmaz ve unutmaz."[68]
Firavun onun bu deliline karşı başka bir cevap veremedi.
7-
Sebeiyye Mütemenniye[69] de bizim düşman olduğumuz kimseler
arasındadır. Çünkü onlar, Allah'ın kitabına görünüşte uydular. Ama diğer yandan Allah'a ve Nebi'sine[70]
karşı yalan ve iftirada bulundular. Onlar, insanları müslümanlıkları konusunda
şaşmaz bir gözle ve yanılmaz bir akılla ayıramadılar. Bir tarafta günah
işleyeni günahı dolayısıyla suçlarken diğer tarafta aynı günahı kendileri
işlediler. Böylece günah işlemekle
fitneye yardım etmiş oluyorlardı, ancak bu fitneden nasıl kurtulacaklarını
bilmiyorlardı. Arab'ın Ehl-i Beyt'ini imam edindiler ve onların dinlerini
taklid ettiler, onların sevdiklerine dost oldular, sevmediklerini terk ettiler.
Kur'an'dan yüz çevirip kahinlere uyarak
Kıyamet kopmadan önce bir devletin kurulacağı beklentisi içerisinde
oldular. Allah'ın kitabını tahrif
ettiler. Onun hükümlerini rüşvetle saptırdılar ve " yeryüzünde bozgun çıkarmak için çalıştılar. Allah bozguncuları sevmez.
"[71]
Böylece Allah'ın kapadığı kapıları açıp açtıklarını da kapadılar.
8-
Bu Sebeiyye'nin bildiğimiz düşmanlıklarından birisi de,
insanların şaşırdığı, yüz çevirdiği bir vahiy ile ve gizli bir ilim ile
hidayete erdik demeleri ve Allah'ın
nebisinin Kur'an'ın onda dokuzunu gizlediğini iddia etmeleridir. Eğer o,
kendisine indirilen her hangi bir şeyi gizleyecek olsaydı, Zeyd'in karısının
durumu ile ilgili " Ey Muhammed
Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye eşini bırakma
Allah'tan sakın diyordun, fakat Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde
saklıyordun.... "[72]
ayetini ve şu iki ayeti gizlerdi: " Ey Peygamber, niçin Allah'ın sana
helal kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için
kendine haram kılıyorsun..... "[73] ve
" Eğer seni pekiştirmemiş olsaydık, and olsun ki, az da olsa,
onlara meyledecektin. "[74]
9-
Bizim tavrımız ve görüşümüz, işte budur. Bize katılanları Allah yoluna
çağırıyor, bize böyle bir çağrıda bulunanların çağrısını da kabul ediyoruz. Bu
konuda Rabbimize itaat etmekten ve üzerimize düşeni yerine getirmekten geri
durmuyoruz. Biz kendi grubumuza ve
imamlarımız hakkında bizi sorgulayarak
kanlarımızı helal kılan veya
kendi kanlarını bizim için döken kimselere bunu hatırlatıyoruz. İnsanlar
doğruların galip olacağı bir yer olan Allah'ın huzurunda toplanacaklar. Allah'ın hakkı ve haklıyı tesbit edeceği o
günde satıcı alıcıdan kaçaçaktır. Kişi kendi nefsine feryat ederek bağırıp
çağıracaktır. Allah katında geçerli delillerinizi şimdiden hazırlayın. Çünkü bu
dünyada sağlam kanıtlar ileri sürerek galip olamayan Ahirette asla galip
olamıyacaktır.
Bu,
fikirlerimi kabul edenlere bir öğüt,
terkedenlere karşı ise bir hüccet olarak yazdığım bir kitaptır. Selam bütün Peygamberlerin üzerine olsun.
Alemlerin Rabbi olan Allah'a da hamdolsun.[75]
[1]Tesbit edebildiğimiz kadarıyla, bize ulaşmayan Kitâbü'l-İrcâ'lardan bazıları şunlardır:
1-Ebû Abdillah el-Hüseyin b. Muhammed b. Abdullah
en-Neccâr (220/835), Kitâbü'l-İrcâ. (İbn Nedîm, el-Fihrist, 255; Ziriklî, el-A'lam
ve'l-Esmâ, II, 253.)
2-İsmail b. Hammad b. Ebî Hanife
(212/827), Kitâbü'l-İrcâ. ( Katip
Çelebî, Keşfü'z-Zünûn, II, 1388.)
3-Ebû Bekr Muhammed b. Şebîb, Kitâbü'l-İrcâ. ( Ahmed b. Yahya b. Murtaza, Kitabü't-Tabakâti'l-Mutezile,
71.)
4-Bişr el-Merîsî ( 219/834), Kitâbü'l-İrcâ. ( Zehebî, Siyerü
A'lami'n-Nübelâ, X, 201.)
[2]Mürcie'ye karşı yazılmış, ancak zamanımıza
ulaşmamış bazı reddiyeler şunlardır:
1-Yeman b. Rebab, er-Red
ale'l-Mürcie. (İbn Nedîm, 258.)
2-Ebû Bekr Ahmed b. Ali b.
Ma'cûr el-İhşid (İbnü'l-İhşîd), Kitâbü'n-Nakz ale'l-Hâlidî fî'l-İrcâ. (
İbn Nedîm, 246.)
3-Ahmed b. Hanbel, Kitâbü'l-İrcâ.
(Ahmed b. Hanbel, Kitabü
Fedaili's-Sahabe, thk. Muhammed Abbas, Beyrut 1983, I,
26 (Önsöz), Fuat Sezgin, Târihu't-Türasi'l-Arabî, C.
2, cüz.3, 226. Sezgin'in de belirttiği gibi bu eser, Ebû Bekr el-Hallâl'ın, Câmi'
(Müsned min Mesail.. British Museum, Or: 2675, v. 221-261 ) içerisinde bize ulaşmıştır. Ancak bu müstakil
bir eser olmayıp, Câmi''nin bir
bölümüdür.
4-Fadl b. Şazan, Ebû Muhammed
en-Nisâbûrî ( 260/873), Kitabü'r-Red
ale'l-Mürcie. (Tusî, el-Fihrist, 150)
5-Zeyd b. Ali(122/739), Kitâbü'r-Red ale'l-Mürcie. (Sezgin, Tarihü't-Türas,
C. I, cüz. 3, 323) Sezgin, bu eserin 116 sayfalık yazmasının Berlin kütüphanesi 10265. numarada bulunduğunu
kaydeder. Başında ve sonunda
eksiklik bulunan yazmanın elimizde bulunan mikrofilmin, 1.-5. varakları
Mürcie'nin bazı iman görüşlerinin eleştirisi mahiyetinde, diğer varaklar, daha çok,
Zeyd b. Ali'nin hayatı ve imameti,( v. 17a vd.) Kur'an yorumlarını (v.
28a vd.) ve Fıkhî görüşlerini ( v. 5a vd.) içermektedir.
6-İsmail b. Ali b. İshak b. Ebî
Sehl b. en-Nevbahtî, Kitâbü'l-İrcâ. ( Necâşî, Ricâlü'n-Necâşî, I, 393.)
7- Şebîb b. Atiyye, er-Red ale'ş-Şükkâk ve'l-Mürcie. (Martin Hinds'e ait Cambridge Üniv. Kütüphanesi Or: 1402 numaradaki
mikrofilm içerisinde,
279-285).
8- Dırar b. Amr, Kitâb ale'l-Ezarika ve'l-Haddâd ve'l-Mürcie.
( Michael Cook, Early Muslim Dogma, 198. X. Bölüm 42. Dipnot) Cook, van Ess'in, Kitâb ale'l-Mürcie fî'l-Esmâ olarak verdiği bu eserin adının aslında
yukarda zikredilen şekilde olduğunu ileri sürer.
9-Vasıl b. Ata ( 80-131/
699-748), Kitâbü Esnâfi'l-Mürcie. ( İbn Nedîm, el-Fihrist, Tekmile 1;
Sezgin, Târîhu't-Türasi'l-Arabî,
C.I, cüz. 4, 19. ) Bu eser, Mürcie mensuplarından
bahsediyor da olabilir.
10-Yahya b. Ömer (289/902), Kitâbü'r-Red ale'l-Mürcie. ( Muhammed
Talbi, " Theological Polemics at
Qayrawân during the 3rd/9th Century", Rocznik Orientalistyczny, T.
XLIII(1984), 153).
[3]Ebü'l-Ferec, Kitâbü'l-Eğânî,
XIII, 50; Bağdâdî, Hızânetü'l-Edeb, IX, 81-83.
[4]İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübrâ, VI, 214; Ebü'l-Ferec, Kitâbü'l-Eğâni, VII, 54 ;
Muhammed b. Halef b. Hayyan Veki', Ahbârü'l-Kudât, III, 29.
[5]İbn Sa'd, VI, 313; Ebü'l-Ferec, Kitabü'l-Eğânî, VII, 54; Cahız, el-Beyan
ve't-Tebyîn, I, 328; Yusuf Huleyf, Hayatü'ş-Şi'r
fî'l-Kufe, 728; Nebil Halil Ebû
Haltem, el-Fıraku'l-İslâmiyye Fikren ve
Şi'ren, 182.
[6]Taberî, Târîhu'l-Ümem
ve'l-Mülûk, VI, 593; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil Fî't-Târîh, V, 80.
[7]Müberred, el-Kâmil,
III, 293; Beyyûmî, Tehzîbü'l-Kâmil,
I, 122; İhsan Abbas, Şi'rü'l-Havâric,
185; Ahmed Muhammed el-Hûfî, Edebü's-Siyâse fî Asri'l-Emevî, 129.
[8]Şehristanî, el-Milel
ve'n-Nihal, I, 164. Şehristanî, onu
Mürciî olarak zikretse de, onun şiirlerinde böyle bir eğilimi tesbit edemedik.
Öte yandan, onunla ilgili araştırma yapanlar, daha çok onun Mutezililiği ve
zındıklığı üzerinde durmakatadırlar. ( Şevkî Dayf, Târihu'l-Edebi'l-Arabî:el-Asrü'l-Abbâsî el-Evvel, 414.; Ahmed
Muhammed en-Neccâr, el-Attabî, 66.)
[9]Ahmed Emin, Duha'l-İslâm,
Kahire 1949, III, 329;
Ebû Haltem, 188 vd.
[10]Ebû Nüvâs,
Divânı Ebû Nüvâs (Mahmud Efendi Şerhi),
618. Aynı adla basılmış başka bir
baskısında da bu eğilimini gösteren şiirler tesbit edemedik.
[11]Ebû Haltem, 188 vd.
[12]Bu kasidenin Arapça metni için bkz., Ebü'l-Ferec, Kitabü'l-Eğânî, XIII, 50; Bağdâdî, Hızânetü'l-Edeb , IX, 81-83.
[13] Veki', bu kasidenin tamamını ( Ahbâru'l-Kudât, III, 29-30 );
Ebü'l-Ferec ise, bir kısmını (
Kitabü'l-Eğânî, VII, 10 )
eserlerinde nakletmektedir.
[14]Daha sonraki Mürciî metinlerden olan Ebû
Hanife'nin Risâle ila Osman el-Bettî,
Kitâbü'l-Alim ve'l-Müteallim ( bu eser, Muhammed Revvâs Kal'acî ve
Abdurrahman el-Hindî en-Nedevî tarafından tahkik edilerek Haleb'te
1972 yılında yayınlanmıştır. ), Kitâbü'l-Fıkhı'l-Ebsat, Kitâbü'l-Fıkhı'l-Ekber ve Vasiyye (İmamı A'zam'ın Beş eseri çev. Mustafa Öz, İstanbul 1981) adlı beş eseri ve Ebû Muti' Mekhul b. Fazl
en-Nesefî(318/930)'nin, Kitâbü'r-Red
ale'l-Bida', (thk. Marie Bernand
, Annales Islamologiqes, 16 (1980),
39-126) gibi eserlerin İslam Mezhepleri
Tarihi açısından değerlendirilmesinde fayda vardır. İlk Mürciî
metinlerden bazıları, tarafımızdan tercüme edilmekte olup bilahare yayınlanacaktır.
Ebu Hanife'nin diğer eserlerinin de tahkik edilerek yayınlanması gerekmektedir. Ebu Hanife'ye nisbet edilen eserlerin Mürcie
açısından önemi konusunda geniş bilgi için bkz. Sönmez Kutlu, Mürcie ve Horasan-Maveraünnehir'de Yayılışı,
Ankara 1994 , 7-19. (Basılmamış doktora tezi ) Ebû Muti' Mekhul b. Fazl
en-Nesefî'nin eserinin Mürcie açısından
önemi ile ilgili geniş bilgi için bkz. Kutlu, agt., 19-20 ; 70-75.
[15]İbn Sa'd, V, 328; Belâzürî, Ensâbü'l-Eşrâf, III, 270-271;
İbn Asâkîr, Târîhu Medineti Dımaşk, IV, 588; Zübeyrî, Kitâbü Nesebi Kureyş, I, 75, İbn Kudâme el-Makdisî, et-Tebyîn
fî Ensâbi'l-Kureşiyyîn, 136.
[16]İbn Sa'd, V, 328.
[17]İbn Kudame el-Makdisî, et-Tebyîn, 136 (dipnot 273'de muhakkık eserin asıl yazma
nüshalarından birisinin sayfa kenarında
yazarın kendi yazısıyla onun 70 yaşında öldüğünün yazılı olduğunu belirtmektedir.)
[18]İbn Asâkîr,
IV, 588.
[19]Fesevî, Kitâbü'l-Ma'rife
ve't-Târîh, II, 737, 742.
[20] İbn Sa'd, V, 328;
İbn İmâd, Şezârâtü'z-Zeheb, I, 121; İbn
Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, II, 320.
[21]Fesevî, I,
143; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 140; Zehebî, Siyer,
IV, 130.
[22]Zehebî, Siyer,
IV, 130; İbn Hacer, Tehzîb,
II, 130; Safedî, Kitabü'l-Vâfî, XII, 214.
[23]İbn Sa'd, V, 328; İbn Hibbân, Kitâbü'l-Meşâhiri'l-Emsâr,
62; İbn Rüste, A'lakü'n-Nefîse,
VII, 200; Belâzürî, Ensâbü'l-Eşrâf,
III, 270-271; İbn Asâkîr, IV, 58; Zübeyrî, I, 75; el-Fesevî, el-Ma'rife II, 13; .Ebû
Bekir el-Hallâl, Mesâil.., v.127a.
; İbn Ebi'l-Hadîd, Şerhü Nehci'l-Belâğa, VIII,
120; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye,
IX, 140; Zehebî, Târîhü'l-İslâm, III,
357-358; el-İber, I, 100; İbn Hacer, Tehzîb, II, 320, İbnü'l- İmad, Şezârât, 1, 121, es-Safedî, Kitabü'l-Vâfî, XII, 212;
Taşköprüzade, Miftahü's-Saade
ve'l-Misbâhi's-Siyâde, II, 163.
[24]İbn Sa'd, V, 328; İbn Ebî'l-Hadîd, VIII,
119-120; Zehebî, Târîh, III, 359; Siyer, IV, 130; İbn Hacer, Tehzîb,
II, 320; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 140.
[25]Makdisî, el-Bed',
VI, 59; İbnü'l-Fakih, Kitâb al-Buldân, 315.
[26]Fesevî, II, 737, 742.
[27]İbnü'l-Murtazâ, Tabakâtü'l-Mu'tezile, 25.
[28]İbn Hibbân, Kitabü'l-Meşâhir, 62.
[29]İbn Hibbân,
Kitabü'l-Meşâhir, 62.
[30]Fığlalı,
İmamiyye Şiası, 145-146. Muhtar'ın
vasîliği bu anlamda kullandığını
gösteren rivayet için bkz. İbn Sa'd, V, 218.
[31]İbn Sa'd ( Bkz.
V, 328 ). Halife b. Hayyat( Bkz. Târîh, 325 ), onun Ömer b. Abdilaziz döneminde ; İbn
İmad ise, onun hicri 95 yılında öldüğü fikrindedir. ( Bkz. Şezerât, I, 121; Zehebi, Halife b. Hayyat'a dayanarak onun hicri
100 veya daha önce öldüğünü savunurken ( Bkz. Siyer, IV, 130; ) ; İbn Hacer de aynı kaynağa dayanarak hicri 99
veya 100 yılında öldüğünü ileri sürer. ( Bkz. Tehzîbü't-Tehzîb, II, 320.)
[32]İbn
Sa'd, V, 328; Zübeyrî,
I, 75.
[33]Bkz. Kitâbü'l-Îmân, 145-149.
[34]Tehzîb, II, 321.
[35]Târîh, III, 357-358.
[36]Sezgin, Târîhu't-Türâsi'l-Arabî,
C.I, cüz.1, 279.
[37]Josef van Ess, " The Beginnings of İslamic Theology ", The Cultural Context of
Medieval Learning, ed. J.E.Murdoch-E.D.Sylla,
Hollanda 1975, 87-111.
[38]Bkz. I, 175-179. Almanca metinleri benim için
Türkçe'ye çeviren Doç. Dr. Cemal Tosun'a teşekkür ederim.
[39]Bkz. Theologie
und Gesellschaft im 2. und 3. Jahrhundert Hidschra, Berlin 1993, V/6-11
[40]Bkz. Kitâbü'l-İmân, 145-149.
[41]Şerhü
Nehci'l-Belâğa, VIII, 120.
[42]Zehebî, Târîh,
III, 359.
[43]İbn Hacer, Tehzîb,
II, 321.
[44]Cook, 88.
[45]İbn Sa'd, V, 328; Ahmed b. Hanbel, es- Sünne, 89; İbn Asâkîr, IV, 593; Zehebî, Târîh, III, 358; İbn Hacer, Tehzîb,
II, 320.
[46]Das Kitâb
al-Irğâ', 40. Krş. Givony, The Murjia and The Theological School of Ebu Hanifa A Historical and
Ideolojical Study, Edinburg 1977, ( Edinburgh Üniversitesinde Basılmamış
doktora tezi ), 18.
[47]van Ess, "
Das Kitâb al-Irğâ'.." ,
49; " The Beginning..,"
, 96.
[48]Der Imam
al-Qasım ibn İbrahim und die Glaubenslehre der Zaiditen, 229.
[49]Cook, eserin tarihlenmesi tartışmalarına müstakil bir bölüm ayırmıştır. Bkz. Early Muslim Dogma, 68-88.
[50]İbn Asâkîr,
IV, 593; Zehebî, Târîh, III, 358.
[51]Halife b. Hayyât, Kitabü't-Tabâkât, 230;
Zehebî, el-İber, 1, 68.
[52]Das Kitâb
al-Irğâ'.., 23.
[53]Onat, Emevi
Devri Şii Hareketleri, 60.
[54]Ya'kûbî, Târîh,
II, 258; Taberî, II, 522.
[55]Taberî, II, 600.
[56]Der Qasım
b. İbrahim.., 236.
[57]İbn Sa'd, VI, 2
[58]Taberî, II, 704.
[59]Vedad
el-Kâdî, Keysâniyye fî't-Târîh,
127; Onat, 144.
[60]Salim ve eserindeki İrcâ konusundaki fikirlerinin
geniş bir tahlili için bkz. Kutlu, agt.,
66-72.
[61]Sîre, 161 . Cook, Sîre'deki
Mürcie ile ilgili kısmı Early Muslim Dogma
adlı eserinde 160-163. sayfalar arasında yayınlamıştır. Sîre'ye yaptığımız referanslar bu eserin
sayfa numaralarıdır. Bu metin,
tarafımızdan Türkçe'ye çevrilmiş bulunmaktadır. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde neşredilecektir.
[62]van Ess, " Das Kitâb al-Irğâ'.." ,
49; Anfange Muslimischer Theologie, 6; " The Beginning ",
96; Madelung, Der
Qasım b. İbrahim, 229.
[63]Anlaşmayla İslam'ın hakimiyetini benimseyenler.
[64]Hasan b. Muhammed, burada " el-İktisad fi's-Sünne " ifadesini
kullanmaktadır. Onun daha önce " sünnet " kelimesini Allah'ın insanlara vahiy gönderme
geleneği ve Allah'ın kanunu anlamında kullanması dolayısıyla, bu şekilde çevirdik. Çünkü o, bu eserinde
sünnet kelimesini Hadis ilminde kullanılan teknik anlamda kullanmamaktadır.
[65]Salim'in Sîre'sinde (Bkz.,
160 ) bu şekilde geçtmektedir.
Bu sebeple van Ess'in neşrinde " Ehlü'l-Firkat'il-Evvel "'in buna
uygun olarak düzelttik. (" Das Kitâb
al-Irğâ'..", 23). İbn Ebî Ömer el-Adenî'nin Kitabü'l-İmân'ında da "
Ehlü'l-Firkat'il-Evvel " şeklindedir. ( Bkz., 148). Zehebî ise, " Ehlü'l-Firka " olarak nakletmektedir. (Târîh,
III, 359).
[66]van Ess'in tahkik ettiği metinde " fî men
'Âbe'r-Ricâl"
şeklindedir. İbn Ebî Ömer
el-Adenî de aynı şekilde nakletmektedir.
(Kitâbü'l-İmân, 148). Ancak
Zehebî'nin okuyunun daha doğru
olduğu için onu tercih ettik. (Târîh,
III, 359). Çünkü, ilk metinlerden olan Salim'in Sîre'sinde de " fî men
Ğâbe ani'r-Ricâl fî Emri'l-Firkati'l-Ûlâ" olarak geçmektedir. (Bkz. 160).
[67] Taha 51.
[68]Taha 52.
[69]van Ess, asıl metindeki bu kelimeyi Sebeiyye
olarak okumaktadır. Bkz. Das Kitâb
al-Irğâ'.., 23. Zehebî'nin naklettiği metinde ise, Şîa şeklinde
geçmektedir. (Târîh, III, 359). Cook, bu kelimenin lâm-ı tarifsiz geçmesi
dolayısıyla, Şîa Mütemenniye olarak okunması
gerektiğini ileri sürmektedir. (Early Muslim Dogma, 69). Ancak van Ess, daha sonra kaleme aldığı
bir makalesinde bu kelimeyi es-Sebeiyye
el-Mütemenniye şeklinde düzeltmiştir.
(The Beginning, 49).
İbn Ebî Ömer el-Adenî'nin Kitâbü'l-İmân'ını
tahkik eden Hamed b. Hamdî el-Cabirî ise, Şebîbe
Mütemenniye şeklinde oldukça garip bir noktalama ve harekeleme yapmıştır.
(Bkz. 148). Biz bu kelimenin aslında Sebeiyye olduğunu ancak, bu fikirlerin Şîa tarafından da benimsenmesi
dolayısıyla, Kitâbü'l-İrcâ'dan
sonraki kaynakların onu naklederken Şîa olarak
nakletmekte bir beis görmedikleri kanaatindeyiz. Ebû Hamza'nın hutbelerinde de Şîa olarak geçmektedir. Bkz. Nayif
Ma'rûf, Dîvânü'l-Havâric,
Beyrut 1983, 285, 293.
[70]Asıl metinlerde
"alâ Benî Ümeyye" şeklinde
geçmektedir. Ancak gerek metinde gerekse diğer kaynaklarda Emevîlere nasıl bir
iftirada bulundukları konusunda her hangi bir bilgi tesbit edemedik. Metinde
Peygamber hakkında Kur'an'ı gizlediği iftirasında bulunulması kısımlarını
hesaba katacak olursak, bunun "alâ
Nebiyyihi " şeklinde olması gerektiği anlaşılmaktadır. (Das Kitâb al-Irğâ'.., 24). Cook da bu konuyu tartışarak, aynı
görüşü savunmaktadır. Geniş bilgi için bkz. Early
Muslim Dogma, 36-37.
[71] Maide 64.
[72] Ahzab 37.
[73] Tahrim 1.
[74] İsra 74.
[75]Kitâbü'l-İrcâ'nın Mürcie
açısından önemi ile ilgili tahlil ve değerlendirmeler için bkz. Kutlu, agt.,,
74-87.