Prof.Dr.Sönmez KUTLU, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2000, 332 ss.
Mürcie, başta Hz. Osman ve Ali olmak üzere bütün büyük günah işleyenlerin durumlarını Allah'a bırakarak onların cennetlik veya cehennemlik oldukları konusunda kesin bir fikir beyan etmeyen kimseler ve topluluklar için kullanılan müşterek bir isimdir. İlk nüvelerini Abdullah b. Ömer'in başını çektiği tarafsızlar grubuna kadar geriye götürebileceğimiz Mürcie, Ümeyyeoğulları-Haşimoğulları çekişmesi, Emevî zulmü ve Haricî tekfir zihniyetine bir tepki olarak hicrî 60 yılından itibaren Mekke ve Medine'de ortaya çıkan ve 75 yılına kadar teşekkülünü tamamlayan, İslam toplumunun birlik ve beraberliğinin her şeyin üstünde tutulmasını savunan ve İslam düşüncesine önemli katkılarda bulunan ilk mezheplerden birisidir.
Mürcie, İman ve amel konusunda Hariciler ve Ehl-i Hadis'e; İmamet konusunda Şia'ya; va'd ve vaîd'le büyük günah sahibinin ne mümin ne kafir olarak isimlendirilmesinde Mutezile'ye karşı çıkarak fikir özgürlüğü, adalet ve hoşgörü esasına dayalı bir iman nazariyesi geliştirmiştir. Mürcie, bu nazariyede, bütün müslümanların iman bakımından eşitliğini ve hiç bir müslümanın, Allah'a iman ettiğini açıkça belirttiği müddetçe, İslam'ın dışında kabul edilemeyeceğini ve ona gayr-ı müslim muamelesi yapılarak kendisinden harac ve cizye alınamayacağını iddia etmiştir. Mürcie, teorik olarak, birbirine muhalif müslüman mezhep ve kabilelerin, Allah'a inandıkları müddetçe, birbirini öldürmeyi ve tekfir etmeyi bırakarak birarada yaşamak zorunda olduklarını iddia etmesi dolayısıyla, mezhep kavgalarının ve kabile çekişmelerinin yoğun olarak yaşandığı Kufe ve diğer büyük şehirlerde, özellikle yerleşik hayata alışkın Arap olmayan müslümanlar arasında büyük ilgi gördü. Ayrıca müslümanların eşitliğini ve onlardan cizye ve haracın kaldırılmasını savunduğu için Horasan ve Mâverâünnehir'de yeni müslaman olanlar(mevâli) arasında da, çok sayıda taraftar kazandı.
Mürcie'nin itikadî ve fıkhî konularda ileri sürdükleri görüşlerinde, daima dinde kolaylık ilkesine önem vermeleri ve mensuplarının özellikle mevali kesiminden olması gibi sebepler, Mürcie'yi yeni fethedilen bölgelerde ortaya çıkan sosyal, ekonomik ve siyasî pek çok problemle ilgilenmeye ve bunlara çözüm üretmeye sevketti. Böylece Mürcie, ileri sürdüğü bu görüşleri sayesinde, Horasan ve Mâverâünnehir'de yaşamakta olan çeşitli milletlerin, özellikle Türklerin topluca müslüman olmasını kolaylaştırdı. Hatta Mürcie'nin iman nazariyesi, Horasan ve Mâverâünnehir'de yeni müslüman olanların Arap müslümanlarla eşit haklara sahip olabilmek için Emevî zulmüne karşı sürdürdükleri mücadalenin temelinin oluşturdu.
Mürcie, Şia ve Hariciler gibi, Emevîler'i devirmeyi hedeflemedikleri için siyasî yönetim tarafından, zaman zaman, askerî ve eğitim faaliyetlerinde önemli mevkilere getirildiler. Onlar iç çekişmelere karışmak istemediğinden, Horasan ve Mâverâünnehir'deki fütuhat hareketlerine katılmayı tercih ettiler. Diğer fırkalar Horasan ve Mâverâünnehir'de daha çok siyasî otoritenin zayıf olduğu yerlerde, Mürcie ise, tam tersine Emevî veya daha sonra Abbasî iktidarının güçlü olduğu bölgelerde nüfuzunu artırdı. Ancak onlar, genel olarak, ne bu yönetimlerin haksız ve adaletsiz uygulamaları karşısında sustular; ne de onları bütünüyle desteklediler. Diğer taraftan onlar, zaman zaman Arap olmayan ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören yeni müslümanlarla birlikte devletten bazı reformları gerçekleştirmesini istediler. Hatta bu isteklerini gerçekleştirmek için, Haris b. Süreyc önderliğinde bizzat isyan ettiler. İtikadî görüşleriyle kendi içerisinde tutarlı bir gelişme gösteren Mürcie, Kufe'de Re'y Taraftarları ile aynileşmesiyle, hem fıkhî hem itikadî yönü ağır basan bir mezhep hüviyeti kazandı. Ancak Mürcie ismi, bu fikri benimseyenlere Hariciler tarafından verildiği için, onunla anılmak istemediler. Emeviler döneminde Kufe; Abbasiler'in ilk yıllarında Horasan'da Belh; Tahiriler döneminde Nisabur, Rey ve Herat; Samaniler döneminde ise, Mâverâünnehir'de Semerkand şehri, Mürcie'nin faaliyet gösterdiği merkezler haline geldi. Bu merkezler arasında Belh, İslam düşünce tarihinde, bir mezhebin adıyla yani Mürcie'nin kalesi (Mürciabâd) adıyla meşhur olan ilk şehirdir.
Horasan ve Mâverâünnehir'de, Mürcie'nin tartışılmaz manevî lideri Ebû Hanîfe'dir. Bu yüzden, bu bölgelerde Mürcie denince, Ebû Hanîfe ve taraftarları olarak bilinen Re'y Taraftarları akla geliyordu. Ebû Hanîfe'nin ölümünden sonra, Irak'taki öğrencileri, onun daha çok fıkha dair görüşlerini sürdürürken Belh, Rey, Nisabur ve Semerkant'taki Mürciîler, hem fıkhî, hem de itikadî görüşlerini devam ettirdiler. Bölgede temelde Mürciî akideye bağlı Rey'de Neccârilik, Nisabur'da Kerrâmilik, Semerkant'ta Mâtürîdilik olmak üzere üç ayrı fikir ekolü ortaya çıktı. Hem itikadî, hem de fıkhî konularda Ebû Hanîfe'yi manevî otorite kabul eden bu üç ekol arasında, sadece Mâtürîdilik, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat içerisinde devam edebildi.
Horasan ve Mâverâünnehir'de, merkezi idarenin genelde güçlü olması dolayısıyla, Hariciler, Şia ve Mutezile bu bölgelerde fazla tutunamadı. Bu yüzden Mürcie'nin, bu bölgede kendisiyle en çok tartıştığı muhalif grup, Hadis Taraftarları idi. Kufe'de var olan bu iki ekol arasındaki anlaşmazlıklar, bu bölgelerde de devam etti. Hadis Taraftarları , İslam düşüncesinde birisi Hariciler'in, diğeri Mürcie'nin olmak üzeri iki ayrı İman nazariyesinde, Hariciler'e daha yakın bir tavır sergiledi. İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'in otorite kabul edilmesi ve Kütüb-i Sitte'nin yazılmasıyla , İslam dünyasında, fikir planında bu ekol galip geldi. IV. asrın başlarından itibaren Re'y Taraftarları'nın devam ettiricisi olarak görülen kimseler bile, her konuda, özellikle itikadî konularda, görüşlerini hadislere dayandırmayı bir ilke olarak benimseyen Hadis Taraftarları gibi hareket etmeye başladılar. İslam düşüncesi, Hadis Taraftarları karşısında alternatif görüşler üreten Re'y Taraftarları'nın yenik düşmesinden dolayı hem fıkhî hem itikadî konularda büyük zarar gördü.
Hadis Taraftarları, Kitabü'l-Îmân adını taşıyan çalışmalarla iman tartışmasını sürdürmek istedilerse de, hicrî II. ve III. asırdaki gibi güçlü Mürciî muhalifler bulamadılar. Neticede Mürcie'nin görüşleri, Kelam'ın Sem'iyyat kısmında el-Esmâ ve'l-Ahkâm başlığı altında Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in görüşleri olarak, Kitabü'l-Îmân'larda da Mürcie'nin görüşleri olarak ele alınmaya devam edildi. Mâtürîdî geleneğini sürdüren eserler, Eş'arîler'e nisbeten, bu fikirleri daha çok savundular ve bu tartışmalara daha fazla yer ayırdılar. Böylece Mürciî akidenin izleri, Mâtürîdîlik çizgisinde yazılan eserlerde etkisini uzun süre devam ettirdi.
Baştan beri, diğer mezhepler kadar bizzat siyasetin içerisine girmeyen Mürcie, Abbasiler döneminde resmi kadılık görevlerine atanmaları dolayısıyla, her ne kadar Abbasiler'in her politikasını kabul etmedilerse de, özellikle akide konusundan çok fıkıhla meşgul olmaları yüzünden eski başarılarını sürdüremediler. Diğer taraftan, Mihne döneminde, bazı Mürciîler, devletin bu resmi politikasına bizzat destek vermelerinden dolayı, gerek Bağdad, gerekse Horasan ve Mâverâünnehir'de, Mutezile ile aynı muameleye tabi tutuldular.
Mürcie'nin kardeşlik ve eşitlik, birlik ve beraberlik, barış ve adalet anlayışı üzerine kurulu İman nazariyesinin, günümüz müslümanlarının vahye uygun, daha sağlıklı bir din anlayışına ulaşmalarına yardımcı olacak bir takım önemli ilkeler ihtiva ettiği kanaatindeyiz.