Çev: Dr. Sönmez
KUTLU
Salim
b. Zekvan'ın ne zaman doğduğu, nereli olduğu ve kaç yılında öldüğü konusunda,
diğer İbadi yazarlara nazaran oldukça az bilgiye sahibiz. Sadece İbadi yazar
Şemmâhî, onun Cabir(öl. 100 ve 103/718 ve 721 yılları arasında)'le
mektuplaştığından ve Ebû Ubeyd Müslim b. Ebî Kerîme(öl.150/767'li yıllar)'nin
çağdaşı olduğundan bahsetmektedir.[1]
Tek kaynaktan gelen bu bilgi, yetersiz ve de çelişkilidir. Salim'in hem
Cabir'le mektuplaşmış olması, hem de Cabir'den en az elli yıl sonra ölmüş
bulunan Ebû Ubeyd'in çağdaşı olması pek makul görünmemektedir. Bu sebeple, bu
bilgilerden sadece birisi doğru olabilir. Biz onun Cabir'le mektuplaştığı bilgisinin
daha doğru olabileceği kanaatindeyiz. Çünkü Libya'lı İbadi araştırmacı en-Namî,
Kuzey Afrika'daki bilinmeyen bazı İbadi yazmalarla ilgili kaleme aldığı bir
makalesinde, Cabir'e ait Risâleler kolleksiyonu içerisinde, onun Salim b.
Zekvan'a cevaben yazdığı bir Risâle'sinden bahsetmektedir.[2]
Konuyla ilgilenen bazı batılı araştırmacıların kanaati de onun Cabir'in çağdaşı
olduğu şeklindedir.[3]
Diğer taraftan, Salim'e ait gösterilen Sîre'de Haricilik ile ilgili hicrî
70/689 yılından sonraki olaylara yer verilmemesi ve Mürcie ile ilgili metinde
bu mezhebin ilk teşekkülü konusundaki bilgilerin yer alması, hem Sîre'nin
70/689'li yılların başında yazıldığını, hem de Salim'in Cabir b. Zeyd'in
çağdaşı olduğunu göstermektedir.[4]
Eserden
Mürcie ile ilgili kısmı tahkik ederek yayınlayan Cook, bu konuda özetle şunları
kaydetmektedir: en-Namî'ye[5],
bu eserin hicrî V. asırda yaşamış İbadi
alimlerden Bisyarî'nin eserininin bir kısmı olduğu söylenmiştir. O, İbadilikle
ilgili yaptığı doktora çalışmasında, Haricilik hakkında bilgi verirken Sîre'nin
elindeki mikrofilmine referansta bulunmuştur. en-Namî, bu mikrofilmin Cambridge
Oriental Araştırmalar Enstitüsü Kütüphanesi'nde olduğunu kaydediyorsa da, bu
kütüphanede, maalesef böyle bir eser yoktur. Orada bulunan Martin Hinds'e ait
Or:1402 numarada kayıtlı farklı bir Uman yazmasından alınmış Sîre'nin
mikrofilmi olup en-Namî'nin referansta bulunduğu sayfalar, bu mikrofilmdeki
Sîre'nin sayfalarıyla uyuşmamaktadır.[6]
Martin
Hinds'e ait olan 393 sayfalık ve her
sayfada 19 satır bulunan bu mikrofilm içerisinde, pek çok İbadi yazmanın
yanısıra Salim'in Sîre'si de( s.154-194 sayfaları arasında)
bulunmaktadır.Yalnızca Sîre, yaklaşık 52 sayfadır. Sîre, Kur'an ayetlerine
dayalı uzun bir öğütle( s. 154 vd.) başlamaktadır. Bundan sonra, önce Hz.
Muhammed dönemi(s. 152-161), Ebû Bekir ve Ömer'le( s. 161-162), Osman ve Ali (
s.162-170) dönemleri ve Necedât ve Ezârika gibi Harici fırkalar( s. 171-177)
üzerinde durmaktadır. Daha sonra, Mürcie'ye yönelttiği eleştirilere ( s.
179-185) geçmektedir. En sonunda, diğer kimseler tarafından kabul edilmesi
istenilen görüşlere( s. 184-194) yer verilmektedir.[7]
Cook, bahsettiğimiz mikrofilmdeki Sîre'nin
179-184. sayfaları arasında bulunan Mürcie'yle ilgili kısmını tahkik ederek
yayınlamış[8] ve
İngilizceye[9]
çevirmiştir. O, bu metni paragraflara ayırarak numaralamış ve sonuna, yine
Sîre'de 192 ve 193. sayfalarda geçen Mürcie'yle ilgili iki ayrı ifadeyi de ilave etmiştir. Biz, bu metni, paragraf
numaralarına bağlı kalmak suretiyle, aynen çevireceğiz.
Şimdiye
kadar, Hasan b. Muhammed'in Kitabü'l-İrcâ'sının İrcâ fikri hakkında bilgi veren
ilk kaynak olduğu kabul edilerek Mürcie'nin doğuşu bu eserin yazılış tarihi
olan hicrî 75'ten sonraya bırakılmaktaydı. Salim'in Sîre'si, Mürcie'nin teşekkülü konusundaki bu fikrin
değişmesine sebep oldu. Cook, Early Muslim Doğma adlı monografik çalışmasını bu
amaçla kaleme aldı.Çünkü eserde verilen bilgiler tahlil edildiğinde, onun hicrî
70'li yılların başında yazıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, Mürcie'nin bu
tarihten önce teşekkül etmiş olması gerekir. İkinci önemli nokta ise,
Sîre, Kitabü'l-İrcâ'dan daha önce kaleme
alınan ve Mürcie hakkında bilgi veren eserler arasında bilinen ilk eser olmasıdır.
Yalnız Kitabü'l-İrcâ, bizzat Mürcie mensubu olan Hasan b. Muhammed tarafından,
Ebû Bekir ve Osman aleyhtarı Sebeiyye'nin fikirlerini çürütmek için kaleme
alınırken, Sîre bir Haricî tarafından Mürcie'nin fikirlerini çürütmek için
kaleme alınmıştır. Bu bakımdan, Kitabü'l-İrcâ Mürcie için olan öneminden bir
şey kaybetmemiştir. Bilakis Sîre'deki
Mürcie ile ilgili kısmın yayınlanmasıyla daha büyük önem kazanmış ve ondaki
bazı konular daha iyi anlaşılmıştır. Bu iki eser, içerik itibariyle
karşılaştırıldığında, Sîre'de ele alınan
bilgiler, İrcâ fikrinin ilk aşamasını, Kitabü'l-İrcâ ise ikinci aşamasını
temsil etmektedir. Mürcie'nin Osman ve Ali'nin durumlarını Allah'a bırakma
fikrini Haricilerin bu iki halifeyi tekfir görüşlerini reddetmek için ortaya
attıkları anlaşılmaktadır. Fakat
Kitabü'l-İrcâ'da bu fikrin müdafaası ile birlikte, daha çok Ebû Bekir ve
Ömer'in tartışma dışı bırakılması savunulmaktadır. Bu durum, onun daha çok Ebû
Bekir ve Ömer'i de tartışmaya başlayan ve onlar hakkında ileri geri konuşan
Sebeiyye'yi reddetmek için kaleme alındığını ve İrcâ fikrinin ikinci aşamasını
temsil ettiğini göstermektedir.[10]
Diğer taraftan, Sîre İslam Düşüncesi'nde ilk ortaya çıkan Haricilik ve Mürcie
arasındaki anlaşmazlıkları bize kadar ulaştıran
ilk metindir.
1.Sonra, peşinde gidebilecekleri öncüleri olmayan ve
doğruluklarını örnek alacakları dostları bulunmayan diğer insanlar, ircâ (hükmü
erteleme) fikrini benimsediler ve dediler ki: " bizim gördüğümüz ve bizzat
hazır bulunduğumuz son ayrılık( )[11]konusuna
gelince, bu konuda şahitlik yapmaya hazırız. Fakat bizim görmediğimiz ve
yetişemediğimiz ilk ayrılık konusunda( )[12]
verilecek hükmü erteleriz. Çünkü -
iddialarına göre- onlar bu olaya
yetişemedikleri için onu görmediler. İddia ettiler ki, her kim müslümanların
şahitliğini ölçü alarak kendisinin
bizzat görmediği bir konuda kendinden
önce meydana gelmiş bir hadisede bir kimseye (İslam'dan) sapmıştır(
dalalettedir) şeklinde şahitlik ederse, kendisi dalalettedir. Onlar, (bu konuda)
Allah'ın dininin(hükmünün) bu olduğunu
iddia ettiler. Eğer onların bu şekildeki fikirleri doğru olursa, ilk
ayrılıklarda yer alanların tümü küfre girmiş olur.
2.
Çünkü Ali Kufe'lilere giderek onları, Osman'dan ayrılıp uzaklaşmaya ve onun
kanını talep edenlere karşı savaşmaya çağırdı. Kufe'liler Osman'ın
yaptıklarını(davranışlarını) görmemelerine ve yanında bulunmamalarına rağmen,
kendilerine ulaşan bilgiyi kafi görerek Ali'nin çağrısını kabul ettiler. Aynı
şekilde Talha ve Zübeyr de Basra'lılara giderek, onları Osman'ı dost edinmeye,
kanını taleb etmeye ve gerek Ali,
gerekse taraftarlarıyla savaşmaya çağırdı. Basra'lılar onların ihtilaf
ettikleri hiç bir şeyi, doğrudan bilmedikleri halde Talha ve Zübeyr'in çağrısını
kabul ettiler. Eğer İrcâ fikri doğru ise o zaman Kufe'liler ve Basra'lılar
doğrudan bilgi sahibi olmadıkları bir konuda, müslüman olarak gördükleri bir
kimsenin şahitliğini ölçü alarak kendilerine yapılan çağrıyı kabul etmekle
küfre girmişlerdir. Ayrıca Ali, Talha ve Zübeyr de bu toplulukları doğrudan
bilgi sahibi olmadıkları bir konuda, müslümanların kanının akıtılmasını helal
görmeye ve bu hususu kabul etmeyenlerden uzaklaşmaya çağırmaları dolayısıyla
kafir oldular. Çünkü eğer bir kimsenin doğrudan bir bilgisi olmadığı ve
kendisinden önce meydana gelmiş bir konuda yapması gerekenin Allah'ın da
(dinî) emri olan İrcâ ise onlar bu İrcâ
fikrine aykırı hareket ettiler.
3.
Aynı şekilde Mürcie de kendi fikirlerine aykırı hareket eden kimselerle ilgili
hüküm vermeyi ertelemekle kafir oldular. Onların görüşlerine göre, kendi
döneminden önce yaşamış ve kıble ehli olan birinin dalalette olduğuna şahitlik
etmek sapıklık(dalalet) ise, uygulamada buna aykırı şahitlikte bulunmuşlardır.
Çünkü onlar toplumlarının gençlerini Muaviye'den ayrılmaya ve onunla bütün
ilişkileri kesmeye(beraet) çağırıyorlardı. Bir müslümanın, müslümanların
şahitlikte bulunmadığı bir kimse hakkındaki şahitliği sapıklık(dalalet) ise,
halkı, katılmalarının sapıklık olabileceği bir şeye çağırmaları da
sapıklıktır(dalaletttir). Diğer yanadan, eğer müslüman bir kimsenin,
müslümanların şahitlikte bulunmadığı birisi hakkındaki şahitliği doğru ise, o
zaman da bunun sapıklık olduğunu kabul etmekle dalalete düşmüşlerdir.
4.
Allah'a hamd olsun, bütün bunlardan sonra, onların hiç bir çıkış yolu kalmadı.
Eğer, Muaviye, birinci ayrılıkta yer alanlarla( )[13] bir değildir, çünkü ilk ayrılıkta yer
alanlar, Resulullah'ın ashabıydı, şeklinde
itiraz ederlerse, şöyle cevap veririz: Muaviye de Resulullah'ın
hısımıdır[14], aynı zamanda onun katibidir. Diğer yandan Ömer b.
el-Hattab da onu çok sevdiği ve takdir ettiği için vali olarak Şam halkına
göndermiştir.
5.
Eğer, birinci ayrılıklarda yer alanlar konusunda Ehl-i Kıble'nin şahitliği
farklı farklıdır, derlerse şu cevabı veririz: " Muaviye hakkında da Ehl-i
Kıble'nin şahitliği farklı farklıdır. Bazısı onu istemiştir, bazısı
istememiştir." Sororlarsa ki,
"Muaviye konusunda eğer sapık değilse, bugün hiç kimse bizimle ayrılığa düşmez.
O halde, bizim sapıkların sözünü alarak, müslümanların şahitliğini reddetmemiz
gerekmez. Çünkü Allah bizim müminlere inanmamızı emreder, sapıklara inanmamızı
ise yasaklar. Allah, Resul'ünün müminlere inanması konusunda şöyle dedi: " İçlerinden bazıları da Peygamber'e
eziyet ederler: ' O, (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır.' derler. De ki: '
(O), sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır ve müminlere inanır.Sizden
inananlar için de bir rahmettir. Allah'ın Resulünü incitenlere acı bir azab
vardır. "[15] , diğerleri için ise
şöyle dedi: " (Savaştan) geri dönüp
onların yanına geldiğiniz zaman size özür beyan ederler. De ki: 'Hiç özür
dilemeyin, size inanmayız ! Allah bize sizin haberlerinizden bir çok şeyleri
bildirdi. Yaptığınızı Allah da görecek, Resulü de. Sonra görülmeyeni ve
görüleni bilenin huzuruna döndürüleceksiniz. O size yaptıklarınızı haber verir.
"[16]
6.
Derlerse: 'Muaviye'den ayrılıp uzaklaşmaya çağırdığınız genç kuşaktan herkes,
onun izlediği politikadan geriye kalanlara(etkilerine) bizzat tanık
olduklarından dolayı onun sapıklığını kesin olarak bilmektedirler.'( Onlara
cevabımız şudur:) Allah'a hamd olsun bugün biz de, birinci ayrılıkta(fitne
hadiselerinde) yer alanlardan sapık olanların sapıklığını, onların izledikleri
politikaları ve müslümanların onlardan uzaklaştıklarına dair elde ettiğimiz
bilgilerle bilmekteyiz.
7.
Birinci ayrılıkta yer alanlardan kimin müslüman kimin sapık olduğunu
bilmediklerini iddia ederken Ebû Bekir ve Ömer'in müslüman olduklarını nasıl
bilecekler. Üstelik birinci ayrılıkta yer alanlar Ebû Bekir ve Ömer'den sonraydılar.
Eğer derlerse, 'Ebû Bekir ve Ömer'in müslüman olduğu konusunda kıble ehlinin
bütünü birleşmiştir, bunun için o ikisini dost edindik, ama birinci arılıkta
yer alanlara gelince, onların müslüman veya sapık oldukları konusunda kıble
ehli ayrılığa düşmüştür. Onlarla ilgili hükmü ertelemimizin sebebi de budur.'
Onlar böyle bir deliline şöyle itiraz ederiz: " Hatta Ebû Bekir ve Ömer
hakkında da kıble ehlinin şehadeti farklı farklı olmuş, Sebbâbe(Sebeiyye)'den
pek çoğu onlardan uzaklaşmışlardır. Eğer şöyle cevap verirlerse, 'Biz
Sebbâbe(Sebeiyye)'nin Ebû Bekir ve Ömerle ilgili yalanlarını ve onlara karşı
zulümlerini, bugün sapık olduklarına dair elimizdekti kesin
bilgilerle(vesikalarla) bilmekteyiz.' Mürcie, birinci ayrılıkta yer alanlara
dost olanların, onlar hakkında yalan mı yoksa doğru mu söylediklerini, bu sözü
söyleyenlerin, dalalette veya hidayette olduğuna dair ellerindeki mevcut kesin
delillerle biliyorlar. Eğer sorarlarsa ki, " Bizim şahitliğimizi tasdik
eden, bizim kıblemize yönelen, Peygamberimiz'i kabul eden bir topluluğun
şahitliğini nasıl kabul ederiz ? O zaman şöyle cevap verilir: " Onlar(
Mürcie) kendi şahitliklerini kabul eden, kıblelerine yönelen, Nebilerini
doğrulayan Sebbâbe(Sebeiyye)'nin Ebû Bekir ve Ömer hakkındaki şahitliklerini
nasıl reddediyorlar ? Aynı kıbleye yönelen Ezarika'nın recimle ilgili
fikirlerini nasıl reddediyorlar ?
8.
Onlar(Mürcie); kendi toplumlarını yöneten kıralların mümin ve müslüman
olduklarını (bunun yanısıra), Allah'ın onlardan ayrılıp uzaklaşmayı helal,
dostluğu ve Allah'tan bağışlanmalarını dilemeyi haram kıldığını iddia ettiler.
(Bu iddialarına şöyle itiraz edilebilir:) Eğer onlar mümin ve müslüman iseler,
( o zaman Mürcie) onlara dost olmayı ve Allah'tan bağışlanmalarını istemeyi
haram kılmakta kendileri dalalete düşmüştür. Çünkü Allah şöyle buyurur: "
Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar."[17]
Bir başka ayette de : " Kendi günahın ve müminlerin günahları için
Allah'tan bağışlanmanızı iste"[18] buyrulmaktadır. Eğer onları dost edinmek ve
Allah'tan bağışlanmalarını dilemek bütün müslümanlara haram ise, o zaman böyle
kimselere mümin demeleri dolayısıyla kendileri dalalete düşmüş olurlar.
9.
İddia ettiler ki: " Onlar sapık müminlerdir. Şöyleki, imanları kendilerini
sapıklıktan(dalaletten) kurtaramamış, dalalette olmaları ise, küfrü ve imandan
uzaklaşmalarını gerektirmemiştir. Muhakkak ki insanlardan her biri, Allah'ın
vermiş olduğu hükme göre ya mümindir veya kafirdir. Allah, va'dinden
dönmeyeceği için şu sözleri hala geçerlidir: "Şüphesiz ki, Allah iman
edenleri dostoğru bir yola sevkeder "[19]
Ayrıca iman edenleri sabit kılacağını da va'd eder: " Allah iman edenleri
dünya hayatında, hak ve hakikatı üzere sabit kılar, zalimleri ise, saptırır.
Allah dilediğini yapar."[20]
(Mürcie'nin bu iddialarına şöyle itiraz ederiz:) Eğer onlar, mümin iseler,
mümin olanların dalalette olduklarına dair şahitlik yaptıklarından, kendileri
sapıklığa düşmüşlerdir. Çünkü Allah müminlere şunu haber verdi: " Şüphesiz
ki Allah, iman edenleri dostoğru yola iletir."[21] O halde, Allah'ın doğru yola ilettiği
kimseler sapık olamaz. Eğer onlar, Mürcie'ye göre sapık kimseler iseler, o
zaman da sapık olanların mümin olduklarına şehadette bulunduklarından dolayı
dalalete düşmüşlerdir.
10.
Mürcie'nin bir kısmı Kur'ân'dan öğrendiklerini iddia ederek onları imandan uzak
kafir olarak kabul ettiler. Bununla beraber, onları küfürden uzak mümin olarak
kabul edenleri de dost edindiler. (Onların bu iddiaların şöyle itiraz edilir:)
İddia ettikleri gibi, eğer onlar imandan uzak kafirler iseler, hem kafirleri
küfürden uzak mümin olarak kabul edenler, hem de bu şekilde şahitlik yapan
kimseleri dost edinmekten dolayı kendileri sapıklığa düşmüşlerdir. Eğer
küfürden uzak müminler iseler, aynı şekilde
hem müminlerin imansız kafirler olduklarına şahitlik edenler, hem de bu
şekilde şahitlik yapan kimseleri dost edinmelerinden dolayı kendileri(Mürcie)
sapıklığa düşmüşlerdir. Böylece
Mürcie'nin iddiaları çürütüldü. (Mürcie'nin durumu feshedildi.)
11.
Onların sapıklıkta birleştikleri husus, kendi görüşlerini din edinmeleri, bu
konuyu kendi çıkarları açısından değerlendirerek daha önce Alah'ın hidayete
erdirdiği kimselerin yolundan sapmaları ve müslümanların şahitliğini,
sapıkların şahitliği ile reddetmeleridir.
12.
Onlar(Mürcie), karşılaşmadıkları bir konuda şahitliklerinin geçerli olduğunu
kabul edenlerin sapık olduklarını iddia ettiler. Onların bu fikri doğru olursa,
toplumlarının gençlerini yetişmedikleri ve doğrudan bilgilerinin bulunmadığı
kimselerden ayrılmaya çağırmakla kendileri sapıklığa düşmüş olurlar. Melikleri
mümin olduğu halde onlara dostluğu haram kılmak, alakalarını keserek onlardan
ayrılmak ve onlar için af dilemeyi terk etmekle sapıklığa düşmüşlerdir. Eğer
melikleri mümin değilse, o zaman da, onları mümin olarak isimlendirdikleri ve
mümin olduklarını iddia edenleri de dost edindikleri için sapıklığa
düşmüşlerdir. Diğer yandan düşmanlarından ayrılma konusunda, kendilerine
katılan ve düşmanlarından biri olmadıkça kendilerine dost olmayan bir
kavmi(grubu) dost edinmekle yine dalalettedirler. Sapıklığa düştükleri bir
nokta da, şahitlikleriyle davranışlarının (siretlerinin) farklı farklı olması
konusudur.
13.
Onlar Allah'ın kitabını vahyettiğinden farklı bir anlamda tevil ettikleri için,
sapıklığa düşmüşlerdir. Çünkü onlar Allah'ın " Onlar bir ümmetti, gelip
geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Siz
onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz."[22]
sözünü ve Firavun'un "ilk nesillerin durumu nedir ?"[23],
sorusuna Musa'nın " Onlar hakkında bilgi Rabb'inin katında bir kitaptadır.
Rabbim ne şaşırır, ne de unutur."[24]
şeklinde verdiği cevabını " hükmün ertelenmesi"(İrcâ) olarak tevil
ettiler.
14.
Allah'a yemin olsun ki, eğer bu fırkanın (Mürcie) çağdaşları olan kıble ehlini
Allah'ın geçmiş ümmetler olarak isimlendirdiği kimselerle aynı yere koyarsak o
zaman, onları(bu fırkanın çağdaşları olan kıble ehlini) "Allah'ın seçkin
ve mükemmel elçileriyle"[25]
aynı mevkiye koymuş oluruz. Bu ayet hükmün ertelenmese( İrcâ) ile ilgili hiç
bir şey içermemektedir. Çünkü Allah'ın bahsettiği bu ümmet, kitap ehlinin
haklarında şüpheye düştüğü kimselerdir. Şöyleki, " Yoksa, siz İbrahim,
İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına, Yahudi ve Hristiyan olduklarını mı
söylüyorsunuz ? Onlara de ki, siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı ?
Allah'ın bildirdiği, o yanındaki gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır ?
Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir."[26]
ve " Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine,
sizin kazandıklarınız da sizedir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz."[27]
Allah'a
hamd olsun biz Allah'ın resulleri ile ilgili hükmü ertelemeyiz(İrcâ etmeyiz).
Bilakis, "derece(makam) sahibi kimseler"[28] olduklarını kabul ederek onları dost ediniriz.
Aynı zamanda onların kusur ve şüpheden uzak olduklarını kabul ederiz. Eğer
birinci ayrılıkta yer alanları Peygamberlerle aynı görürsek ozaman onlar
hakkında hükmü ertelemeye(İrcâ) ve de şüpheye gerek kalmaz.
15.Firavun'un
ilk nesillerle ilgili Musa'ya yönelttiği soruya gelince Allah, Nuh, Hud, Salih,
İbrahim ve Lut'u Musa'dan önce gönderdi.
Gerek bu Peygamberler ve onlara inananlar ve gerekse düşmanları ilk
nesillerdir. Halbuki, Mürciîler, Musa'nın bunların hepsini aynı kefeye koymakla
onlara iftira ettiler. Çünkü Musa böyle yapmadı. Bilakis o, kardeşlerini dost
edinerek düşmanlarından uzaklaştı. Böylece onların(Mürcie'nin) kendileri hataya
düştüler. Delilsiz tartıştılar ve delil getirdikleri Kur'ân ayetlerinin
anlamlarını asıl anlamlarının dışında bir anlamda tevil ederek onları tahrif
ettiler. Dini ise, birlik ve beraberlikten(cemaatten) ibaret gördüler. Allah'a
and olsun ki, birinci ayrılıkta yer alanlara çağdaş olan Allah'ın kulları kafir
ise, onların küfrünü bilemezler. Eğer dalalette veya hidayette olanlar şeklinde
ayrılmışlar iseler, o zaman da, kendileri bu iki fırkadan her hangi birinin
devamı olamazlar.
(Bundan
sonra, ilave edilecek 16. ve 17. paragraf Mürcie'yle ilgili diğer iki pasajı
içermektedir. 16. paragraf, " bizim görüşlerimiz olarak verilen uzun bir
ifadede yer almaktadır ve açıkça Mürcie'ye atıfta bulunulmaktadır. s. 192. 16.)
16.
Biz daha önce yaşamış ve bizim görmediğimiz müslümanları, yine müslümanların
şahitliği sebebiyle dost ediniriz. Aynı şekilde, daha önce yaşamış ve bizim
görmediğimiz zalim imamlar ve dostlarından da yine müslümanların aleyhlerinde
şahitlikleri sebebiyle uzak dururuz(teberri ederiz).
(II.
pasaj(17. paragraf) ise, diğer mezheplerin (inanç) taraftarlarına yöneltilen
bir dizi talepler(s. 193 ve satır 8'den itibaren) içerisinde geçmektedir.)
17.
..Mürcie'den Rab'leri Allah'tan ittika etmelerini, kendilerinden önce
yaşamış(çağdaşları olmayan) müslümanlara dostlukları ve yine çağdaşları olmayan
zalim imamlardan uzaklaşma konusunda müminlere inanmalarını, böylece
onların başkalarıyla ilgili şahitliğini,
başkalarının kendileri hakkında dalalette oldukları şeklindeki şahitliği gibi
kabul etmelerini ve Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen yöneticileri Allah'ın
verdiği isimle(kafir olarak) isimlendirmelerini istiyoruz.
[1] Ahmed b. Saîd b. Abdülvahid eş-Şemmâhî(928/1522),
Kitabü's-Siyer, thk. Ahmed b. Suûd es-Siyâbî, Oman 1987, I, 109.
[2]Amr Halife en-Namî, " A Description of New
Ibadî Manuscripts From NortqAfrica ", Journal of Semitic Studies,
15(1970), 65 ; Studies in Ibadısm,
Cambridge 1971, 11. (Cambridge Üniversitesinde doktora tezi).
[3]Bkz. van Ess, " Untersuchungen zu einigen
ibâditischen Handscriften ", ZDMG., 126(1976), 28; Michael Cook, Early
Muslim Doğma, London 1981, 3.
[4]Sîre'nin tarihlenmesi konusunda geniş bilgi için
bkz. Cook, Early Muslim Doğma, 89-103.
[5]Salim b. Zekvan'a ait gösterilen bu eserin asıl
yazması, Uman'lı bir şahsa aittir. en-Namî eserin mikrofilmini ondan almıştır.
[6]Early Muslim Doğma, 4.
[7]Bu yazmanın içeriği konusunda ayrıca bkz. Cook,
Early Muslim Doğma, 4.
[8]Bkz. Early Muslim Doğma, 163-163.
[9]Early Muslim Doğma, 23-26.
[10]Joseph van Ess, " Das Kitabu'l-Irqa des Hasan
b. Muhammed b. el-Hanafiyye ", Arabica, XXIII(1974), 24.
[11]Cemel ve Sıffın'den sonra meydana gelen olaylar
kasdedilmektedir(Ç.)
[12]Cemel ve Sıffın olayları kasdedilmektedir( Ç.)
[13]Cemel ve Sıffın savaşlarına katılanlar
kasdedilmektedir.(Ç.)
[14]Hz. Peygamber, Muaviye'nin üvey kız kardeşi Ümmü
Habibe ile evlenmiştir. Bu yüzden, Muaviye, Hz. Peygamber'in kayın
biraderidir.( İbn Sa'd, Tabakât, Beyrut trz., VIII, 96 vd.; İbn Habîb,
Kitabü'l-Muhabber, thk. I. Lichtenstadter, Haydarabad 1942, 85 vd.(Ç.)
[15]Tevbe 61.
[16]Tevbe 94.
[17] Tevbe 72.
[18]Muhammed 21.
[19]Hacc 54.
[20]İbrahim 27
[21]Hacc 54.
[22]Bakara 134, 141.
[23]Tâ-hâ 50.
[24]Tâ-hâ 51.
[25]Sa'd 47.
[26]Bakara 140.
[27]Bakara 141.
[28]Bakara 253.