İslam Düşüncesinde İlk Gelenekçiler
İslam Düşüncesinde İlk Gelenekçiler
Sönmez KUTLU, İSLAM DÜŞÜNCESİNDE İLK GELENEKÇİLER (Hadis Taraftarlarının İman Anlayışı Bağlamında Bir Zihniyet Analizi), Kitâbiyât, Ankara 2000, 279 s.
Mezheplerin doğuşundan bu güne kadar geçirdikleri evreleri, İslam Mezhepleri Tarihi’nin metodolojsi çerçevesinde ele alan çalışmalar, maalesef yok denecek kadar azdır ve objektif değildirler. Böylesine önemli bir alana gereken ilginin gösterilmemesi üçüncü binyıla girdiğimiz şu günlerde ilmi geleneğimiz bakımından üzücüdür. Çünkü bu alan, zihniyetlerin oluşum süreçleri ve tarihi arka planı ile yakından ilgilidir. Neyseki durum tamamen ümitsiz değildir. Bütün olumsuzluklara rağmen, geçmişte yaşamış alimlerin zihniyetleri veya düşünce ekollerine has metodolojilerin nasıl oluştuğunu ele alan geleceği kurmaya yarayacak yeni çalışmalar az da olsa yayınlanmaya başlamıştır. İşte bu nadir ve kıymeti haiz çalışmalardan birisi de tanıtımını yapmaya çalışacağımız eserdir.
İslam Düşüncesi içinde var olan düşünüş biçimlerini neredeyse nakilci ve akılcı diye ikiye ayırabiliriz. İslam düşüncesinde kelami akılcılığı, Mu’tezile, Mürcie ve Maturidilik, kısmen Eş’arilik, fıkhi akılcılığı ise Hanefilik temsil ederken, nakilciliği Hadis Taraftarı grubunu oluşturan Hanbelîlik, Şafiilik, Zahirilik, ve Mâlikili’ğin temsil ettiğini belirtebiliriz. Ancak şimdiye kadar Hadis Taraftarları bir fıkhi yaklaşım ya da hadisle iştiğal eden bir meslek grubu olarak ele alınmaktaydı. Aslında ekoller, teşekkül süreçleri gözönünde bulundurulduğunda, Hadis Taraftarları da dahil hepsi geliştirdikleri metodolojleri ahlak, siyaset, fıkıh ve itikadi konulara uyguladıklarını görmekteyiz. Bu sebeple Hadis Taraftarlığı ve Rey Taraftarlığı sadece fıkhi birer mezhep değil aynı zamanda itikadi vesiyasi cepheleriyle bütünlük arzeden kurumlaşmış din anlayışlarıdır. Ebu Hanife, büyük bir fakih olmakla beraber Mürcie’nin fikirlerinin sistemleştirilmesinde önemli bir rol oynamış ve İmam Maturidi gibi birisinin kelami sisteminin teşekkülünü sağlamıştır. Hadis Taraftarlığı da, fıkhi, itikadi, siyasi ve ahlaki cephesi olan bir zihniyettir. İmam Şafi’inin ortaya koyduğu metodoloji sadece fıkha ait olmayıp döneminin Hadis Taraftarlarının itikadi, siyasi ve ahlaki anlayışının da tercümanıdır. Her ne kadar Şafii, bu metodu fıkha uygulamışsa da, onun çağdaşları fıkhın dışındaki konulara uygulamışlardır.
Bu çalışma, “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” olarak ismlendirilen mensubu olduğumuz ekolün, gerçekte “Ehli Sünnet” ve “Ehl-i Hadis”zihniyetini temsil ettiğinin ve “Sünnet” geleneğinin böyle bir zihniyete nasıl dönüştüğünün bir tespiti durumundadır. Kitabın ismi ile ilgili olarak “İlk Gelenekçiler” tanımlaması bu “Ehli Hadis yada Ehli Sünnet” için kullanılmaktadır. “Ehli Sünnet” kavramı ise, dini otoritenin onaylayıcı bir mercii olmak üzere, Sahabe ve Tabiûn’dan sonrakiler için, ilk önce Veki’ (197/812) tarafından kullanılmıştır. (s. 168) Daha sonra bu gelenek Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam’la sürdürülmüştür.
“Din âsârdan ibarettir” prensibini koyarak bütün mesailerini hadisleri ve âsârı dinleme, rivayet etmeye hasreden Hadis Taraftarları, dini ve akidevi görüşlerini daima ya bir hadisle veya asarla temellendirme ve meşrulaştırma yoluna gitmişlerdir. (s.57) Aynı şekilde bu grubun kendilerine “dinin mutlak temsilcileri olarak” nasıl bir misyon biçtikleri, diğer din mensuplarını hedef almak yerine, kendileri gibi düşünmeyen müslümanları, hedef alarak onları eleştirdiklerinin ve kendi bakış açılarına göre onları sigaya çektiklerinin örnekleri verilmektedir.(s.58-59) Ayrıca bu araştırma da, sözde aklı eleştirip yok ederek pluralizmi ortadan kaldırmaya çalışan, ve bunu da güya islam ümmetini tek bir çatı ve düşünce etrafında toplama iddiasıyla yapan bu düşünüş biçiminin, sonunda nasıl bir bölünmeye sebep olduğu ele alınmıştır. Diğer taraftan kendisi adına konuşmaya cesaret edemeyen, ancak fikirlerini başkalarına (asara) söyletmeye çalışan bu zihniyetin düşünce yapısı ve onu üretirken dayandıkları temeller, bütün yönleriyle analiz edilmeye çalışılmıştır.
Hadis taraftarları olarak isimlendirilen ekolün oluşumunda etkili olan unsurlar zikredilirken kurucularının içinde bulundukları sosyal ve coğrafi tesirlere dikkat çekilmiş, İmam Malik, İmam Şafi ve İmam Ahmed b. Hanbel’in soy itibariyle arap oldukları ve bundan dolayı “arapları sevmenin imanın şubelerinden olduğu”na dair hadisler rivayet ettikleri tespit edilmiştir. Aynı şekilde bu ekolün, Ehl-i Rey olarak bilinen akılcı ekolü eleştirirken onların Arap olmamaları veya köle çocukları (mevali) olmalarına dair vurgu yaptıkları dile getirilmiştir. (s. 62-63)
Hicaz’da yaşayan alimlerin öncülüğünde başlatılan söz konusu bu tavır, Abbasiler zamanında “dinin aslının korunması” adına İslam coğrafyasının Mekke ve Medine dışındaki diğer bölgelerinde de dile getirildiği ve bir toplumun kültürünün, iyi niyetle yapılmış olsa da nasıl dinîleştirildiğinin örnekleri verilmiştir. Bu, sonraki nesillerin yeni fikirler üretmesine büyük bir engel teşkil etmiştir.
Bu inceleme, bazı insanları veya ekolleri itham etmek veya göklere çıkarmak için subjektif olarak yapılmış olmayıp, objektif ve bilimsel metodlarla Selef olarak bilinen Ehli Hadis’in inanç esaslarını, fıkhi, siyasi ve kültürel görüşlerini kendi temel kaynaklarını esas alarak tespit etmeye çalışmıştır. (s. 67 vd)
Burada çalışmanın yapılış metodu ile ilgili bir başka noktayı kaydetmenin önemli olduğunu sanıyoruz. Geleneksel düşünüş ve bilişimiz olan ehli bidata karşı ehli sünnetin verdiği cevaplarla oluşmuş bir zaferler silsilesi olan epistemoloji kuruluşundan ziyade, kronolojik olarak eserler üzerinde iz takip ederek iki tarafta da ve hatta bütün tarafların eserleri üzerinde yapılan bir düşünce takibi niteliğindedir. Düşünce tarihini yeniden okuma açısından bu metot bizce son derece önemli ve üzerinde durulması gereken bir metottur. Yani eserler içinde tarihi silsileye dikkat etmeden hep”verilen cevapları” aramak yerine hangi zaman dilimi içinde kimin ortaya ne koyduğu ve onun üzerinde neler konuşulduğunu kronolojik olarak tespit etmek hadiseyi anlamada önemli katkıda bulunmuştur. Böyle bir eser, zaman akışına dikkat etmeden ve bir düşünceyi baz alarak onun etrafında söylenmiş sözleri veya beyan edilmiş fikirleri toparlamaktan ibaret kalsaydı, yeni bir şey getirmiş olmazdı Kısaca eser bir “taraf” gözüyle değil bir “tanımlayıcı” gözüyle hazırlanmıştır. Yazar’ın meseleye duygusal yaklaşmadığı, birinci el kaynaklara dayanarak böyle bir çalışmayı hazırladığı anlaşılmaktadır.
Eser, Ehl-i Hadis’in iman amel ilişkisi konusundaki görüşlerini ele almış ve iman’a getirilen tanımların listesini vermiştir. İmanla amelin aynı olduğu konusunda nakilci/eserci bakış açısının Ehl-i Hadis kanalıyla nasıl temellendirildiği ve “İmanın şubeleri” başlığı altında verilen hadis metinlerinin nasıl amelin imandan bir parça olduğuna malzeme olarak kullanıldığı örneklerle gösterilmiştir.(s. 96 vd.) Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis’in olaylara nasıl faklı açılardan baktıklarını şu hadisle ilgili yaptıkları yorumda açıkça görmek mümkündür:
“Bir adam Hz. Peygamber’e siyah bir cariye getirdi ve benim üzerime mümin bir köle azat etmek vacip oldu. Bu kafi midir diye sordu. Hz Peygamber de cariyeye “sen mümin misin?” dedi. Cariye “evet” cevabını verdi. Hz Peygamber; “öyleyse Allah nerede?” dedi. O semayı gösterdi. Bunun üzerine Hz Peygamber; “Bu cariye mümindir onu azat et” buyurdu.”
İmanı amelin bir parçası gören ehli hadis, hadiste geçen cariyeyi mümin saymazken; imanı bilgi ve tastik olarak tanımlayan Mürcie onu mümin kabul eder. Bu durum aslında kendi başına aklı delil olarak kabul etmeyip her sözün arkasında bir nakil/eser arayan, aramak arzusunda olan Ehl-i Hadis’in, orijinal metninde geçen “Bu cariye mümindir” ifadesine rağmen kendi iman metodolojilerine uymadığı için, bu ifadeyi tevil etmişler ya da görüşlerine uygun varyantlarını aktarmışlardır. (s. 95-96) Söz konusu kendi görüşleri olunca “Ehl-i Eser” olmak devreden çıkmış ortaya eseri dayanak olarak kullanan bir diğer “Ehl-i Rey” çıkmıştır.
Hadis taraftarlarının üzerinde durduğu diğer bir konu da iman da artma ve eksilme olup olmayacağı, kişinin “inşallah ben müminim” deyip diyemeyeceği konusudur. Bu konunun Mürcie ile nasıl karşılıklı deliller kullanılarak tartışıldığını ele alan eser, bize doyurucu malzemeler verir.Hadis taraftarlarınca -bazı farklılıklar bulunmakla birlikte- “iman”ı çoğunluğun “söz ve amel” yada “dil ile ikrar, kalp ile tastik ve azalarla amel” şeklinde anladığı belirtilir. Ehl-i Hadis’e göre imanda en önemli nokta eylemdir, ve toplam yetmiş küsür şubedir. Bu şubelerin herbirisi, iman değerindedir. Bundan dolayı bir kişi imanını ifade ederken; “inşallah ben müminim” ifadesini kullanmalıdır. Çünkü, hiç kimse, bu şubeleri Allah’ın istediği gibi yerine getirip getiremediğini veya Allah’ın kabul edip etmediğini yada ölürken iman üzere ölüp ölemeyeceğini bilemez.
Ehl-i Hadis’e göre “büyük günah işleyen” İmandan çıkıp inkara girmez. Fakat onun bir alt derecesi olan şirk veya küfre düşer. İmandan çıkmak anlamında Kafir olmak için, kalben de reddetmek gereklidir. (s.151-152) Öte yandan aynı konu da Mürcie; “iman ve islam”ın aynı anlamda olduğunu savunmakla beraber, amelleri hem imanın hem de islamın dışında tutar. İman ve islam noktasında insanları eşit kabul eder. Şüpeye yolaçacağı endişesiyle ne imanda, ne de islamda istisnayı (inşallah ben müminim demeyi) kabul etmez. (s. 141) Ehl-i Rey Mürcie’nin bu görüşü, Ehli Hadis tarafından “Haccac da mı müslüman” şeklinde eleştirilmiştir. Bu soruya Mürcie “evet” cevabını vermiş, ancak imanda istisnayı reddetmekle haksızlığa boyun eğmeyi birbirinden ayrı tutuklarını ona karşı yapılmış bir isyana, gurup olarak katılmakla ispat etmişlerdir.(s. 113)
Mürcie, Haricilikle düşünce parelellikleri bulunan Ehli Hadis’in zıddına, siyasi otoriteyle anlaşarak toplumun birlik bütünlük ve refahını esas alan bir karekteri benimsemiştir.
İman konusuna her iki grup da iyi niyetle yaklaşmış fakat ayrı sonuçlara varmışlardır. Ehli Hadis imanı, “Allah’a karşı kulun devamlı bir teyakkuz içinde bulunmasının vasıtası” olarak görmeye çalışırken, konuya “Allah merkezinden” bakmıştır. Mürcie ise konuya “kul merkezinden” bakarak, “imanında şüpesi bulunmayan bir kul” oluşturma gayreti içindedir.. Ancak bu metodik fark Allah adına konuşup söz üreten metodun daha fanatik, dar çerçeveli ve tahammülsüz bir okul oluştururken kul adına koşan kesimin daha hoşgörülü, geniş ve uyumlu bir toplumun zihniyetini ürettiğinin örnekleri incelenmiştir.
İman ve islam ilişkisi ile ilgili olarak Cibril Hadisi incelenmiş ve farklı iki bakış açısı, örneklendirilerek ortaya konulmuştur. Söz konusu rivayeti Ehli Hadis, “İman nedir ve islam nedir” şeklinde rivayet ederek, imanın ve islamın aynılığına delil olarak kullanmıştır. Mürcie ise bu hadisi “islam nedir” ifadesi yerine “islamın şartları nedir” şeklinde rivayet ederek islamın ve imanın ayrı ayrı şeyler olduğuna delil olarak kullanmışlardır.(s.134 vd)
Yine buna benzer bir haber olarak, Hz Peygamberden nakledilen “Mümin zina ederken mümin olarak zina etmez, hırsızlık yaparken mümin olarak hırsızlık yapmaz. Ancak tevbe edince imanı kendisine iade edilir” hadisine iki taraf farklı olarak bakmış, Ehl-i Hadis, bu gibi günahları işleyenleri, imandan çıkmış fakat islamdan çıkmamış fasık veya imanı eksik bir mümin kabul ederlerken (fasık el-milli), Mürcie, helal saymadıkça ve inkar etmedikçe büyük günahlardan birini işleyen müslüman olarak kabul etmiştir (Fasık Mü’min). (s. 146)
Kur’an’a aykırılığı gerekçesiyle reddelilen bu rivayet, Ehli Hadisle aralarında başka konularda da tartışma konusu edilmiş ve Mürcie hadis münkirliği ile itham edilmiştir. Bu iddalara karşı ve Mürcie’nin hadis hakkındaki görüşlerini açıklamak bakımından, özellikle Ebu Hanife şöyle cevap vermiştir; “bu sözü yalanlamak Hz Peygamberin sözünü yalanlamak değildir. Çünkü yalanlamak; ancak, “ben Hz Peygamberin sözünü yalanlıyorum” diyenin yalanlamasıdır. Benim yalanlamam ve reddim, Peygamber için değil, raviler içindir. Eğer bir kimse “ben Nebi’nin söylediği her şeye iman ederim, ancak o, kötülük yapılmasını söylemedi ve Kur’an’a muhalefet etmedi” derse, bu sözden o kimsenin Hz Peygamber’i ve Kur’an’ı tastik ettiği, Rasul’ü, Kur’an’a muhalefet etmekten tenzih ettiği çıkar. Eğer O, Ku’ran’a muhalefet etse ve Allah adına yalan şeyleri kendiliğinden uydursaydı, Allah onun kuvet ve kudretini alır, can damarını koparırdı. Nitekim bu husus Kur’an’da şöyle belirtilmektedir: “Eğer peygamber, söylemediklerimizi kendiliğinden bize karşı uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık, sonrada onun can damarının koparıverirdik. Sizin hiç biriniz de buna mani olamazdı” (69 Hakka, 45-47). Bu yüzden Allah’ın Peygamberi O’nun kitabına muhalefet etmez, muhalefet eden de O’nun Peyamberi olamaz. Onların rivayet ettikleri bu haber, Kur’an’a da muhaliftir. Çünkü; Allah kur’an’da; “sizden zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz değnek vurun...” (24 Nur, 2) ayetinde zani ve zaniyeden iman vasfını kaldırmamıştır. Keza, “sizden zina eden iki kimseye eziyet edin, tevbe edip düzelirlerse onları bıakın...” (4 Nisâ 16) ayetinde Allah, “sizden” kaydı ile Yahudi ve Hırıstiyanları değil, Müslümanları kastetmektedir. O halde Kur’an’ın hilafına Hz Peygamber’den hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz Peygamberi reddetmek ve onu tekzip etmek anlamına gelmez. Burada Nebi’nin değil, ondan uydurma hadis nakleden ravilerin yalanlanması söz konusudur” diyerek (s.146-147) açıklamıştır. Ebu Hanife bu görüşleriyle Hadisin Kur’an’ı neshettiği, onun hükümleriyle çeliştiğinde Kur’an’ın geri plana bırakılacağı fikrini de reddetmiş olmaktadır.
Söz konusu dönemde imanın tanımı ile ilgili olarak Ehli Hadis ve Mürcie arasındaki tartışma o kadar şiddetli noktalara varmış ve mürcie itham altında kalmıştır ki kurtuluşu, kendilerinin lanetlenmiş Mürcie ile iligilerinin olmadığını ifade eden aşağıdaki hadisi uydurmakta bulmuşlardır: “Ümmetimden benim şefaatime nail olmayacak iki sınıftan birisi Mürcie, diğeri Kaderiyye’dir. İbn Abbas’ın, Mürcie’nin kimler olduğunu sorması üzerine Rasulullah şöyle buyurdu; “Onlar kıyamete yakın ortaya çıkacak bir gruptur. Onlardan birisine imanları sorulduğunda, onlar “inşallah biz müminiz” cevabını verirler”. İbn Abbas “Kaderîler kimdir” diye sorunca, Rasulullah, “onlar kader yoktur diyenlerdir” diye cevabını verdi”(s. 108-109)
Bu metinle Mürcie, Ehl-i Hadis’e karşı birkaç açıdan zafer elde etmektedir. Şöyleki; ilk olarak, hadiste şefaate nail olamayacak “Mürcie”nin sadece adı “mürcie”dir, yoksa imanda istisnayı kabul edenler, mürcie değil Ehli Hadis’tir. Bu anlayış; ileride de değineceğimiz gibi, Ehli Hadis’in imanı amellerle bir tutmasından kaynaklanan ve bir müslümanın amellerinin tam olamayacağınadan dolayı “Allah’ın izniyle/eksik amellerimle birlikte ben müslümanım” demesi anlamındadır. Söz konusu olan hadis metni ise Mürcie’yi gösterip Ehl-i Hadis’i hedef almaktadır. İkinci olarak Mürcie bu metinle, Ehl-i Hadis’e “kaderiyye” adı altında bir kere daha yüklenmekte ve kader inanışları dolayısıyla Ehl-i Hadis’i şefaatten mahrum bırakmaktadır. Üçüncü olarak “mürcie” kavramını ikiye ayırıp, “Mezmum Mürcie ve Memduh Mürcie” diyerek kendilerini Ehl-i Hadisin malzemesiyle de tanımlamaktadır. Ayrıca, kendilerini peygamber lisanıyla temize çıkarıp, Ehl-i Hadis’in, tekrar tekrar hadis bilmemekle veya “hadissizlikle” itham etmelerine fırsat bırıkmamış olmaktadırlar.
Eserde Ehl-i Hadis’in iman nazariyesinin, İlk Dönem Mürcie’nin iman anlayışını reddetmek için kurulmuş bir sistem olduğu vurgulanır. Nitekim, Ehli Hadis tarafından kaleme alınan eserlerin çoğunun başlığı “İmanın Amelsiz Söz Olduğuna İnanaların Eleştirisi ve Onlarla Aynı Mecliste Bulunulmamamsı”, “imanın, Amelsiz Sırf Kalbin Bilgisi Olduğuna İnananların Eleştirisi”, “İmanda Artma ve Eksilme”, “İmanda İstisna”, İmanın Şubeleri”, “İmanın Dereceleri”, “İmanın Söz ve Amel Olduğu” gibi konulardır. (s. 155) Bu durum, Ehl-i Hadis’in yeni bir teoloji üretmeyip, var olanı veya olmuşu korumak adına düşünceyi tarihin geleceğine doğru değil, gerisine doru yönlendirmiş bir zihniyete sahip olduğunun izlerini vermektedir. Ehl-i Hadis’in bu tutumunun bazı farklılıklarla beraber, Harici İman Nazariyesi’nin bir devamı olduğu vurgulanır. Hadis taraftarlarının ve Mürcie’nin iman anlayışlarındaki tutumları karşılaştırılacak olurusa, iman-amel ilişkisi açısından şöyle bir sonuçla karşılaşılır. Hadis Ehli, insana “amel” ettirici bir merkezde “amir”, Rey Ehli veya Mürcie ise amelin insanın kendi içinden gelmesi gerektiğine inanan “iman” merkezinde “kul”durlar. (s. 157) Bundan dolayı Ehl-i Hadis’in eserlerinde imanın şubeleri, namaz, oruç, zekat, siyaset ve ahlak gibi konular varken Mürcii ekolün eserlerinde iman bilgi ilişkisi, imanın artıp eksilmesi, imanın dereceleri gibi konular vardır. Yine bu bağlamda ve aynı zihniyetin bir uzantısı olarak iman ve büyük günah ilişkisinde, büyük günah işleyenin bu dünyada isimlendirilişi “esma” (sadece isim verme) diye adlandırılırken söz ahiretle ilgili verilecek karara gelince düşünce ve tavır değişmiş kullanılan jargon “ahkam”a dönüşmüştür (s. 141-142) Allah adına hüküm vermeye gelince düşünce ve tavırlar daha amir, belirleyici ve tavizsiz olmuştur. Netice itibariyle Ehli Hadis zihniyeti, İslam Dini’ni her durumda, ritüeller düzeyinde yaşayan, ameli sağlam, fikir noktasında da “tevilci bir akla” sahip müslüman tipi doğurmuştur. Mürcii zihniyet ise İslam’ın Dînî emirlerinin yaşanmasında zaman zaman müsamahakar veya daha gevşek, din ve kültürü birbirinden ayırıcı anlayışın ortaya çıkmasına yol açmıştır denilebilir. Mürcie’nin bu tavrı dinin daha geniş çevrelere özelikle arap olmayanlar arasında yayılmasına yardımcı olurken, dini sadece kuru bir yorumlamadan ibaret ve amelden uzak anlayan batıni veya mistik tevillere kaynaklık ettiğinden söz edebiliriz.
İmam Buhari ile Mürcie arasındaki çekişmelerle de ilgili bilgi veren eser, İmam Buhari’nin “Kitâbul-İman” bölmünde, ameli imandan ayırdığı ve imanda artma ve eksilmeyi kabul ettiği için, mürcii iman nazariyesini destekleyen hadisleri eserinde zikretmediği, bu anlayışa ters düşen hadisleri aktardığı anlatılar. Buhari’nin, Ebu Hanife’nin görüşlerini ise üstü kapalı olarak Sahih’inde 122 yerde “İnsanlardan birisi dediki...”şeklinde aktardığı belirtilir. Buhari’nin bu ve Kur’an hakkındaki görüşlerinden dolayı Buhara’dan çıkarıldığı ve hayatının sonuna kadar oraya tekrar girmesine izin verilmediği incelenir. (s. 186)
Çalışma, aklı ön planda tutarak, İslam’ı içinde bulundukları şartlara göre anlayıp, yeniden ifade etmeye çalışan Mürcii akımla, onu ilk ortaya çıktığı şekliyle ve ilk nesillerin anladığı şekilde anlamaya ve korumaya çalışan Ehl-i Hadis akımının karşılaştırılması ve değerlendirilmesi niteliğindedir. “İlk Gelenekçiler” olarak ifade edilen bu akım fikirlerini rey yerine hadislerle desteklemek veya hadisleri ön plana çıkarmak, bütün mesailerini hadislere harcayarak fıkıh, akide, ahlak ve siyaseti bu dökümanlar üzerine kurmaya çalışanlar olarak tanımlanmışlardır. Bu grubun gayreti sonucu itikadi alanda eserler meydana gelmekle birlikte hadis musannefatı ortaya çıkmıştır.
Çalışma hadis taraftarlarının; şehirlere göre yayılışını gösteren geniş bir listeyi, imanın “söz ve amel olduğu artıp eksildiği”ni benimseyenlerin listesini ve “İman’ın şubeleri ile ilgili farklı tasniflerin geniş bir listesini de bize ek olarak vermektedir. Ayrıca örnek olması için, elimizde mevcut ilk kaynaklardan Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm’ın “Kitâbu’l-İmân”ının tercemesini sunmaktadır.
Bir klasik görünümünde olan çalışma bizce üzerinde durulması ve gündeme taşınması gereken ince dikkat ürünü eser görünümündedir. Çalışma özellkle ingilizce ve arapçaya olmak üzere başka dillere de çevrilerek müslüman aydınların ve islamla ilgili fikir üreten araştırmacıların dikkatine sunulmalıdır. Yazarı çalışmasından dolayı kutluyor benzeri eserlerinin devamının gelmesini diliyoruz.
Sıddık KORKMAZ
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
İslam Mezhepleri Tarihi Araştırma Görevlisi
Yorumlar -
Yorum Yaz